Katatonia – Sky Void of Stars

Merhaba.

Amacım Katatonia hakkında ahkam kesebilecek ehliyete sahip olduğumu kanıtlamak için üzerinize lüzumsuz cümleler fırlatıp zihinsel refleksinizi test etmek değil ama 20 küsür yıldır Katatonia dinliyor, konuşuyor ve tartışıyorum. İsveçli grubun ilk iki albümüyle (bkz. Klasik Bir Cumartesi yazıları) death/doom metalin şekillenmesine yardımcı olduktan sonra bir daha sökülmemecesine sad boi etiketi yiyecekleri gotik etkili, alternatif bir rock/metal grubuna dönüşmeleri sürecinde, her konserlerinde “hadi bis gelsin de Brave veya Murder dinleyelim,” diye hayıflanılırken, konser sıralarında kimi AUTOPSY kimi DEPECHE MODE tişörtlü insanlar birlikte sıra beklerken, The Great Cold Distance çıkıp My Twin parçası Katatonia’yı kıtalararası şöhrete kavuştururken, eskinin ağır metal zehirlenmesi geçirmiş yobaz tayfası Forsaker‘ın progresif ritimlerinde nasıl kafa sallayacağını çözmeye çalışırken de oradaydım. On yıllardır süren bir savaş adeta Katatonia ve her albümde yeni bir cephe daha açılmaya, savaşa yeni askerler katılmaya devam ediyor.

30 seneye yayılan 13 albümlük diskografisinde türden türe sıçrasa da konduğu dalların her birinde hem müzikal hem de duygusal açıdan tatminkar ötüşlerle (gaklamalarla diyelim, karga metaforumuz kör göze parmak olsun) o türün meraklısına kişisel bir seviyede dokunabiliyor Katatonia. Hep aynıt temalar etrafında dolanıp benzer duygular uyandırsa da yöntemini kafasına göre belirlediği için de hayranlar arasında sonuca bağlanması mümkünsüz bir çatışma yaratıyor. Ne var ki aklı başında (aklı başında kısmı önemli) herkes Katatonia’nın üzgün müzik üretimi konusundaki marifetlerini kabul ediyor ve şahsi zevkleri doğrultusunda grubun zengin diskografisinden keyfine göre bir seçki oluşturarak hayatına devam ediyor. İster sade, direkt ve brutal ister katmanlı ve nüanslı bir progresiflik dahilinde olsun, “Kendi Katatonia’nı Kendin Yap!” kitini kullanıp gönlümüze göre takılabiliyoruz.

Katatonia’ya dair tartışmaların arasında bazen bu zenginliği yaratabilmenin ne kadar zor ve takdire değer bir şey olduğunu unutuyoruz.

Tarihinin en kıvamsız albümünü yazıp aradan geçen üç senede dinlenme sayılarına ve yarattığı vızıltı seviyesine bakarak çuvalladığını açıkça görebildiğimiz City Burials bile birkaç şarkıyla, geçmişin hatırıyla, kurulan duygusal bağlarla iz bıraktı belirli bir kesimde. Jonas Renkse’nin vokali, Anders Nyström’ün gitarları orada olduğu sürece bu böyle sürecek belli ki. Öte yandan City Burials‘ın bu kıvamsız, cansız ve ana hatlarıyla yapmış olmak için halleri, Katatonia’nın geleceğine dair hayli endişelendirmişti birçok insanı. Ben de endişelenen kalabalığın içindeydim ve ne yalan söyleyeyim, grubun tekrar toparlanıp müzik yapmayı hatırlamasını beklemiyor, bizim tüccarların elinde esas vedanın öncesindeki gerçek vedadan bir önceki son feci veda turnesiydi, best of setiydi, akustik performansıydı derken iyice soğuyacağım bir noktaya gelebileceğini düşünüyordum.

Sky Void of Stars, beni bu karanlık düşüncelerden çekip kurtardı.

Çölde bulunan bir hava muamelesi çekmeye gerek yok tabii; günün sonunda hala Katatonia standartları açısından zayıf bir iş var elimizde. Yine de City Burials eleştirilerinin temeli olan kıvam konusunun çözülmesi dahi birkaç basamak yukarı taşıyor. Grubun tekrar müziğe, enstrümana, dinamik şarkı yazımına dönmesi, Sky Void of Stars‘ın verebildiği en güzel haber. City Burials‘da olduğu gibi Jonas Renkse’nin iç dünyasına dalıyoruz ve bazen onun tek bir kelimeyi ezgiye dönüştürme becerisiyle, bazen Anders’in histerik bir solosuyla, özellikle ilk iki parça itibariyle ayyuka çıkan yenilenmiş enerjileriyle, fakat en çok da on yıllardır orada bir yerlerde durmaya devam etmiş, bir sürü anı paylaştığımız eski bir dostla buluşmanın nostaljisiyle akıp gidiyor parçalar.

Austerity ve Colossal Shade ikilisi, 2006 – 2009 dönemi Katatonia’sının hafif progresif ve dinamik şarkı yazımını hatırlatıp güçlü bir noktadan açıyor albümü. Daniel Moilanen, stilini çok beğendiğim eski davulcu Daniel Liljekvist’i neredeyse bire bir kopyalıyor bu parçalarda; bu da hem nostalji hissini köklüyor hem de Birds ve Atrium gibi parçalarda (ikisinin de single olması boşa değil) rock enerjisiyle canlandırıcı bir etki yaratıyor. Aksak ritimler, zil oyunları ve Anders’in “Biz de müzisyeniz ha yanlış olmasın!” tarzı iddialı soloları birleşince zaten o tadından yenmez, doyurucu Katatonia formülü açığa çıkıveriyor. Gerçi öyle bir melankoli perdesinin arkasına gizli ki her zamanki gibi, sıyırıp müzikten keyif almak için birkaç tur çevirmek gerekebilir. Örneğin en rock rock (gotik rock) tınlayan parçalardan Birds bile epey melankolik ve 2:55 civarı verdiği koordinatlar üzerinden Karolinska Üniversitesi Hastanesi’nin konumu atıyor Renkse üzerimize. Hayat kısa kuşlar uçuyor mu diyor yoksa çok daha derin ve kişisel bir hikaye mi var arkasında, onu kurcalamaya meraklı hayranlara bırakalım.

Opaline ve Atrium, son 11 yılda (Dead End Kings‘den çektim çizgiyi) Katatonia’dan duyduğum en rafine, en özel parçalar. Opaline‘in elektronik trompet girişini, kim akıl attı çok merak ediyorum. Bana Disco Elysium müziklerini anımsattı ki o donuk melankoliye bayılan biri olarak Revachol’un sokaklarına dolanır gibi gezip duruyorum Opaline‘in farklı partisyonları arasında. Katatonia bazı parçalarda başkalarının yapamayacağı bir zaman & mekan kopukluğu sağlıyor insanda ve yıllar sonra yeniden bunu başarabilen bestelerle karşılaşacağımı sanmıyorum. Atrium da akılda kalıcı, hit gözüyle bakılabilecek Katatonia parçaları arasına eklenecek seviyede. Jonas zaten pop-rock seviyesinde vokal melodileri yazma konusunda uzman ve bu parçada da tümüyle direksiyonu ele geçirip yönlendiriyor dinleyiciyi.

Tabii Katatonia’nın artık bir metal grubu olarak değerlendirilemeyeceğini, hatta bazen rock müzik sınırlarını da terk edip bir dönemin rock ile harmanlı pop müziğine yaklaştığını söylemek lazım mı, emin değilim. Sağda solda “bu ne kardeşim KİMSE BAĞIRMIYOR!” minvalinde yorumlarla düşük puanlar verilmiş kritikler görüp şaşırdığım için buraya minik bir uyarı koymak istedim sanırım: Sky Void of Stars bir doom veya progresif metal albümü diye dinleyeceksiniz hiç vakit kaybetmeyin derim.

Neredeyse her Katatonia albümünde olduğu gibi yine bir-iki doldurma şarkı, kendini tekrar eden kalıplar, diskografinin farklı yerlerinden reprodüksiyonlar ve sadece önündeki/arkasındaki parçayla birleştirip sözlere odaklanınca anlam kazanan besteler yok değil. Bir de tabii artık grubun bir geleneği olduğu üzere yine bonus şarkının vanilla versiyondaki bazı parçalardan daha iyi olması durumu var. Bir çeşit trollük herhalde ya; defalarca aynı şeyi yapmanın tesadüfle veya iş bilmemekle bir ilgisi olamaz çünkü. Ne yapın edin, Absconder‘e de kulak kabartın mutlaka.

Özetlemek gerekirse Katatonia’nın müziği hatırlaması ve iyi yaptığı şeyleri 30 küsür yılın olgunluğuyla damıtıp rafine bir halde sunması, bu kalibredeki veteran gruplardan beklediğim(iz) tek şey zaten; Sky Void of Stars da herhangi bir Katatonia hayranını (ilk iki albümden sonra bozducular hariç) tatmin edecek kadar güçlü bence. Genel hatlarıyla boynumuzu büktürmeyen, biz Katatoniaperverleri ele güne rezil etmeyen Sky Void of Stars‘dan razıyım. Hatta Renkse’nin gökyüzü her zamanki gibi karanlık (bkz. albüm adı) ama buradaki birkaç şarkı, Katatonia sevdalılarının gökyüzünde parlayan birer yıldıza dahi dönüşebilir zamanla.

80/100


Become a patron at Patreon!

Korhan Tok

Üniversiteden sonra metali bırakmadım.

Bir Yorum Bırakın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.