MMXX – Sacred Cargo
2020.
Kimsenin pek iyi hatırlamadığı, “biz neler gördük be kardeşim,” geyiklerinde karantina ve pandemi başlıkları açılmasını sağlayan bu uğursuz sene, evde oturan müzisyenlerin hayata tutunma çabası olarak pek çok yeni projeye de şahit olmuştu. Bugün konuşacağımız çok uluslu, kıtalara yayılmış MMXX de onlardan biri. Okur ve PATREON destekçimiz iamnotawakeyet, birçoğumuzun gözünden kaçan bu ilginç projeyi masaya yatırmamı istedi ve işte buradayız.
Metalperver’e destek olmak ve çeşitli hoşluklarını deneyimlemek için siz de PATREON‘da aramıza katılmayı düşünebilirsiniz, diyelim ve çift maskeyle güç bela nefes alıp dakika başı dezenfektanla yıkandığımız günleri yeniden hatırlayalım bakalım.
Andrea Chiodetti (THE FORESHADOWING), Jesse Haff (DAYLIGHT DIES, GÖKBÖRİ) ve Egan O’Rourke (DAYLIGHT DIES) üçlüsünün hayata geçirdiği MMXX, Avrupa ve Amerika arasında gidip gelen bir tür all-star doom metal projesi. Müzik bu üçlünün elinden çıkıyor. Melodik doom, death/doom ve gotik metal çerçevesinde, bazen rock müzik çizgisine de yaklaşan melankolik bestelere hayat veren vokalist listesiyse bir hayli kabarık ve aslında MMXX’i konuşmaya değer kılan da bu biraz.
SWALLOW THE SUN‘dan MY DYING BRIDE‘a, NOVEMBRE‘den AUTUMN’S END‘e, ANTIMATTER‘den Dan Swanö‘ye kadar uzanıyor konuk vokalist listesi. Albümde vokal içeren 9 parçadan (bir tane de kısa, enstrümantal bir ara faslı var) 8’inde mikrofon farklı isimlerde. Bir tek Faint Flickering Light’ta mal sahiplerinden Jesse Haff geçmiş vokale ki o da sadece tek bir şarkıda olduğundan aslında Jesse’nin kendi şarkısına konuk olduğu bile söylenebilir, haha.
Çeşitlilik ve bütünlük arasında denge kurmak hiçbir zaman için pek kolay değil ve vokal gibi özellikle dinleyici tarafında müziğin belki de bir numaralı unsuru olan departmandaki kalabalık, albümün Arnavutköy’deki lüks bir balıkçının oldu bittiye getirdiği, haddinden fazla doldurduğu iskelesi gibi çökmesine neden olabilirdi. MMXX birilerine para yedirip meseleyi örtpas çalışmaktansa ciddi ciddi kafa patlatmış ve şöyle bir çözüm bulmuş: Her bir vokalistten pandemi sürecinin ve karantinanın kendi üzerindeki etkisini yansıtan sözler yazmasını istemişler. Vokal değişse de parçalardaki tema ve duygu değişmiyor. Yalıda oturan Sabancı çocuğu değilseniz rahatça empati kurabileceğiniz pandemi odaklı sözler de bir tür bütünlük sağlıyor ister istemez. Kalabalık ve bir albümden çok “compilation”, yani toplama hissi ayyuka çıkabiliyor hala ama biçimde farklılaşsa dahi içerik sabit, diyebiliriz.
Hatta birkaç parça birbirine o kadar benziyor ki Sacred Cargo’nun yükünü ağırlaştırıyor biraz. Chiodetti’nin gitar stili, bence biraz da o bütünlük havasını vermek için tekrara düşüyor. Örneğin Faint Flickering Light ve The New Forgotten Ones’ı kulaklarınızı vokale kapatarak dinleyebilirseniz neredeyse aynı şarkı olduklarını fark edebilirsiniz. Tempo, trafik ve tansiyon tarafında da temeli sabit tutup topu vokalistlere atmış Chiodetti.
Bu pek de büyültecek bir sorun değil aslında. Vokal performansları hem çok önde hem de konukların yaratıcı sürece dahil edilmesi durumu “konuk” sakilliğini ortadan kaldırıp organik, gerçek bir duygu katmış şarkılara. Hal böyle olunca armudun çöpü, üzümün sapı eleştirileri boşa düşüyor beste tarafında.
Cephanesindeki tüm silahları tek tek ateşleyip müziği tümüyle ele geçiren Aaron Stainthorpe, My Dying Bride’ın ne kadar eşsiz ve ayrıştırılabilir olduğunu gösterirken konuk keman ve direkt MDB tarzını yansıtan ağır tempo bol ataklı davullar da isim parçasının yıldızlaşmasını sağlamış. Bir MDB severseniz bu parçaya çok coşacağınıza eminim. Canım Aaron.
Öne çıkan bir diğer isimse 2 şarkıda yer alan Mick Moss. Biraz daha çevreci ve bütünü gözeten sözlerini akılda kalıcı vokal melodileriyle birleştirmiş Moss. Özellikle Perdition Mirror’ın nakaratı dikkat çekiyor ama The Tower’ın KATATONIA vari atmosferini es geçmemeli. Aynı atmosfere, dörtlükleri kendine has kükteyişlerle ürkütücü kılan Kotamäki’nin (Swallow the Sun) sürüklediği açılış parçasının death metalden rock sularına kayılan nakaratında da rastlamak mümkün.
Kağıt üstünde durduğundan daha bütünlüklü ve daha oturaklı bir albüm Sacred Cargo. Doom sevginizin, vokal tercihlerinizin boyutuna göre belki bazı parçaları es geçip diğerlerine odaklanabilir, albümden ziyade toplama gözüyle de değerlendirebilirsiniz ama ne şekilde tüketilirse tüketilsin, kaliteli bir işçiliğe sahip olduğunu hissettirecek güçte. Ölüm korkusu ve izolasyon çekinceleri, arkasında ticari ya da imaj kaygıları barındırmayan saf bir doom eserine dönüşmüş. Ne yaşadığımızı hatırlamak, psikolojik hasarı hala telafi edilmediyse belki kolektif bir güç bulmak adına kıymetli bir iş. Sevdiğimiz müzisyenleri biraz olsun oyaladıyda o bile bir şeydir zaten, öyle bakmak lazım belki de.