Wormwood – The Star
Merhaba.
Sitede üç incelemesi bulunmasına rağmen hala bir tanıtıma ihtiyaç duyduğuna düşündüğüm İsveçli melodik black metal topluluğu Wormwood, şahsi fikrimce bir türlü beklenen patlamayı yapamayan, her albümde bir şeyleri biraz biraz yapıp biraz biraz yapamadığı için insanı sinir eden Türkiye Milli Takım gibi varlığı dert, yokluğu yara bir grup. 2014’te kurulan bu görece yeni arkadaşlar, 10 yıllık kariyerlerine 4. albümü sıkıştırmayı başardılar yakın zamanda ve ben de bir kez daha kendileri hakkında birkaç kelam etmek üzere bilgisayar başındayım.
Açılış ve kapanışta İsveççe, orta bölümdeyse İngilizce parçalarla ilerleyen The Star, Nattarvet ile başlayan ve 19. yüzyılda başlayan bir kıtlık ve sonrasında yaşananlarla insanlığın, dünyanın sonunu getirecek bir süreci anlatan konsept üçlemenin final bölümü. Pek çok konsept albüm gibi inişli çıkışlı; bazen agresifleşen, bazen epey durgun ve melodik besteler içeriyor.
Atmosfer/melodi arasında kendince bir denge tutturan Wormwood, benim için en çok tremolo black metal gitarlarının melankolik pasajlara evrildiği, ardından tekrar hayal kırıklığı ve öfkeden oluşan bir patlama yarattığında etkileyici oluyor. Artık her şeyin sona erişinden bahseden parçalarda bu melankoli damarı elbette yoğun. Hal böyle olunca da daha ilk bir-iki dinlemede The Star‘ın atmosferine kapılıp gitmek pek zor değil. Akılda kalıcı, birbirine yakınsayan ve tekrar hissiyle birlikte bir bütünlük algısı oluşturan melodik gitarlar, albümün bel kemiğini ve can alıcı noktasını oluşturuyor.
Öte yandan daha atmosferik geçiş anlarında grubun çok daha geriye, 70’lere uzandığını ve PINK FLOYD vari işlere daldığına şahit oluyoruz. Açılış parçası Stärnfall‘ın 2. yarısındaki gibi, kapanıştaki Ro‘da olduğu gibi kozmik diyarlarda gezintiye çıkılan bas ağırlıklı, melankolik gitar sololarıyla bezeli yumuşak pasajların sayısı azımsanmayacak ölçüde. Grubun folk unsurlarını büyük oranda terk edip (Suffer Existence‘daki keman detayları hoş gerçi) o boşluğu bu tip bir space/prog rock ile doldurması, The Star‘ı enteresan bir noktaya çekmiş. Benzer şekilde arka plandaki synth. ve yer yer girip çıkan kadın vokal de çeşitliliğ arttıran diğer unsurlar.
The Star‘a dair temel eleştiri noktasıysa albümün tamamına etki eden bir durgunluk, kabullenmişlik hali olabilir. Nine’ın yırtıcı vokali, daha ısırgan gitarlar ve davullarla sık sık vites yükseliyor, evet, fakat bu vites yükselimi hiçbir zaman black metalin o saf öfkesini yansıtacak düzeyde çarpıcı bir seviyeye çıkmıyor. İlk parçanın bazı kısımlarında neredeyse o arzulanan sıcaklığı hissettirse de albümün devamında pek o taraflara uğramıyorlar bir daha. Daha ziyade melankolik gitar kalıpları etrafında gezinip tümleşik bir gitar akıcılığıyla ne yapalım, ölüyoruz be abi tarzı bir melankoli basıyor. Parçalar, keskin geçişlere ve yeniliklere yer verilmemesine rağmen uzun tutulmuş; bu da bir noktadan sonra benzer temalar etrafında gezinme işini durağan, monoton bir hale sokuyor. Şöyle 10 dakika daha kısa sürse, tıpkı bir yıldız dünyaya çarptığında olacağı gibi pat diye bitiverse, çok daha keskin ve etkili bir final yaşatabilirmiş Wormwood.
Bence Wormwood, ilk albümün yakınlarına yaklaşamadı bu üçlemede ve artık nihayet bittiğine göre umarım bir sonraki albümde tekrar ilk günlerindeki tazeliği, heyecanı hatırlatan bir şeyler çalmaya başlarlar. Genel hatlarıyla bu üçlemedeki hiçbir albüme kötü diyemiyorum; fakat güçlü anlar ve hatırda kalan parçalar/melodilere rağmen herhangi bir tanesi için kesin dinlemelisiniz de diyemem. Melodik black metali çok, çok seviyorsanız Wormwood son yıllardaki iyi alternatiflerden biri, fakat The Star‘ın hafızamı uzun bir süre işgal edebileceğinden şüpheliyim.
Bu albümü black metal hissiyatı almak için dinleyecekseniz pek memnun kalmazsınız ama depresif, melankolik ve melodik bir şeyler dinleyeyim diyorsanız hoşunuza gidecektir.
Albümün son şarkısı Ro’nun 2:59’daki geçişi bu yıl dinlediğim en güzel şeylerden biri.