Cattle Decapitation – Terrasite
Şık kıyafetler giyiyor, göze güzel görünmek için çabalıyor, toplum içerisinde yaşamanın gereklilikleri diye bellediğimiz hareketlerle etrafa medeniyet saçıyor, sosyal adalet için fikirler üretiyor, sanata değer veriyor ve her gün daha ileriye, daha iyiye gittiğimize inanıyoruz. İlerlemeci, hoşgörülü ve adalet temelli bir dünya ilüzyonunu destekliyor, ne olur ne olmaz diye de dört taraftan birden giderek daraltılan duvarlarımızın arasına mümkün mertebe aynı fikirlere sahip olduğumuz, her şey yolundaymış gibi yapmaya devam edebilecek olanları doldurarak kendimize güvenli alanlar oluşturuyoruz. Farklı bir yankı duymaya ne gerek var sonuçta.
Bu güvenli alanların dışındakilerle etkileşime geçmek durumunda kaldığımızdaysa artık en vahşi ve en temel güdülerimiz devreye giriyor. Giderek daha da düşmancıl bir kimliğe bürünerek bizden olmayanın yok olması için dualar ediyor, istisnasız herkes ve her şey için rahatlıkla ölüm dileyebiliyoruz. Ne yalan söyleyeyim; trafikte aniden önüme kıran biri için, Twitter’da denk geldiğim bir sermaye savunucusu için, haberlerde gördüğüm, kadın dövmeyi ata sporu sanan bir it oğlu it için, ülkemin tüm kurumlarının içini boşaltıp beni hem maddi hem de manevi olarak yerin dibine sokmuş kimi yöneticiler için o kadar hızlı, o kadar kesin bir şekilde ölüm temennilerinde bulunabiliyorum ki kendime atfettiğim o medeni, ilerlemeci insan kimliğinden şüphe ediyorum artık. Bu beni de bozdular hissiyle birlikte her gün, her seferinde aynı şeylerle karşı karşıya gelip on yıllar geçse de bir şeyleri düzeltemediğini görünce insan mizantropiyi daha sıkı kucaklıyor demek ki.
Yukarıda duranların sistematik bir şekilde gerçekleştirdiği haksız, hukuksuz eylemler, imam osurursa cemaat sıçar sözünü doğrularcasına alt tabakaya da sirayet ettiği için gündelik yaşamımızı da fazlasıyla tehdit ediyor. Her açıdan değişen kültürümüz sosyal ve ekonomik hayatımıza etki etmenin yanında zihnimizi, kalbimizi de zehirlemeye devam ediyor. 21 yılın sonunda geldiğimiz noktada görüyoruz ki her anlamda ikiye bölünmüş, birbirine tümüyle zıt ve hasmane bir milletiz. Bir yandan meclise kız çocuklarına eş gözüyle bakan manyakları doldururken bir yandan da çağdaşlıktan, modernlikten bahseden birtakım insanlara söz hakkı vermeye çalışırken yavaş yavaş tükeniyoruz. Kısacık ömründe bu çürümüşlükten, çatışmadan, krizden başka hiçbir şey görmediği için sıkışmışlık hissini aşamayan gencecik çocuklarımız intihar ederken başkalarının evlatlarının zevküsefa içerisindeki, pudra şekerlerine gömülü hayatlarını takip ediyor; dişlerimizi sıkıp hesap gününün geleceği inancıyla kendimizi hayatta tutuyoruz belki de. Taraflardan biri, diğerinin başını ezip yok etmeden kimseye huzur yok belli ki. Ya onlar gençlerimizi yiyecekler, ya da biz onları yeryüzünden sileceğiz.
Amerikalı Cattle Decapitation ise ölçeği çok daha geniş tutup gezegenin huzuru için insanlığın topyekun ortadan kalkması gerektiğini haykırıyor. 25 seneye yakın bir süredir, CARCASS vari bir kariyer dönüşümüyle grindcore’dan bir çeşit melodik death metal varyasyonuna uzanan müzikal paletini olabildiğince geniş tutarak, insanlığın bu gezegenin paraziti olduğu fikrini savunmaya devam ediyor. Yarı-goblin vokalist Travis Ryan, yüksek tansiyon hastası hiperaktif kafeinman davulcu David McGraw ve çetenin diğer elemanlarının son marifeti olan Terrasite, bugünlerde birileri için tüm içtenliğimle ölüm dilediğim öfke nöbetlerime fon müziği olarak sıklıkla başvurduğum bir şaheser.
Death Atlas benim için küçük bir hayal kırıklığıydı açıkçası, çünkü pandemi gibi tam da Cattle Decapitation’a yaraşır bir ortam içerisindeyken bu kadar melodik, bu kadar temiz vokalli, Travis Ryan’a sırt yaslayan bir albümü beklememiştim. Terrasite da aslında yapısal olarak selefinden o kadar uzak durmuyor; fakat hem daha agresif hem de elindeki silahları daha dengeli dağıttığı bestelerinde farklı fikirlerle vuruculuğu sağlayabiliyor. Death Atlas‘ta çarpık bir mesihin ağzından kurtuluşu (kim kimden kurtuluyor tartışılır tabii) müjdelerken şimdi de küllerin arasından doğan yeni yaşamı, parazit ile insan arasında bir yerde duran yeni canlı türünü, Terrasite‘ları konu alıyor. Travis Ryan, yeryüzü/toprak anlamı taşıyan terra ile yiyecek anlamına sahip Yunanca kelime site‘yi (o da siltos‘tan türemiş) birleştirip gezegeni yiyecek olarak gören ve nihayetinde bir gün onu tüketecek olan varlıklara işaret etmiş… Yani yine -çok haklı gerekçelerle- bize sövüyor Travis ağabey, çeşitli şekillerde.

Terrasitic Adaptation… Bir Cattle Decapitation albümünün açılış parçasına daha iyi bir isim bulunabilir miydi, emin değilim. Kulaklarınızı dövecek bu müziğe adapte olmak kolay değil ve her ne kadar grubun hayranları 20 küsür yıl ve 10 albüm sonunda hala içten içten kemirmeye devam eden bu parazite alışmış gibi yapabilmeyi öğrendiyse de yeni dinleyiciler, Cattle Decapitation için üzerlerinden beslenip yavaş yavaş sömürebileceği birer kaynak gibi. Blackened sıfatını sonuna kadar hak eden, melodik anlarıyla kaotik bölümleri sıkça iç içe geçtiği için grift bir yapı oluşturan, Travis Ryan’ın kusursuz sözcelemesi sayesinde etkisi kat be kat artan bu eklektik şarkıları tariflemek zor. Kıyamet tellalı bir giriş mi arıyorsunuz? Yaklaşan itlafı kucaklayan histerik bir vokal? Barbarca gitarını kazıyan sinir hastası bir gitarist? Göğü yarıp tanrıları alaşağı edecek bir blast-beat davulculuğu? Mutlak yıkımın arasından sıyrılmış zarif, bir o kadar da yakıcı melodiler? Hepsi ama hepsi var Terrasitic Adaptation‘da ve işin en güzel tarafı da bu henüz albümün ilk şarkısı.
Grubun son dönemde leblebi gibi dizmeye başladığı hit parçaların son örneği We Eat Our Young, Travis Ryan’ın tiz kere tiz vokali yüzünden zımparayla taharet alıyormuş gibi bir etki bırakıyor bünyede. Şarkının hemen başında şöyle haykırıyor Travis: “Homo Sapiens bunu açıkça gösterdi ki biz, kendimizi kontrol edemiyoruz!” Bu tespit müziğe de cuk oturuyor bence, çünkü her enstrüman inanılmaz abartılı ve adeta kontrolsüz bir coşku içerisinde. David McGraw’un sapkın davullarından tutun da Josh Elmore’un elektrikli testere hızındaki -ve keskinliğindeki- gitarlarına kadar her şey, yeterli seviyenin en az birkaç basamak üzerinde seyrediyor. CRYPTOPSY‘de de çalan Olivier Pinard’ın bas gitardaki enfes işçiliğini duymak için ise Solastalgia parçasına kulak kabartmanız yeterli. Cattle Decapitation’ı diğer pek çok gruptan ayıran şeylerden biri de hiçbir şarkıda “bunda da soluklanalım biraz,” demeden var gücüyle saldırması zaten. Durduğu noktada da (ki aslında hayli kısa bir süresi durgun) insanın ruhunu un ufak edip kalbini sıkıştıran bir kanala geçerek Just Another Body gibi 10 dakikalık bir epik çıkarıyor.
Her şeyi bırakıp biraz Just Another Body konuşalım. Cattle Decapitation tarihinin en uzun bestesi olan bu parça, tüm bu yıkım ve nefret içerisinde dahi içten içe duydukları mutsuzluğu, hayal kırıklığını ve kırılganlığı mükemmel yansıtıyor. MIDNIGHT ODYSSEY‘den tanıdığımız Dis Pater’in piyanosuyla açılan şarkı, Cattle Decapitation’ın kurucu üyesi Gabe Serbian ve THE BLACK DAHLIA MURDER vokalisti, ekstrem metal sahnesinin en sevilen, saygı duyulan isimlerinden Trevor Strnad‘ın peş peşe gelen ölüm haberlerinin gölgesinde yazılmış. Gider ayak müzikal yoğunluğun yerini duygusal bir yıpratıcılık alıyor ve uzun süre orta tempoda, yaylı ve piyano desteğiyle ilerlerken insanın yüreğini feci burkuyor. Travis de temiz (gerçekten, tümüyle temiz) vokal yaparak şarkının etkisini daha da katlamış bu arada. Mükemmel bir kapanış.
The Anthropocene Extinction ve esas ondan önceki Monolith of Inhumanity hala kutsallarım arasında tabii ama Terrasite‘ı da bu ikilinin hemen arkasına koydum şimdiden. Travis Ryan’ın melodik vokalleri azıcık kısması ve yıkıcı orta tempo ritimciliğin tekrar ayyuka çıkmasıyla son 10 senede Cattle Decapitation’ın alamet-i farikası olan fikirler yeniden ayıla bayıla dinlediğim bir dengelilik noktasına ulaşmış durumda. Dünyanın sonu geldiğinde umarım Cattle Decapitation ilk gidenlerden olmaz da her şey yavaş yavaş toza karışırken Travis Ryan yıkıntıların arasında bir yerden “Blind to ourselves, we are just bodies” diye haykırır. Buna hakikaten ihtiyacım var şu günlerde. Her ikisine de.
89/100

Bu dönemde çıkacak bir yazında mutlaka bekliyordum bu tip bir şeyler, yanıltmadın abi. “Her şey yolundaymış gibi” yapmaya devam edenlere inat, bu tip yazılarını hem yumruklarımı sıkarak hem de büyük bir keyifle okuyorum. Eline sağlık.