Makale

Deathspell Omega Konsepti – The Furnaces Of Palingenesia: Özgürlükten Kaçış

Merhaba.

Metalperver okurlarından ve PATREON destekçilerinden Duodenum, daha önce The Synarchy of Molten Bones albümü üzerinden hazırladığı özenli Deathspell Omega yazısının bir benzerini bu defa grubun 2019’da çıkardığı The Furnaces of Palingenesia hakkında kaleme almış. Deathspell Omega seviyor, derinlemesine öğrenmek istiyorsanız veya grubun neden bu kadar abartıldığını ve sanatsal bir değer olarak görüldüğünü merak ediyorsanız bu iki yazı Deathspell Omega’yı anlamanıza yardımcı olacaktır mutlaka. Ayrıca bahisleri geçtikçe mavi mavi ışıldayacaklar ama topluca şuradan ulaşabileceğiniz üzere sitede DSO ile ilgili epey bir şeyler var, onlara da kurcalayabilirsiniz. Ellerine sağlık Duodenum diyor, pisti kendisine bırakıyorum:


We will grant you freedom from freedom

Soğuk Savaş’ın bitmesi ve Fukuyama’nın tarihin sonunu ilan etmesinin üzerinden sadece 21 yıl geçmesine rağmen ikinci bir soğuk savaşın eşiğine geldik ve belki de girdik bile. Gelecek tahminleri konusunda 1984 de Cesur Yeni Dünya da belli konularda haklı çıktı. Dünyanın her yanında popülizm ve milliyetçilik tekrardan güç kazanırken tarihin sonunda değil sıradan bir anında olduğumuz kesin gibi görünüyor.

2019’da The Synarchy of Molten Bones üzerinden Deathspell Omega’nın işlediği temalar üzerine bir yazı kaleme almıştım. Bu Furnaces’ın çıkışından ve röportajların yayımlanmasından önceydi. Geriye dönüp baktığımda bazı noktalarda grubun mesajını yakalayıp bazılarında tamamen ıskaladığımı görüyorum. Cultneverdies röportajlarında yazımın aksine biyolojik veya sosyolojik herhangi bir determinizm lensinden bir Deathspell Omega okumasının açıkça saçmalık olduğunu belirtiyorlar. Öte yandan dünyaya ait olmak hem grubun kendi tabirleriyle ikinci dönemleri, hem de The Long Defeat’le başlattıkları üçüncü dönemlerinin ana teması gibi duruyor. Grubun kendi işlerini okuyucuya tutulan bir ayna olarak gördüğünü düşünürsek en azından kendi adıma amaçlarına ulaştıklarını söyleyebilirim. 3 yıl aradan sonra The Furnaces Of Palingenesia üzerinden bir Deathspell Omega okuması daha yapmak istedim. Albüm de röportajlar da burada kapsadığımdan çok daha fazla boyutlu ve başlamadan önce söylemeliyim ki albümü sadece biraz daha hakimi olduğum dört pencereden inceledim. Meraklı okuyucuya yararlanılan kaynaklar bölümünde adını verdiğim eserlere, doğrudan grubun röportajlarına ve şarkı sözlerine başvurarak bu labirentin içine dalmasını tavsiye ederim.


Yeni İnsan

Hearken now : «Everything is degenerate as it leaves the hands of the Author of nature; everything becomes good in the hands of Man» – Neither Meaning Nor Justice

Synarchy’nin kapanışındaki sözler Milton’un Kayıp Cennet’inde Ölümün Dünyada avlanmak üzere serbest bırakıldığı kısma bir göndermeydi ve bazı ruhani gerçekliklerin dünyadaki tecessümlerine odaklanmaya niyetli olduğumuzu duyuruyordu.

– Bardo Methodology Röportajı

Modern bilimin tarihini insanın evrenin merkezinden kademeli olarak uzaklaştırılışının tarihi olarak okumak mümkün. Kopernik’in Dünya’yı Güneş sisteminin merkezinin dışına çıkarmasıyla başlayan süreç Newton’la yerin yasalarının göğün yasalarıyla aynı olduğunu göstermiş, Darwin’le insanı biyolojinin, Marx’la sosyolojinin kenarına atmış, Freud’la kendi zihninin bile merkezinde olmadığını iddia etmişti. Bugünlerde Tononi bilincin bile insana özgü olmadığını, Northoff ise bildiğimiz anlamda zihin diye bir şeyin olmadığını iddia ediyor. Tanrının ölümüyle insanın ne olduğu sorusunun cevabı ortadan kalkmış, bu boşluk modernizm sonrası ideolojiler tarafından doldurulmak istenmişti.

Bilimsel düşüncenin insanı doğanın içinde kenara yerleştiren ideolojisi modernist düşüncede iki farklı şekilde yankı buldu. Spinoza ontolojiyi “Tanrı veya Doğa” olarak özetleyerek tüm evrenin aslında tek bir tözden ibaret olduğunu iddia ederken Rousseau insanı doğadan ayrı tutarak Tanrı-İnsan ikiliğini yeniden üretiyordu. İnsanın doğayı fetih ve ıslah etmesini esas alan hümanist düşünce endüstriyelleşmenin de kılıfını hazırlayacaktı. Yeni İnsan artık doğanın merkezinde değil karşısındaydı ve kendi yok oluşunun tohumlarını da içinde taşıyordu. Doğanın tahribatı ve insanın kendine yabancılaşması hümanizmin bir yan etkisi değil tam tersine doğal sonucu.

Famished for breath,

an angular neck and eyes aghast,

the effulgence of Horror in this New World

is without peers.

New World’ün büyük harflerle yazıldığına dikkat etmek gerek. Yeni İnsan, Yeni Dünyanın, daha doğrusu dünyanın yeniden çerçevelenişinin insanı.

Thou shalt celebrate the conception and rise

of the New Man, to whom all he eats or drinks

is propagated malediction,

a Man pregnant with infernal flame,

standing on the devastation

of all things past. – Famished for Breath

Öte yandan yeni insan kim? İnsanın doğadan koparılması onun sabit ve kurallara bağlı doğanın aksine değişken bir yapıda olduğunu varsayıyor. Bu da faşizmden komünizme ütopyacı her ideolojinin asla ulaşılamaz bir hedef koyabilmesine olanak sağlıyor. Hepsinin ortak hatasıysa Tanrının ölümüyle boş kalan tahta insanı oturtmak.

The perfectibility of human nature is infinite: we shall therefore nurture infinite dreams with infinite amounts of blood. – Ad Arma

Davranış Bilimi

Çalışma üzerine kurulu bir toplumun son aşaması üyelerinden bireyin yaşamı türünkinden farksızmışçasına tamamen otomatik bir işleyiş bekleyecektir. Bireyin alması gereken tek atktif karar akışına bırakmak, bir nevi bireyliğinden vazgeçmek, birey olarak hissettiği acı ve yaşamın getirdiği kaygıları bırakmak ve uyuşmuş, sakinleştirilmiş işlevsel bir davranış tipine razı gelmek olacaktır. Modern davranışçı teorilerdeki sıkıntı yanlış olmaları değil doğru olabilecek olmaları, modern toplumdaki bazı bariz trendlerin en iyi kavramsallaştırmaları olmalarıdır. Eşi benzeri görülmemiş ve umut verici bir insan aktivitesiyle başlamış modern çağın tarihin gördüğü en ölümcül, en steril pasiflikle sonlanması gayet makul görünüyor.

– Hannah Arendt, The Human Condition, 1958

We shall trick you into believing in the idea of progress by replacing outright torture with subtler forms of domination, far more pervasive and efficient: even the Voice from the Whirlwind shall be struck silent by stupor. 

– Standing on the Work of Slaves

Temelde iki boyutlu uzayda iki noktadan geçen bir doğru çizme işleminin keyfi sayıda boyutlu bir uzayda keyfi sayıda noktadan geçen keyfi bir şekil çizme olarak genellendiği makine öğrenmesi sadece istatistiğe değil pazarlamadan psikolojiye, sosyal medyadan robotiğe ve daha nice alana paradigma değişimi denebilecek kadar güçlü bir etkide bulundu. Artık usta ressamlardan ayırt edilemeyecek kadar iyi resim çizebilen, satranç şampiyonlarını yenebilen, beynin nasıl çalıştığını öğrenerek uzuvları ona göre hareket ettiren yapay zekalara sahibiz. Bu metodun bu kadar iyi çalışmasının sebebi doğanın kurallara bağlı olması. Yapay zeka semantik anlamda herhangi bir anlam yüklemeden değişkenler arasındaki ilişkileri keskin kurallara dökebiliyor ve bu kuralları uygulayarak çıktılar elde ediyor. Tek ihtiyacı olansa çok fazla miktarda veri. Veri az olduğunda makinenin ürettiği modelin genellenebilirliği ve tahmin gücü de azalıyor.

Dışarıda arkadaşımızla konuştuğumuz ürünü aynı günün akşamı reklam olarak karşımızda görmemiz de yine makine öğrenmesinin marifeti. Konuşmamız, arama geçmişimiz, gezdiğimiz yerler, girdiğimiz internet siteleri, sosyal medya beğenilerimiz, hepsi makineye yedirilmesi gereken birer veri. Shoshana Zuboff Gözetleme Kapitalizmi adını verdiği yeni bir kapitalizm çağına girdiğimizi iddia ediyor. Kapitalizmin mantığı yığma ve biriktirme. Seri üretime dayalı endüstri kapitalizminde endüstri araçları yığılıyordu. Finans kapitalizminde hisseler yığılmaya başlandı. Bugünse tüketicinin davranışlarını tahmin etmeye yarayan veri yığılıyor.

Yapay zeka araştırmalarının öncüsü ve şaşırtıcı olmayan bir şekilde en çok kar eden şirket olan Google’ı ele alalım. Google’ın ham maddesi kullanıcı verileri, ürünüyse reklamlar. Reklamların alıcılarıysa Google’ın kullanıcıları veya çalışanları değil, reklam veren şirketler. Kapitalizmin bu yeni formu aynı zamanda bir kırılma. Endüstri kapitalizminin çalışanları aynı zamanda müşterileriydi, dolayısıyla endüstri şirketleri alıcılarının ürünlerini almasını garantilemek için aynı zamanda çalışanlarının alım gücünü de düşünmeliydi. Gözetleme kapitalizminde ise farklı bir ilişki mevcut. Google ve diğer teknoloji şirketlerinin hayatımızı kolaylaştırmasına karşılık mahremiyetimizi veriyoruz. Çalışanlarının bilgisayarlarına fare hareketlerini izleyen yazılımlar yükleyen şirketler çok da şaşırtıcı gelmiyor artık.

Yeni kapitalizmle yeni bir anlaşma şekli de doğuyor böylece. Bugüne kadar karşılıklı rızaya dayalı olduğu varsayılan veya olmadığı için eleştirilen kontratların yerini bir tarafın sürekli gözetlendiği bir form alıyor. Arendt karşılıklı verilen sözün güç kullanılarak istediğini yaptırmaya tek alternatif olduğunu ileri sürüyordu. Yeni modelde ise söze gerek kalmıyor. İnsan halihazırda gözetlenmesi ve kontrol edilmesi gereken bir canlı. Google’un baş ekonomisti Hal Varian herhangi bir karşı koyma beklemiyor, Beyond Big Data isimli konuşmasında alıcıların sunduğu rahatlıklar karşılığında seve seve gizlilik haklarından vazgeçeceğini iddia ediyor. Benzer işlevsellik sağlayan açık kaynak alternatifler yerine arama motoru olarak Google’ı tercih ettiğimizi düşünürsek haksız olduğunu söyleyemeyiz. Sosyal medyanın narsisistik kaygılar üzerinden herkesi kendine bağımlı etmesi ve eksikliğinde anksiyete duyduğumuz düzeyde hayatımızın bir parçası olması, içindeki yankı odaları, baskıyı tepeden gelen dikey değil de aynı hiyerarşide yer alan insanlardan gelen yatay bir forma taşıması, tüm dünyayı birbirine bağlaması beklenirken kutuplaşmayı beslemesi gibi olgular bağlantılı fakat birçok yerde etraflıca işlendiği için burada girmeyeceğim konular.

Karl Polanyi bundan yaklaşık 70 yıl önce serbest piyasa ekonomisinin bazı kurgulara bağımlı olduğunu fark etmişti. İnsan hayatı emek olarak kurgusallaştırıldığında hayatın bir bölümü para karşılığı satılabiliyordu. Doğanın gayrımenkul olarak kurgulanmasıysa toprağın ve üzerinde yaşama hakkının metalaştırılmasını doğurdu. Alışverişse para adlı kurguya dayanıyor. Zuboff Gözetleme Kapitalizmiyle birlikte dördüncü bir kurgunun doğduğunu iddia ediyor. Bu defa gerçekliğin ta kendisi davranış olarak yeniden kurgulanarak metalaştırılıyor. Yeni meta tüm davranışlar hakkında veri. Böylece veri de alınıp satılabiliyor, manipüle edilebiliyor ve davranışların yeniden programlanmasında kullanılabiliyor. Gözetleme kapitalizminin mantığında kavram olarak bireyler yok, sadece tüm dünyayı kapsayan veriden oluşan bir organizma ve kümenin ögeleri gibi bu organizmanın küçük ögeleri olan yeni insanlar var.


Varoluşsal Bir Korku Olarak Özgürlük

Bireyleşmiş insanın dünyayla ilişkisinin üretken tek bir çözümü vardır: diğer insanlarla aktif bir birliktelik ve kendisini dünyayla özgür ve bağımsız bir birey olarak bağlantılandıran sevgi ve üretimi. Fakat eğer ekonomik, toplumsal ve siyasal şartlar bu bahsettiğimiz bireyleşmenin gerçekleşmesine bir zemin sunmazsa ve aynı zamanda insanlar da onlara güven hissi veren bağlarını kaybettiyse özgürlük dayanılmaz bir yük haline gelir. Şüpheyle özdeşleşir ve kişiyi anlam ve yönelimden yoksun bir hayata sürükler. Bu durumda kişiyi bu özgürlükten kaçmaya, başka insanlara boyun eğmeye sürükleyecek veya özgürlüğü pahasına bu belirsizlikten kurtulmasına yardımcı olacak güçlü güdüler açığa çıkar.

– Erich Fromm, Özgürlükten Kaçış, 1941

They shall be provided with comfort to the point that they’d rather be raked over glowing coals than to ever face their gaping inner voids again. The chief passion, the utmost demand of the frustrated is to belong and there is never too much cementing or binding to satisfy this howling passion.

– Splinters From Your Mother’s Spine

Modern bilimin insanı merkezden kenara koyması varoluşçuluğun da zeminini hazırlayacaktı. Sartre, Heidegger gibi düşünürler dünyaya fırlatılmışlığımızı özgür olmaya mahkumiyet olarak yorumlayacaktı. Psikanalist Erich Fromm ise probleme iki açıdan bakacak, negatif özgürlük (‘freedom from’) ve pozitif özgürlük (‘freedom to’) olarak iki çeşit özgürlük mücadelesi tanımlayacaktı. Sartre’nin anladığı anlamda özgürlük, yani negatif özgürlük bireylere diğer bireyler veya kurumlar tarafından uygulanan baskı ve kısıtlamaya karşı mücadelenin amacı olan özgürlüktü ve bu özglürlük pozitif özgürlük, yani yaratıcı eylemlerde kişinin kendini var etmesiyle birlikte olmazsa sadece yıkıcı bir kuvvetti. Bu durumda bu özgürleşmenin kendi çocuklarını yiyen yeni efendiler yaratması kaçınılmazdı. Fromm özgür olmanın hastaları üzerinde yarattığı kaygıyı birinci elden gözlemleme imkanına sahip olmuş, dolayısıyla bu kaygıdan kaçmak için insanın neleri göze alabileceğini de inceleyebilmişti. Gerek sekülerleşen dünyada New Age dinlerinin ortaya çıkması, gerek farklı  devrimlerin kendi otoriter sınıfını icat etmesi bu açıdan yorumlanabilir. Tek başıne ele alındığında özgürlük pek de keyifli bir şey değil.

Irvin Yalom

Fromm’a göre mazoşizm ve sadizm bir aynanın iki yüzü. Mazoşist bir otoritenin boyunduruğuna girerek özgürlüğünden vazgeçerken sadist bütün eylemlerini otorite kurmaya yoğunlaştırarak kendi benliğinden, bireyliğinden vazgeçiyor, kendini sadistik ilişki içinde tanımlıyor. Sadist pek çok hastasının mazoşistik özellikler de göstermesini, ve mazoşistlerin de aynı şekilde sadizme meyilli olmasını bu iddiasını destekler bir bulgu olarak görüyor.

Irvin Yalom’un özgürlüğü ölüm, izolasyon ve anlamsızlığın yanında insanın dört temel kaygısından biri olarak koyması da boşuna değil. Freud’un teorisini üzerine inşa ettiği kısıtlama ve yasaklar sonucu oluşan nevrozlar klinikte giderek daha az karşılaşılıyor. Bunun yerini Yalom’a göre özgür olmanın getirdiği kaygılar, kilitlenmeler ve özgürlükten kaçış manevraları; Kernberg’e göreyse kimlik çatışmalarının getirdiği narsisistik problemler alıyor.

Böylece insan bir kez daha çatışan iki dürtünün arasında konumlanıyor. Bir tarafta modern düşünce insanı özgür olarak yeniden kavramsallaştırıp özgürlüğü bir ülkü olarak belirlerken diğer yanda üzerinde durduğu zeminin altından çekilip alınması insanı boşluğun tam merkezine koyuyor. Bu ülküye uyarak kendini özgürleştirmek için sürekli bir çaba sarfeden insan aynı zamanda özgür olmanın beraberinde gelen yükü de sırtlamak zorunda kalıyor. Sartre’nin bulantı olarak tanımladığı bu zeminsizlik hissi yeni insanın baskın hissi. Çözümse Yalom’a göre özgürlüğün getirdiği sorumluluğu kabul etmek. Sorumluluğun gerek otoriteye boyun eğerek gerekse haz peşinde oyalanmalarla reddi, yani özgürlükten kaçış bulantıya karşı geçici çözümler sağlasa da uzun vadede özgürlüğe kaçtığımız başlangıç noktasına bizi geri getiriyor.


İnsanın Yaratıcısı Olarak Şeytan

Ey parlak yıldız, seherin oğlu, göklerden nasıl da düştün! Sen ki milletleri devirdin, nasıl da yere yıkıldın! Kendi yüreğinde derdin: Göklere çıkacağım, tahtımı Tanrı’nın yıldızlarının üzerine kuracağım, ilahların toplandığı dağda oturacağım. Bulutların yüksek yerleri üzerine çıkacak, kendimi Yüceler Yücesi’yle eşit kılacağım. Ancak ölüler diyarına, ölüm çukurunun dibine indirilmiş bulunuyorsun.

– Yeşaya 14

İki kez insan suçların en büyüğünü işledi: doğaya, ve dolayısıyla yaşama karşı mutlakiyetçi bir savaş açarak ve doğayla bağını koparıp insanı geri kalan her şeyin üzerine koyduğu, bununla ne kadar miyopik ve düşüncesizce de olsa insanın çıkarlarına hizmet eden her şeyi meşrulaştırdığı antroposentrik bir dünya görüşünü inşa ederek.

– Bardo Methodology Röportajı

Lucifer’in Düşüşü – Gustave Dore

1841-1845 yılları arasında Joseph Schelling; katılanlar arasında Kierkegaard, Bakunin, Humboldt ve Engels’in de bulunduğu derslerinde Kant’ın yetersiz kaldığı bir sorunu çözmeye çalışıyordu. Düşünen öznenin düşüncesinin nesnelerinden bağımsız olduğu Descartes’çı görüşü reddeden Kant öznenin özgür olduğunu ileri sürmüş fakat determine doğa ve özgür öznenin iki farklı töz olması problemini çözememişti. Doğayı, öznelerin bilişi sonucu var olan görüngüler ve görüngülerin kaynağı olan ama mahiyetini asla bilemeyeceğimiz kendinde-şeyler olarak yeniden tanımlamak doğayı deneyimleyen öznelerin nasıl var olabildiği sorusuna kartezyen dualizmi farklı bir şekilde yeniden üretmeyen bir açıklama getirmiyordu. Fichte soruna kendinde-şeyi reddedip tüm doğayı öznenin görüngüleri olarak yeniden tanımlayan idealist bir çözüm önermişti. Spinoza ise doğayı birtakım yasaların toplamından fazlası, özünde subjektif, deneyimleyen bir doğa olarak tanımlayarak ikiliği aşmayı amaçlıyordu.

Spinoza’nın düşüncesi Schelling’e göre mutlak/şartsız olan Tanrı/Doğa neden kendini şartlara bağlı dünyada gösteriyor sorusuna cevap veremiyordu.  Başlangıca özgürlüğü koyduğundaysa özgürlüğün anlamlı olabilmesi için üzerinde iradede bulunabileceği şartlara bağlı, özgür olmayan bir şeyi varsaymalıydı. Hayatı boyunca bu ikiliği aşmaya çalışan Schelling, sonunda “bugüne kadarki modern felsefenin ortak hatası”na bir alternatif sunmuştu. Bu hata bilincin doğaya sadece mantıksal, ontolojik olmayan bağlantısıydı. Bu bağlantı doğanın bilinçten sonra geldiğini, bilinç ve dünyanın birbirine öteki olduğunu varsayıyordu. Hegel dünyanın kendini ifade edişini akıl olarak görüyor, bunun dünyanın kaçınılmaz sonucu olduğunu öne sürüyordu. Schelling ise insan aklının kendi varlığını açıklayamayacağını iddia ediyordu. Akılla değil, varlığın zorunlu olmaması, keyfiliğiyle başlamalı, varlığın gerçek doğası değil sadece bir parçası olan akılla onu anlamaya çalışmalıydık.

Joseph Schelling

Kant’in özneyi merkeze koyan anlayışının aksine Schelling doğa felsefesinde başlangıca ışık ve yerçekimi olarak saptadığı biri genişleten diğeri daraltan iki kuvveti koyuyordu. Bu iki kuvvetin geçici olarak dengelenmesi materyal dünyayı ve içindeki iki kuvveti, elektrik ve manyetizmayı oluşturuyordu. Elektrik ve manyetizmanın dengesi kimyayı, hassasiyet ve irritabilite ikiliğini; bunların dengesi yaşamı, kendilik bilinci ve dışa yönelik bilinci inşa ediyordu. Schelling farkında olmadan hem elektrik ve manyetizmayı birleştiren Faraday’i, hem psikanalizi, hem de dinamik sistemler teorisini öngörmüştü. Mevzubahis problemi de doğayı bir nesneler değil de süreçler bütünü olarak kavramsallaştırarak çözmüştü.

Schelling’in doğa felsefesindeki en önemli nokta bilinci doğanın içine ve kenarına yerleştirmesi. Bu manevrayla özgürlüğün doğanın bir parçası olduğunu iddia ediyor ve insanın özgürlüğü problemini de aştığını düşünüyordu. Akılsa doğanın sadece küçük bir parçası olarak doğayı anlamaya yeterli olamazdı, fakat kullanışlı olduğu da inkar edilemezdi. Sonuçta sadece aklı incelemek bile doğayı incelemek sayılırdı. Bu yönüyle hem rasyonaliteyi mutlak ulaşılacak nokta olarak gören Hegel’den, hem de bir çıkmaz olarak gören Nietzsche’den ayrılıyordu. Öte yandan aklın aklı anlamada bile yetersiz kalacağını da iddia ederek psikanalizi de müjdeliyordu. Schelling’in bu eleştirileri modernizmin de hatasını ortaya koyuyordu. İnsan aklını doğanın üzerine koyan hümanizm Schelling’e göre “üzerinde yaşadığı zemini inkar ediyor”du.

Bu yeni doğa felsefesinin etik bazı sonuçları da var. Schelling, İnsan Özgürlüğünün Özü Üzerine Felsefi Soruşturmalar adlı makalesinde kötülüğün bir şeyin eksikliği, bir noksanlık olmadığını, insan varoluşunun zemini olduğunu iddia ediyordu. Bu Schopenhauer’in kötülüğün noksanlığında iyi olmayı hissettiğimiz karamsar görüşten farklı bir iddia. Vahyin Felsefesi’nde Şeytan’ı “yaratılmamış ihtimallerin kaynağı”, “gerçekleşmeye dönük sonsuz açlık” olarak tanımlayıp şöyle devam ediyordu:

“Onun doğası sonsuz bir hırs, bir iştah ve özlemdir. Kirli ruh insanların dışındayken çölde susuz kalmış gibi mümkün olanları gerçekleştirebilecek insanları arar. Bu gerçekleştirmeye yönelik susuzluğu onun için bir işkencedir. Huzuru arar ama asla bulamaz. Onun açlığı ancak insan iradesine girmenin bir yolunu bulduğunda yatışır.”

Eyyüb kıssasında Şeytan Schelling’in bu yeni tanımlamasıyla görülebilir. Şeytan’ın hikayedeki rolü sadık bir kul olan Eyyüb’ün aslında asi olabilmesi ihtimalini gerçeğe dönüştürebilmektir. Bu yönüyle Şeytan kendisinden yukarıdakileri aşağı çeken hasetin cisimleşmiş hali, düşmandır. Peki Şeytan’ın kötü olduğu söylenebilir mi? Onun hikayedeki tek rolü Eyyüb’ü kötü bir duruma sokarak eski halinin iyiliğini ortaya koymaktı. Saf, iyilik halini bozan kötülük öyleyse aynı zamanda varlığın, herhangi bir edimin de ilk şartı. İmkanları gerçekliğe dönüştüren Şeytan olmadan iyilikten bahsedilemez. Tanrının suretinde yaratılmış insanı kendi suretine sokan düşüş ve ilk günah özünde her ihtimali temsil eden Tanrının sureti yerine insanın kendi suretini koymak. Bu aynı zamanda insanın insan olarak yaratılması anlamına geliyor. Bu ilk günah işlenmeden dünyada insanların yaptığı her şey bir ihtimal, potansiyel olarak kalıyor ve asla gerçeğe dönüşemiyor. Deathspell Omega’nın Şeytan’a karşı Si Monvmentvm’dan beri devam eden ikircikli konumunu da bu çerçeveden okumak gerek. Şeytan hem insanın düşmanı, hem de insanı insan olarak yaratan varlık.

Nothing of what man can know, to this end, could be evaded without degradation, without sin – The Repellent Scars Of Abandon And Election; George Bataille

Peki Şeytan Schelling’in ontolojisinde nerede duruyor? Varlığın başlangıcını ışık ve yerçekimi olarak saptamıştık. Işık ve yerçekimi nereden kaynaklanıyor peki? Bir potansiyel olarak varlık, ışık ve yerçekimiyle gerçekliğe dönüyör. Öyleyse bu gerçekleşmenin şeytani olduğu söylenemez mi? Bu nâzemin (unground) Schelling’e göre tüm yaratımın özü. Işığın nâzeminden ortaya çıkabilmesi için aynı zamanda yerçekimi gerekli, yani Schelling’e göre Tanrı (ışık), Tanrı-olmayanı da içinde taşıyor, varlığı için ona ihtiyaç duyuyor. Nâzeminin ışık ve yerçekimi olarak ikiye yarılmasıysa ihtimaller doğasının gerçeklikler doğasına dönüşme anı.

Man, lost somewhere between the restrictive force

Of Cain and the expansive force of Abel,

Falls from his median position between Angel and Beast

Each time he ceases to desire a being superior to himself

– Kenose II

Bu ontolojiyi devam ettirip bilinç düzeyine getirdiğimizde arzular (yerçekimi) ve dile dökülmüş rasyonalite (ışık) arasındaki ikiliği görürüz. Mutlak özgür olduğunu sanan öznenin öte tarafında arzuları onu bağlar, her ediminin bu ilkel arzu ve dürtülere hizmet ettiğinin farkında olmadan kaygılar içinde kıvranıp duran özne için bu ikiliğin dengesinde bilinç oluşur. İkisinin nâzemini ise nesnesiz bir istençtir. Nesnesiz istencin sözlere ulaşması, arzusunu ifade ve rasyonalize etmesinde yine Şeytani gerçekleştirme mevcuttur. Öznenin bir türlü huzur bulamamasının sırrı ise bu nâzeminin doğası gereği nesnesiz olmasıdır. Bataille’yi bu perspektiften yeniden okursak insanın lisanın noksanlığındaki bu gerçekle karşı karşıya kalması, bu jouissanceden kaçmayıp üzerine gitmesi ancak sınır deneyimle mümkündür. İnsanın Tanrıyla ortak doğasını anlamanın tek yolu olan sınır deneyim aynı zamanda seküler bir mistisizmin ve gerçek anlamda özgürleşmenin de kapısıdır.

Breathless ecstatic experience, it opens the horizon a bit more, this wound of God; it is the assassination of the abyss of possibilities, the depths of being left to holy vultures.

Such monstrous impurity, and this incessant piety, no less revolting, cried out to heaven and they bore an affinity to God, inasmuch as only utter darkness can be likened to light.

– Bread of Bitterness, George Bataille

İnsanın günahıysa nâzemini reddederek insanı dilsel, tamamıyla rasyonel bir canlı olarak yeniden yaratmak, hem doğayı hem bilinci yaratmış dikotomileri reddetmektir. Dilsiz, kaotik, nesnesiz arzuları doğaya atfederek kendine dille doğayı açıklama rolünü biçmiş yeni insan doğaya karşı işleyeceği her suçu böylece meşrulaştırmıştır. Böyle bir ontoloji içinde yeni insanın en çok kafa yorduğu problemlerden birinin yabancılık hissi olması bu yeni ideolojinin doğal bir sonucudur.

Si Monvmentvm Reqvires, Circvmspice’den Paracletus’a kadarki süreçte Baba-Oğul-Kutsal Ruh üçlüsünü işleyen Deathspell Omega, Paracletus’un son satırlarıyla Tanrı’nın ölümünü ilan etmişti. Bundan sonraki, ve hem grup hem de dünya için hala devam eden sorun ise insanın nasıl bir ontolojik düzlemde konumlanacağı. İnsanın doğanın merkezinde olmadığına yeni insanların tamamı hemfikir olduğuna göre önümüzde baskın iki sistem var: İnsanın doğanın içinde ama kenarında olduğu sistem ve insanın doğanın dışında ve dolayısıyla karşısında olduğu sistem. Bugüne kadar modern düşünce öyle veya böyle bir şekilde ikincisini tercih etti. Fakat yaklaşan felaket iki boyutlu: doğayı boyunduruk altına alırken üzerine bastığımız zemini yok ettiğimiz gibi olmadığımız bir rolü kendimize biçmenin psikolojik yükünü de sırtlanıyoruz. Bu felaketi önlemenin tek yolu yeni insanı ait olduğu yere koymak. Bu hayati probleme vereceğimiz cevap hem tür hem de bireyler olarak kaderimizi çizecek.

Yararlanılan Kaynaklar

Bardo Methodology Röportajı: http://www.bardomethodology.com/articles/2019/06/23/deathspell-omega-interview/

Cult Never Dies Röportajı: http://www.cultneverdies.com/p/deathspell-omega.html

Reddit: http://www.reddit.com/r/DeathspellOmega/

Oizumi, Albantakis, Tononi; From the Phenomenology to the Mechanisms of Consciousness: Integrated Information Theory 3.0; PLOS Computational Biology, 2014

Georg Northoff, The Spontaneous Brain, 2018

Stanford Encyclopedia of Philosophy – Spinoza: https://plato.stanford.edu/entries/spinoza/

Shoshana Zuboff; Big other: surveillance capitalism and the prospects of an information civilization; Journal of Information Technology; 2015

Hal Varian, Beyond Big Data, 2014

Erich Fromm, Özgürlükten Kaçış, 1941

Irvin Yalom, Varoluşçu Psikoterapi, 1980

Otto F. Kernberg, Handbook of Dynamic Psychotherapy for Higher Level Personality Pathology, 2007

Footnotes2Plato – Diagramming German Idealism 4: Schelling’s Naturphilosophie: https://www.youtube.com/watch?v=ILo4QIWk45c&list=PL29llNJMc6MHMT5ZhTlgfX0CAqZkC2DKh&index=5&ab_channel=Footnotes2Plato

Stanford Encyclopedia of Philosophy: https://plato.stanford.edu/entries/schelling/

Schelling and the Satanic: On Naturvernichtung – Jason M. Wirth, The Official Journal of the North American Schelling Society, 2020

Slavoj Zizek – Abyss of Freedom, 1997


Metalperver’e destek olmak için aşağıdaki düğmeye tıklayıp PATREON sayfamıza ulaşabilir, bağışta bulunabilirsiniz:

Yazıyı/albümü değerlendirmek için:

Average rating 5 / 5. 1

Siteye destek olmak için aşağıdaki düğmeye tıklayıp Patreona göz atabilirsiniz👇
Become a patron at Patreon!

One thought on “Deathspell Omega Konsepti – The Furnaces Of Palingenesia: Özgürlükten Kaçış

  • Kalemine sağlık, siteye kazandırılan değerli yazılardan birisi olmuş.

    Yanıtla

Bir Yorum Bırakın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.