Kritik

Metallica – 72 Seasons

Merhaba.

Gerçekler ile fikirleri karıştırıyoruz bazen. Bir olgunun elle tutulan özelliklerini konuşurken kişiselliğimizi bastırıp hakikatı konuşmakta zorlanıyoruz. Mesela METALLICA dünyanın en büyük metal grubudur, gibi içerisinde sadece saf gerçekleri belirten bir cümlede bile birileri çıkıp şahsi algısı veya beğenisi doğrultusunda tersine fikir beyan edebiliyor. Oysa ki bu üzerine tartışılabilecek, fikir alışverişiyle tarafların birbirini kendi bakış açısına doğru yönlendirebileceği veya ortaya yeni bir fikir atılabileceği soyut bir konu değil. Tüm veriler, sayılar, analizler, piyasanın içindeki figürler ve fazlası aynı basit gerçeği tekrarlarken ayağını yere vurup tepinmenin bir anlamı yok yahu işte; çünkü Metallica, dünyanın en büyük metal grubu.

Son 15 yılı düşündüğümüzde Metallica için birçok şey, ondan önceki 15 yıla kıyasla epey yolunda gidiyor. 2008’de çıkan Rick Rubin’li Death Magnetic, bir geri dönüş sinyaliyle birlikte insanları tekrar heyecanlandırırken benzer karakterdeki (ve kişisel olarak daha çok sevdiğim) Hardwired… to Self Destruct, Metallica’nın 90’lar radyo & MTV dostu hard rock müzik kafasını terk ettiğini, büyüyecek bir alan kalmayınca tamamen kafasına göre takılmaya başladığını ve kafasına göre takılınca da hala etkili, mantıklı ve onlarca yıla yayılmış geniş bir kapsam dahilinde kaliteli metal potpurileri çıkarabildiğini göstererek herkesi belli ölçüde tatmin etti. Bunca yılın, iniş çıkışın ve çeşit çeşit dramanın ardından gelinen noktada Metallica’nın yeni albümünden hala bir şeyler bekliyor, heyecanlanıyor ve hevesleniyor insanlar. Stranger Things’de Master of Puppets çalıyor mesela, hop, bir anda yine herkes çılgınlar gibi Metallica dinliyor. Başka hiçbir şey değilse dahi bu bile tek başına inanılmaz bir başarı bence. Bakın, bence dedim bu sefer. Neden? Çünkü bu bir fikirdi; diğeri değil. Hadi bakalım, dövüşüyoruz bugün.

72 Seasons, albüm öncesinde James’in tekrar rehabilitasyona girmesi ve boşanma haberinin gündeme gelmesiyle (hala kesin bir boşanma veya barışmadan söz edilemiyor bu arada) kendi içinde yine bir drama barındırıyor. 18 yıla denk gelen 72 mevsim ismi ve rezalet kere rezalet kapak üzerinden bunun hayli kişisel, içe dönük bir eser olacağı ayyuka çıkmıştı zaten ama belki de Dyer’s Eve‘den beri bu kadar net, bu kadar kişisel sözler duymamıştık galiba James’ten. Sanki terapi seansından çıkar çıkmaz eline kalem kağıt alıp yazmışçasına içten ve hesapsız cümleler kurmuş. Bazen uyakların, beste/güfte uyumunun kalitesi yerlere düşüyor ama Shadows Follow gibi -biraz fazla Tuncel Kurtiz tarzı olsa da (Ne kadar hızlı koşarsan koş, gölgeni geçemezsin yeğeen!)- şarkılardaki olgun kabulleniş halini görmek güzel. Arada “ya o gaza basacan, ya da şöför koltuğuna oturmayacan arslanım!” tarzı gaza gelişler olsa da (Lux Æterna‘dan bahsediyorum, haha) pragmatik ve kendi zayıflıklarının farkında bir James Hetfield, özellikle albümü aşağı çektiğine inandığım 90’lar orta tempo hard rock parçalarında bile Metallica’nın çok daha samimi tınlamasını sağlıyor. Performans bakımından da albümün yıldızı kesinlikle James. Nihayet bir Lars – Robert uyumundan da söz edebiliyoruz ama James’in dinamik, dolgun, söylediği sözün içtenliğini hissettiren eforlu performansı, 72 Seasons‘ı birkaç basamak yukarı taşıyor. Etli butlu rifleri de cabası.

Öte yandan ilk bakışta her zamanki gibi olması gereken efektif süreden çok, çok daha uzun ve prodüksiyon tarafında da kusurlu bir iş 72 Seasons. Fakat ne yalan söyleyeyim, o kadar uzun süredir Metallica’nın modus operandi‘si bu ki galiba alıştım artık. Her şarkı en az bir-iki dakika kırpılabilir, prodüksiyon aşırı cilalı ve davul da neredeyse programlanmış derecesinde mekanik, sıkıştırılmış bir tınıya sahip ama Metallica’nın bu yüzyıldaki çalışma prensibi bu ve ben de bunu böyle kabul edebiliyorum. Tabii ki kimse kabul etmek zorunda değil ama “yapamamışlar abi, olmamış,” demek, sanki adamların elinden bu kadarı gelmiş gibi bir sonuç çıkarıyor ki söz konusu elden gelmesi ise Metallica’nın imkanlarının sınırını, bu işin tekniğine dair bilgilerinin boyutunu tahmin bile edemeyiz hiçbirimiz; “böyle istemişler,” gibi bir yorum daha doğru geliyor sanki kulağa. Zaten 30 küsür senedir her fırsatta, her hareketleriyle “İşinize gelirse!” çekiyorlar dünyaya; haliyle vızıldalamalarımızı zerre umursadıklarını sanmıyorum. Böyle bir lükse sahip olmak da insanı büyük kılmıyorsa başka ne kılabilir, onu da bilmiyorum bu arada.

Tonal ve yapısal bir zenginlikten bahsetmek zor ama vintage Metallica’dan thrash esintileri sunan açılış parçası, Shadows Follow (bence single olarak paylaşılmaması büyük bir hata), Motorbreath günlerini anımsatan, DIAMOND HEAD sevgilerini bir kez daha gösterdikleri hız tutkunu Lux Æterna, hala bir şeyler denediklerini kanıtlayan Room of Mirrors, BLACK SABBATH vari atmosferik, yarı-karanlık sulara girdikleri 11 dakikalık epik kapanış Inamorata (Rob’un Hand of Doom parçasına selam çakarcasına attığı bas solosu nefis) gibi şarkılar, 72 Seasons‘ı yukarı çekiyor. Tek mesele, başarılı fikir ve uygulamaların biraz daha ortalama işlerin arasında gömülü kalması. İlk dinlemelerde hızlıca burun kıvrılabilir, ancak biraz kazdığınızda 72 Seasons‘ın içerisinden şöyle 40-50 dakika bandında enfes bir albüm çıkarabilirsiniz. Sadece biraz uğraşmak, yahut eski ihtişamlı orta tempo hitlerinin çolak kopyaları gibi tınlayan You Must Burn‘leri, Crown of Barbed Wire‘ları kabullenmek gerek.

Uzatmayayım; müzikal açıdan konforlu ve 2023 Metallica’sından beklenecek düzeyde, iş sözlere geldiğindeyse epey cesur ve açık bir albüm olan 72 Seasons, tıpkı Inamorata‘da “Sefalet, içimi dolduruyor… ama onun için yaşamıyorum!” diyerek yaşını, mental sorunlarını kabullenmiş James gibi belli bir olgunluğa, vakur bir duruşa sahip. Kirk hep aynı pentatonik soloları içinizi baydıysa, Lars’ın açık hi-hat’i kafanızı ütülediyse sonuna kadar haklınız. Tüm bunlar da Metallica’nın dünyanın en büyük metal grubu olduğu kadar gerçek, net şeyler. Ne var ki Metallica’nın samimiyetine, çalma arzusuna inanan milyonlar da büyük bir keyifle dinliyor 72 Seasons‘ı. Açık söylemek gerekirse başta epey burun kıvırmıştım ama James’in vokali ve imza rifleri, Rob’un gürül gürül basları, bir-iki şarkıda bile olsa Kirk’in o eskinin zincirden kopmuş çılgın atan soloları derken yine kendimi Metallica büyüsüne kaptırmış halde buldum. Dilerim bu son Metallica albümü değildir, çünkü 72 Seasons‘ın sonunda hissettiğim şey Metallica’nın hala metali sevdiği, hala metal çalmak istediği oldu. Lemmy uzun ömürler versin de gönüllerince çalsınlar inşlemmy.

75/100


Yazıyı/albümü değerlendirmek için:

Average rating 4 / 5. 3

Siteye destek olmak için aşağıdaki düğmeye tıklayıp Patreona göz atabilirsiniz👇
Become a patron at Patreon!

Korhan Tok

Üniversiteden sonra metali bırakmadım.

One thought on “Metallica – 72 Seasons

  • Gecen hafta turnenin ilk konserine gitmeden once sunu farkettim, hicbir grubu canli izlemek beni Metallica kadar heyecanlandirmiyor. Hayir baska gruplara da heyecanlaniyorum tabi ama Metallica’da hissettigim bambaska bisey. Bence gercekten “Metallica fani” olanlar da boyle hissediyor. Albume gelince, ayni seyi hissetmiyordum, beklentim cok dusuktu yayinlanan single’lardan sonra. Fakat albume dinledikce alistim ve bayagi da sevdim. Dedigin gibi problemleri yok mu, sonuna kadar var fakat yine de “Metallica be abi!” dedirtiyor. Bundan sonraki album icin artik konserde duydugum heyecani duyabilirim gibi geliyor.

    Yalniz biri su album kapaklarina bi el atsin ya, bu nedir arkadas!

    Yanıtla

Bir Yorum Bırakın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.