Saxon – Hell, Fire and Damnation
Merhaba.
Diğer her şeyde olduğu gibi bu konuda da istisnalar vardır elbette ama genele bakınca insanın sabitlere ihtiyaç duyduğunu, alışkanlıklarla yaşadığını söyleyebiliriz. Birçok şey devamlı değişip dönüşürken iyice savrulup gitmemek için temel bazı demirbaşlara tutunmak rahatlatıyor herhalde. Metalin en büyük değişmezlerinden biriyse neredeyse yarım asırdır İngiliz çeliğini, İngiliz yiğidini öven Saxon. Hiçbir zaman bir IRON MAIDEN veya BLACK SABBATH saygısı göremediler, birlikte yükseldikleri gruplardan bazılarının ulaştığı mertebelere yaklaşamadılar ama akıl almaz bir istikrar ve artık bu noktada kullanmaktan çekinmeyeceğim bir ifade olarak inatla çalmaya devam ediyorlar. Kendimi bildim bileli, metale ilgi duyup sağı solu kurcalamaya başladığım ilk günden beri sürekli yeni Saxon albümüne denk geliyorum mesela. Yahu beni boşverin, ben daha gezegene gelene kadar adamlar bir başka grubun tüm diskografisi olabilecek sayıda (8) albümü sıralamışlardı bile zaten. Kabaca heavy metal diye bir şey varsa, özellikle NWoBHM diye bir şey varsa biraz da Saxon yüzünden var ve bugün 1978’te kurulmuş, sene 2024’te tam 24. albümünü çıkarmış bir grubu konuşacağız. İnsan biraz küçülüyor, hayali bazı ceketler istemsizce ilikleniyor.
Hell, Fire and Damnation öncesindeki en büyük haber, 45 yıllık gitarist Paul Quinn’in artık daha fazla turlamak istemediği için emekliliğini açıklayışıydı. Yazdığı besteler veya çaldığı rifler yerine konulabilir tabii ama (nihayetinde heavy metaldir, o kadar abartmayalım haha) Saxon için bir ikon, değişmez bir isimdi ve fanları epey üzdü bu ayrılık. Neyse ki yine o dönemden bir efsaneyi çekip kadrosuna katabildi Saxon ve DIAMOND HEAD‘in efsanevi gitaristi Brian Tatler’ı dinliyoruz bu albümde. Ayrıca Paul Quinn‘in de iki parçada gruba eşlik ettiğini (Fire and Steel ve Super Charger) belirtelim. Turlayamıyor belki ama yine de duramamış, iki solo yapıştırıvermiş Paul dedem.
Temelde yaşını bariz gösterse de performans ve heyecan açısından bakınca çalan beşlinin toplam yaşlarının 328 ettiğini asla belli etmiyor Hell, Fire and Damnation. Dümdüz heavy metal çalıyor Saxon ve bunu süslemek, modernize etmek gibi bir motivasyonu yok. Marş vari bir anlayışla, nakarata odaklı ve sabit bir ritim akışı içerisinde hareket eden, downpicking suistimali cın-cın gitarlarla dolu besteler, bugünden bakınca artık nostaljinin ötesinde düpedüz yaşlı tınlıyor elbette. Öte yandan özellikle Biff Byford’ın herhalde prodüksiyon marifeti diye düşündürten, fakat YouTube’a “Saxon live” yazar yazmaz gerçekliğine dair şüphe bırakmayan harika vokalinin yanında diğer elemanların da kılçıksız, net performansıyla hem heavy metalin o “çelik be kardeşim, ateş bee!” gazını fazlasıyla veriyor hem de Saxon’un heavy metal aşkının, heyecanının yerli yerinde olduğunu gösteriyor.
Flash Gordon‘ın Prens Vultan’ı, Phantom Menace‘ın Boss Nass’ı ve 60’lardan beri bir dolu filmde yer almış aktör/seslendirme ustası Brian Blessed’in, biraz fazla dramatik olsa da bu müziğe uyan açılış konuşması sonrası yine benzer bir cheesy enerjisi vermekle birlikte gayet net bir açılış yapıyoruz. Geçmişe nazaran daha etli, daha heavy tınlayan bir gitar anlayışı hakim gruba ve yine o damarlara kan pompalayan, demire şekil veren, motoru ateşleyen palm-mute gitarlarla birlikte yüksek perdeden giriyor konuya Saxon. Byford’ın yaşlanmayan vokalini de ekleyince bir Saxon veya heavy metal hayranının burun kıvırmakta çok zorlanacağı yerlere geliyoruz hızlıca.
Bir sonraki Madame Guillotine ise bence albümün gizli forvetlerinden biri. Orta/düşük tempodaki şarkı, 80’ler heavy metali sınırlarında, bugünlerde yapılmış en iyi şeylerden biri. Fransız devrimi öncesi ortaya çıkan giyotinden ilhamlı hafif hicivli, amman hocam, kelleye dikkat, minvalindeki sözler ve insanın diline dolanan nakaratıyla akıllardan çıkması zor gerçekten. Heavy metal tam olarak böyle bir şey bence ve Saxon’ın bunca yıl sonra hala bu kadar temiz bir şekilde bu türü çalabilmesi kıymetli. Seversin, sevmezsin ama nokta atışı iş yapana da hakkını vermek lazım.
Hem Andy Sneap‘in gitarların hacmini arttırıp önde tutan, son dönem JUDAS PRIEST‘te yaptığına benzer güçlü prodüksiyon hem de her şarkının bu müziğin bir başka on yıllık diliminden ilham almasının yarattığı dinamizm, tekdüzeliğin veya hantallığın önüne geçmiş. Pirates of the Airways ile 80’lerin göbeğine, Fire and Steel ile 70’lerin sonuna ışınlanmak mümkün. 1-2 tekliye bel bağlayan, gerisi vasat bestelerle dolu bir albüm değil Hell, Fire and Damnation. There’s Something in Roswell (bence en iyi şarkı), kapanıştaki Super Charger gibi şarkılar, bundan 20-30 yıl önce çıkmış bir Saxon albümünde de yer alacak güçte. Ayrıca toplama bakınca zaman zaman speed/power metal sınırlarında gezinerek cidden sert (olabildiğince diyelim; ekstrem metal değil sonuçta bu) bir albüm yazmışlar. NWoBHM’in zaman zaman fazla gevşeyen yumuş hallerine pek rastlamıyoruz ki bu benim için ekstra iyi bir haber. Şöyle 10-12 tur sonra albümdeki 9 şarkının 5-6 tanesini alıp 3-4 tanesini atlamaya başladım ki bu da bence standart bir heavy metal albümü için harika bir oran.
46. yılını kutlayan bir grubun 24. albümü olarak değil, 2024’te çıkmış herhangi bir heavy metal albümü diye değerlendirince bile Hell, Fire and Damnation hedefine ulaşıyor. İşin içine bir de o manyakça sayıları, Saxon’ın ağırlığını katınca daha da kıymetli, katmerli bir hale geliyor. Aman işte derileri çekmiş birtakım dedelerdir efendim, büyütmeyelim diye düşünmeyip bir şans verin bence. Heavy metal fanı değilseniz bile burada içinizde bir şeyleri harekete geçirecek, ulan dedem yaşında adamların yaptığına bak, helal be dedirtecek bir enerji fazla fazla var. Ha Saxon bildiğiniz, sevdiğiniz bir grupsa zaten ne mutlu size; her metalciye yar olmuyor böyle sevdiği grubun -muhtemelen- son demlerinde bile hala böyle taş gibi şeyler duyabilmek. Tadını çıkarın.