Enslaved – Heimdal
Merhaba.
Norveç’in taçsız kralı Enslaved, kariyerinde 32 yılı geride bırakırken hiçbir zaman diğer Norveçli black metal grupları kadar medyatik veya popüler olmadı ama kitlesini her albümde biraz daha genişletmeyi de başardı. İşlerin bu noktaya varacağını eminim hayal bile etmiyorlardı; zira Grutle Kjellson ve Ivar Bjørnson Enslaved’i kurduklarında sadece 17 ve 13 yaşlarındaydı. Aradan geçen onlarca yılın ardından pek çok şey değişti tabii ama Enslaved, Viking temasını işleyen fakat şoparlık peşinde koşmayan metal grupları arasında en üst sıralardaki saygın yerini korudu. Saf bir black metalden git gide progresif metale kayan, günümüzde black metali müziğinde bir sos, bir yan unsur olarak kullanmaya başlayan topluluk, tabiri caizse şerre karşı çok müstesna bir mukavemet göstermiş oldu. Şaka bir yana, neredeyse 20 yıla yakın bir zamandır Enslaved sanki saf bir black metal grubuymuş gibi konuşamıyor, tartışamıyoruz. Progresif kere progresif, eklektik ve çoğu zaman türlerin üzerine çıkıyor bu çok sakallı, çok saçlı iki Viking.
Bu gerçeğin kabul etmeden bu adamlardan keyif almak zor. Davayı sattı mı, sattıysa kaça sattı muhabbetlerine girmiyorum bile zaten. Gidin ötede oynayın black metalciliğinizi. Biz devam edelim. Yıllar boyunca o kadar kaliteli, o kadar sus, çarpılırsın! albümler çıkardı ki tür tartışmalarına girmek şöyle dursun, hep bir ağızdan övmek dışında pek bir şey yapamadık çoğu zaman. Ne yaptılarsa çok ciddilerdi ve bir bildikleri vardır ağabeylerin, seviyesinde takıldıklarından mıdır, etraflarındaki hafif mistik havadan mıdır bilemiyorum ama hiçbir yerde haklarında öyle cart curt edildiğini de duymadım bugüne kadar. Bu adamların kadim Nordik bilgeliğini yansıtan bakışlarında, her daim ağırbaşlı tavırlarında, katmanlı müziklerinde farklı bir hava var ki Enslaved’i bu kadar büyük kılan da bu aslında. Ne yalan söyleyeyim, benim bile Utgard kritiğini yazarken kendimden utanıp “Ulan adam koca Enslaved, sen ne artistlik yapıyorsun?” dediğim oldu yazdığım cümleleri okurken.
E ama şimdi Enslaved de bi değişik yaptı kendini arkadaşlar, itiraf etmemiz lazım bunu. In Times‘ın özellikle 2. yarısında sinyali verilen hareketler E ile tamamen ayyuka çıkıp Utgard ile de üzerine tüyler dikilince on yıllardır keyifle dinleyen bizlerin ayarı kaçtı biraz. Krautrock, progresif rock gibi zaten black metal ile harmanlaması kolay olmayan türleri ağırlığı tamamen rock tabanına vererek işleyip tanrılara kafa tutan Viking sertliğini tümden bırakmasını hala sindiremiyorum ben, yalan olmasın.
Enslaved, elindeki tüm silahları aynı anda ateşlediğinde Enslaved. Progresif ritimlerle, kozmik post-rock vari anlarla, psikedeli klavyeleriyle birleştirdiği Viking temalı black metali onu en tepede tuttu senelerce. Kudretli, ihtişamlı, ticari ve bir müzik oluşumdan çok daha fazlası gibi hissettirdi bizlere. Bağlar kuruldu, eller öpüldü, hürmetler edildi… E sen bu kusursuz formülün içinden her şeyi çekip geriye sadece 50 sene öncesinin kraut/progresif rock müziğini bıraktığında bizim de ayarımız bozuluyor haliyle kardeşim, biz ne yapalım?!
Hadi biraz ciddileşip doğru dürüst yorumlamak için de şu cümleyi kurayım, yetsin: Daha önce yapılmayanı yapıp progresifleşmek ile zamanında progresif etiketi yapıştırılmış işlerin reprodüksiyonunu yapmak arasında dağlar kadar fark var.
Neredeyse bir kritik uzunluğunda konuşup hala albüme geçemedim ama bu kadar büyük ve gönül bağım da olan bir grup söz konusu olunca susmak kolay olmuyor. Ha bir de aslında Heimdal hakkında çok da konuşasım yok. Neden derseniz Heimdal mis gibi de ondan. Haydaa…
Utgard gibi “Bakın, işte bunlar da bizim çok sevdiğimiz bazı gruplar!” netliğinde, alıştığımız atmosferden ve katmanlılıktan yoksun bir iş değil Heimdal. Sadece bu özelliği dahi onu gözümde Utgard‘ın üzerine çıkarıyorken bir de birkaç albümdür dinlediğim en bütünlüklü, en katmanlı, en ulan bunu zaten yapsa yapsa bir tek bu manyaklar yapardı, dediğim anlarla dolu olması, belki de Riitir‘dan beri ilk defa şöyle gönül rahatlığıyla övebileceğim bir Enslaved eseriyle karşı karşıya bıraktı beni. Şaşkınım, fakat Last.fm verilerini baz alırsam şu an itibariyle en az 29. defa döndürdüğüm Heimdal‘ı hala büyük bir rahatlama hissi, keyif ve tatmin duygusuyla dinliyorum.
Suya çarpan kürek sesleri ve Gjallarhorn’a üfleyen Heimdal’ın yeni bir çağı müjdeleyişiyle açılan Behind the Mirror, pek çok açıdan albümü özetliyor. WARDRUNA insanı Eilif Gundersen’in uzaklardan duyulan borusunun ardından bilinmezliğin sarmaladığı yeni bir dünyaya adım atma heyecanı, Enslaved’in genlerine işlemiş o tahmin edilemezlik ile birleşince ortaya enfes bir atmosfer çıkmış. Orta tempolu, klavye destekli ve dinamik davullarla bezeli müzik girdiğinde bir an e tamam, burada da ağaç yeşil, taşlar sert, su yine su diyorsunuz ama Iver Sandøy ride ziline abanmaya, Ivar Bjørnson kendine gitarcılığını döktürmeye başlayınca işler karışıveriyor. Tekrar hala büyük silah ama bazı ölçülerin başında beklenmedik şeylerle karşılaşmaya hazır olmalısınız.
Black metalin özündeki minimalizmi çok iyi kavramasıyla kişisel favorilerimden birine dönüşen Congelia katmanlı klavye melodilerine, temiz vokallerine ve solosuna rağmen black metal hissettirebiliyor. Krautrock hala hiç koparmak istemedikleri bir bağı ile orada duruyor; fakat bu bağın en sıkı olduğu Forest Dweller ve arkasındaki Kingdom bile organik, akışın içerisinde hissettiriyor. Araya serpiştirdikleri kısa ama patlayıcı gitar sololarıyla, Grutle’nin bir anda kirli vokalini devreye sokup Ivar’ın thrash metale varan (bkz. Caravan to the Outer Worlds) keskin, net rifleriyle yakaladıkları hava, Heimdal‘ın altına belli belirsiz bir öfke, bir anksiyete tohumu ekiyor. Bu tohum toprağın tamamına etki ediyor ve Enslaved’e dair sevdiğim her şeyin yıllar sonra yeniden filizlenmesini sağlıyor.
Bir tek The Eternal Sea‘nin bir türlü ne yöne gideceğine karar veremeyip sakız gibi uzayan klavye – bas kombolu girişini ayrı tutmam lazım galiba. Ne enstrüman / beste anlamında ne de anlatı açısından bir yere oturtamıyorum ve değil 30, 1000 kere de dinlesem vokalin girdiği ana (ilk iki dakika) kadarki kısımda neyin neden olduğunu tam anlayabileceğimi sanmıyorum. İsimden ve sözlerden gidip devamlı hareket eden ve bazen ne yapacağını kendi de bilemeyen su üzerinden açıklayayım diyorum ama olacak gibi değil. Enslaved kayboldu mu da tam kayboluyor bazen.
Enslaved Heimdal ile hala keşfedeceği diyarlar olduğuna ve bu keşif için heyecan duyduğuna ikna etti beni. Epik kapanış parçası Heimdal‘ın neredeyse atmosferik, ağır tempolu MESHUGGAH işlerini anımsatan kurgusunu (Cato’nun yeri her zaman ayrı ama Iver Sandøy da akıyor davulda), Utgard‘ın tül kalınlığındaki cılız prodüksiyonunun aksine yeri geldi mi yeri göğü inletebilen enfes kaydı, Forest Dweller‘ın ortasında la noliy dedirten klavye solosunu, aynı anda hem kozmik hem Viking atmosferini konuşmaya devam edebilirim ama Enslaved dinleyeniyle arasında özel ilişki kurabilen gruplardan biri olduğu için kendi tecrübemin sizde bir yansıması olur mu belli değil. En güzeli iyi veya kötü kendi ilişkinizi kurabilmek, fırsat vermek adında Heimdal dinlemeye teşvik etmek olacak. Eh, sanıyorum bu yazı ve puandan sonra bir gider kurcalarsınız. O da bana yeter. Til livet!