Warrior Path – The Mad King
Merhaba.
Power metal türünde başarılı olmak için söz ve müziğin uyumunun zirvede olması şart. Vokalistin ağzından çıkan her sözün, her cümlenin arkadaki o katman katman müzik tarafından besleniyor olması gerek. Büyük büyük şeylerden bahseden, parlak zırhlarıyla kötülüğü dize getirmek üzere kaslı küheylanlarını bilinmeze süren kahramanların, binlerce yıla yayılan aşkların, şan, şöhret ve zaferin öykülerini anlatırken arkada cılız, zayıf bir müzik olması düşünülemez herhalde.
İş bu noktada biraz vokalistte bitiyor gibi geliyor bana. İyi bir vokal, türden bağımsız olarak grubunu da yukarı çekiyor zaten ama power metalde, diğer türlere nazaran biraz daha belirgin bir etkisi var ve özellikle uzun süre beraber çalan gruplarda artık o vokal – müzik dengesi o kadar oturmuş bir hale geliyor ki grup için ortalama bir beste bile markasını iyi yansıtan bir şarkıya dönüşüyor ister istemez. Mesela BLIND GUARDIAN‘ın uzun süredir sadece iyi ve daha iyi şarkıları var; gerçekten de kötü tek bir şarkı yapmadılar buradan bakınca. Bütün dramalarına ve sahnede birbirlerinin üzerine işemelere varan saçmalıklarına rağmen Timo Kotipelto ve STRATOVARIUS arasında da benzer bir uyumdan söz edebiliriz. Diğer her şeyin yolunda gittiği varsayımlarda bir power metal grubunun çıkacağı seviyeyi vokalin müzikle uyumu belirliyor kısacası benim fikrime göre.
İsveçli LOST HORIZON ve bugün konuşacağımız Yunan WARRIOR PATH için de benzer bir yerden gireceğim konuya, çünkü Daniel Heiman’ın vokali hem çok belirleyici hem de nerede karşıma çıksa bu müzikte vokalin ne kadar kıymetli olduğuyla ilgili düşüncelere dalmamı sağlıyor. Öyle uzun uzadıya anlatılacak bir müziği yok aslında Warrior Path’in; The Mad King, bugüne kadar hiç duymadığınız bir heavy/power metal füzyonu sunmuyor dinleyicisine sonuçta, fakat hem Daniel Heiman’ın vokal performansı hem de onun vokalinin müzikle uyumu noktalarından bakınca etkili, doğru ve keyifli bir albümden söz etmek mümkün fazlasıyla.
Shakespeare’in önemli trajedilerinden biri kabul edilen Kral Lear’dan esinlenen The Mad King, söz bakımından biraz ilhamsız aslında. Herhangi bir değişiklik veya uyarlama yapmadan, dümdüz Lear’ı anlatıyor ve hikayeyi bilenler için sıkıcılaşabiliyor bir süre sonra. Ayrıca bir trajedi hikayesine göre iç açıcı, insanın modunu yükselten bir albüm The Mad King; daha karanlık, belki bir-iki ballad ile süslenmiş, karamsar ve kasvetli bir şeyler bekliyordum ama Warrior Path’in müziği çok daha pozitif hisler uyandırıyor insanda. Açılışta Orta Çağ havasını iyi yakalayan It Has Begun sonrasında albümün durağan bir çizgide ilerleyip Lear’ın inişli çıkışlı psikolojisini doğru yansıtmadığıyla ilgili eleştiriler de getirilebilir ama ben çok takılmadım bu konsept-müzik uyumsuzluğuna. Müziği çok sulandırmayan dozunda bulduğum efektlerle de desteklemeye çalışmışlar konsepti ve çoğunlukla çalışıyor bu efektler. Tabii yaptığınız müzik ne olursa olsun, eğer bir noktada müziği kesip konuşmaya başlıyorsanız orada bir yanlışlık var demektir ve Heiman gibi bir vokale şarkı söyletmekten ziyade konuşturmak, bu yanlışı ikiyle çarpmak anlamına geliyor, onu da söyleyeyim.
His Wrath Will Fall veya Beast of Hate gibi parçalarda daha bir çılgınlık, yıkım ve öfke patlaması beklerdim açıkçası ama aynı tempo, benzer rif kalıpları üzerinden ilerleyip parça parça öne çıkmayan, ancak tümü dinlendiğinde etkili olabilen bir albüm yazmayı tercih etmiş Warrior Path. En dramatik parça olarak Don’t Fear the Unknown oldu şimdilik; koro düzenlemeleri ve solosuyla açıkça öne çıkıyor. Avenger ise o beklediğim yüksek tempolu, çoşkulu power metali getiriyor masaya ama 7. parçaya kadar beklemeseydik keşke.
Karman çorman gidip biraz da negatife odaklandım gibi oldu ama aslında The Mad King, keyifle dinlediğim bir albüm ve bütünüyle olumlu taraflarını konuşmak için elbette Heiman’ın vokallerini almalıyız merkeze. Heiman’ın armonik vokalleri albümün yıldızı kesinlikle. His Wrath Will Fall‘un nakarat öncesi çığlıkları, The Last Tale‘deki tizleri ve albümün genelinde müzikten rol çalmadan başrol olmayı becerebilmiş performansıyla hem yormayan hem de kendine konsantre olmayı sağlayan harika bir vokali var Heiman’ın. Çift gitar ile NWOBHM yoğunluğu arttığında iyice tadından yenmez oluyor ki zaten buralarda da yazının başında bahsettiğim o vokal-müzik uyumluluğu iyice ayyuka çıkıyor. Beste yapıları da SAVATAGE‘dan IRON MAIDEN‘a, RIOT‘tan MANOWAR‘a uzanan geniş bir yelpazede olunca metalin bu taraflarını sevip bu albümü sevmemek, biraz zor.
İçime sinen bir kritik olduğundan emin değilim ama bu da böyle oldu. Eğer heavy ve power metale ilginiz varsa The Mad King‘de dikkatinizi çekecek çok şey bulacağınıza eminim. Biraz basit, biraz yavan bir iş ama günün sonunda açlığı gideriyor mu, gideriyor. Bu türde böyle yemek bulmuşken sofradan aç kalkmaya gerek yok.