Furia – Huta Luna
Merhaba.
Polonya’nın en köklü black metal oluşumları arasında yer alan Furia, kurulduğu 2003 yılından beri kendi tabiriyle nekrofolk türünde, deneysel ve maceracı işitsel taarruzlar düzenliyor düzenli aralıklarla. Her elemanı en az üç-dört farklı projede yer almasına rağmen bugün konuşacağımız Huta Luna dahil 6 albüm kaydeden, araya 5 de EP sıkıştıran grubun üretkenliği, en az deneyselliği kadar yüksek bir seviyede olsa da, Huta Luna‘yı uzun süredir bekliyorduk aslında.
Ya sev, ya terk et düzeyinde bir ilişki kurabileceğiniz, tarifi ve sevmesi zor olsa da bir kez tanıyıp alıştıktan sonra kopması pek mümkün olmayan bir müzik üretiyor Furia. Yeri geliyor tümüyle ortam seslerinden oluşan garip şeyler kaydediyor, yeri geliyor yerin yüzlerce metre altındaki madenlerde kaydettikleri folk pasajlarla insanı hem ürküten hem de hayrete düşüren bir epiklikle sarmalıyorlar. Bazen vitesi beşe, kafayı blast-beat‘e takıp sonsuza uzayan dayakçılıklara imza atarken günü geliyor kafalarını yerinde tutan o kiki çivi de gevşeyince stüdyoya girip akıllarına ne gelirse çalarak ortayan çıkan saçmalığı albüm diye üzerimize salıyorlar. 2021’de yayımlanan, iki parçayla yarım saate ulaşan W śnialni‘yi başka türlü tarifleyemiyorum, kusura bakılmasın.
2016’da çıkan harikulade Księżyc milczy luty sonrasında nihayet gerçek bir albüm geldi bu garip Polonyalılardan. Hiçbir tür, hiçbir fikir Furia’nın geniş ufkunun kapsamı dışında kalamadığından yine temkinli, suya alışma niyetiyle ilk bir-iki şarkıyı alıp omuzlara, göbeğe sürme usulüyle yaklaştığım Huta Luna, bir kez daha Furia ile ilgili hiçbir zaman hiçbir beklentiye girmemek gerektiğini hatırlamamı sağladı; zira albümün ilk 9 parçası durmak bilmeyen bir blast-beat üzerinde azman gitarlar ve bazen hardcore işlerinden alıştığımız toplu, gang vokallerle, bazen de Nihil’in dramatik konuşmalarıyla geçilirken son parça Księżyc, czyli Słońce, 28 dakikaya uzanan ambient/noise seslerinden ibaret. Ha, bir ara da birileri uzaklardan bir türkü okuyor ve bir başkası da birkaç adım atıyor. Evet, üşenmeyip dinledim tamamını.
Birçok dinleyicinin son parçayı dinlemeyeceğini düşünürsek Huta Luna, 31-32 dakikalık, hayli hızlı bir folk etkili black metal albümü şeklinde de değerlendirilebilir. Hatta biraz zorlasak enstrümantal bile diyebiliriz belki, çünkü aslında vokaller de parçaların çoğunluğunda belirli bir-iki söz öbeğinin (şarkı ismi oluyor bu genelde) tekrarından ibaret. Saf black metal taramaları ve hakikaten benim diyen davulcunun kolay kolay ciğer yettiremeyeceği bir saldırganlık, Huta Luna‘yı alışageldik Furia çılgınlıklarından biraz farklı bir konuma taşıyor (son parçayı tenzih ettiğimi son bir kez daha vurgulayayım bu noktada). Bu saldırganlığı öfke, kızgınlık, nefret gibi negatif duygulardan besleniyormuş gibi düşünmemelisiniz. Çok hızlı ve keskin olmasına rağmen Huta Luna‘nın en hızlı parçalarında bile bir keyif alma hali, hatta belki bir zafer coşkusundan söz edilebilir. Demin bahsettiğim o söz öbeklerinin tekrarındaki heyecan da bu hissiyatı besliyor.
İnsanlığın çamurunu kendi yüzüne sıvayıp ne kadar pis koktuğundan şikayet etmektense atına atlayıp dörtnala düşman üzerine sürmek istiyor gibi Furia. Folk denildi, coşku denildi, at bile denildi; bu kombinasyona sahip benzer grupların daha gevşek, bazen abartılı klavye yüzünden ciddiyetsiz tınlayan hallerini düşünmeyin sakın. Furia hala en zayıf tabirle kuduruk bir halde ve çalarlarken ne kadar gözlerinin döndüğünü yazıdaki canlı performans videolarından da görebilirsiniz. Ayakları yere basan, hatta prodüksiyon itibariyle topraksı ve canlı, nefes nefese bir müzik bu ve 9 parçanın tamamında birbirinden nefis rifler karşılıyor insanı. Bir dönem sadece pes notalarla, boğuk tonlarla iştigal ederlerken şimdi cayır cayır tizlere çıkmaları da ayrıca keyif veriyor. Gitar odaklı black metalciler için harika şeyler çalıyor Nihil ve A ikilisi.
Bu sefer bir sonraki parçada ne yapacağı belli olmayan türden bir maceracılık yerine gerçekten atının üstünde yardıran, kanı kaynayan bir sergüzeştliği var Furia’nın. Aman fularlarımıza zeval gelmesin tayfa için yeterince deneysellik içermiyor olabilir ama ben bu Furia’yı da epey sevdim. Birbirinden çok net ayrılan iki boyuttan oluştuğundan ve o boyutlardan biri pek de müzik olarak değerlendirilemeyeceğinden aslında tek boyutluluğu üzerinden eleştirilebilir ama o noktada da şarkıları 3-4 dakikada tutarak doğru bir iş çıkarmışlar. Sıkılmaya başlamadan bitiveriyor albüm.
Böyle net bir albümün sonunda neden Księżyc, czyli Słońce gibi bir şey var, onu da kestirebilmiş değilim. Tabii hem Lehçe dili hem de ne kadar çevirmeye kalksam da tam çözemediğim anlatısı yüzünden anlamak zor ama eminim vardır bir hikmeti. Dede dede bir yerden söylemiyorum bunu, çünkü Furia sırf değişik olmak için uğraşan bir gruptan ziyade gerçekten yaratıcılığın sürüklediği bir serüvenin peşinde koşturuyor yıllardır. Ben de tırıs tırıs arkalarından takip etmekten çok memnunum şu ana kadar.