Gorod – The Orb
Merhaba.
Geçtiğimiz yaz Gorod vokalisti Julien ile sohbet ederken artık birçok grubun çeşitli temalar dahilinde etrafa negatiflik yaymaktan başka bir şey yapmadığından, müziğin bu kadar geri plana itilmesinden duyduğu rahatsızlıktan bahsediyordu. Bizim birkaç adım arkamızdan gelen üstün gitarist Mathieu Pascal ise 420’den uçmuş bir halde etrafa gülücükler saçarken Julien’in söylediklerinin vücut bulmuş hali gibiydi.
Müzik dinleme süresinin yarısından fazlasını black metal ile geçiren biri olarak ben bile bazen ulan içim şişti be yeter, diyorum gerçekten. O anlarda şöyle müzik müzik bir şeylere gidiyor elim ve kendi benzersiz kimliğiyle yıllara damgasını vurmuş, her saniyesinden müzik fışkıran teknik death metal gruplarında arıyorum teselliyi. Ağzımıza iki parmak çalıp sırra kadem basan büyük usta NECROPHAGIST, insanı uzay boşluğunun kendisinden dayak yemiş gibi hissettiren OBSCURA, her dinleyişte tüm bunların tek gitarla nasıl yapıldığına akıl sır erdiremediğim PSYCROPTIC ve elbette melodiyle dayağı kusursuz bir seviyede işleyen GOROD.

Fransız grubun ne noktada durduğunu, hangi klasmanda yarıştığını söylemek için saydım diğer isimleri. 1997’den beri (2005’e kadar Gorgasm adı altında) çatır çutur müzik yapıyor Gorod ve teknik death metalin hakkını sonuna kadar veren müthiş bestelerle kulaklarımıza bayram ettiriyor. Grubun her daim bir akış içerisindeki gitar yazımı, bodos anlar ile akılda kalıcı melodileri arka arkaya sıralama konusundaki mahirliği ve Julien’ın akla gelebilecek her vokal tekniğini kullanabilmesi, yaklaşık 15 yıldır Gorod ile yatıp kalkmamı sağlayan unsurlardan sadece bazıları. Kısacası özel bir grup ile birlikteyiz bugün, ceketleri ilikleyelim.
Lakin The Orb incelemesine geçerken içimdeki hafif buruk, memnuniyetsiz hislerden bahsetmezsem olmaz. Bu huysuzluğun temel nedeni de Gorod’un pandemi ve sonrasındaki süreci biraz tembel, biraz metalden uzak geçirdiğine dair The Orb‘un bana verdiği doneler. Elbette hala hayvan gibi çalmış, insanı kudurtan riflerle tüm gün çocuk gibi ıslıkla çalarak gezeceğinize melodiler yazmışlar ama her şey biraz daha az, biraz daha kuru geliyor kulaklarıma. Bu hissi aşamadığım için de The Orb,’u Gorod diskografisi içerisinde albenisi bir basamak geride işlerden biri olarak değerlendiriyorum.
Çağrı ve cevap şeklinde özetleyebileceğimiz anlarla dolu, sürekli bir alışveriş halindeki Pascal ve Alberny ikilisinin gitarları, tecrübeli kulaklara çalınan bu gürültünün altında bir eğlence yattığını hissettirecek kadar birbirini dürten, oynayan bir yapıda. Victory, Waltz of Shadows gibi parçaları iyi bir stereo sistemiyle dinlediğinizde sanki bu ikili odanın iki köşesine geçmiş, birbirine rif veya melodi fırlatıyorlarmış gibi hissetmeniz çok olası. Özellikle Alberny geldiğinden beri daha da yoğun kullanılan tapping melodileri ve Breeding Silence gibi parçalarda gitarı neredeyse orkestra seviyesine çıkaran zeka, The Orb‘u hala tartışmaz bir Gorod albümü olarak zihinlere mühürleme gücüne sahip. E peki ne huysuzlandın demin kımıl kımıl diye sorduğunuzu duyar gibiyim. Açıklayayım.
Açık, özgür ruhlu bir albüm olmasına rağmen Gorod’un The Orb‘da selam verdiği, makas aldığı, kenar mahalle siyahisi gibi kendi arasında özel bir selamlama ile gereksiz el hareketleri yaptığı tüm o zengin palet, aslında grubun zaten sık sık kullandığı renkleri içeriyor. Bir Gorod eseri dinlerken yeni şeylerle karşılaşmayı adet edinmiş (ettirilmiş diyelim) biri için de The Orb bir Gorod potpurisi olarak değerini korusa da heyecanından kaybediyor. Şarkılar arasında belirli bir bütünlük bulunmaması da şüphesiz eksi yazıyor bu noktada. Belirli bir anlatı kurgulanması için yapılan tercihleri kabul edebilirdim ama zaten her biri ayrı bir zaman aralığında, tekil olarak yazılmış gibi hissettiren besteler bir de üzerine maceracılığından yitirmişken biraz tadım kaçıyor.
Ay (uydu olan) etrafında şekillenen Æthra‘nın aksine Güneş’i merkeze koydukları için midir bilmiyorum, The Orb‘un biraz da bu sıcaklığı, bu gel bana hali itti sanırım beni. Hoş, Chremateism direkt bir blast-beat ile girip elemanların şakası olmadığını gösteriyor ama albüm geneline bakınca her şey biraz fazla yumuşak, biraz fazla cana yakın tınlıyor. Demin bahsettiğim o “iki gitarist aralarında şakalaşıyorlar,” hali dinleyiciye de geçiyor ve her ne kadar Julien azman vokaliyle haykırsa, Karol Diers swing ruhlu davullarının arasına türlü hayvanlıklar soksa da bir teknik death metal tehditkarlığı, ölümcüllüğü yok The Orb‘da.
İlk defa Gorod dinleyecekler için, bugüne kadar teknik death metale girmeye gözü korkmuş olanlar, ekstrem metal olsun, aşırı kalite gitar, insan irisi gibi bir müzik olsun ama çok da yormasın diyenler ve benzerleri için The Orb bence çok iyi bir seçenek. Her şarkının bir single havasında olması, şahane gitarlar ve birçok şarkıya sirayet eden Latin ritimcilikleri, bunun haksız bir değerlendirme olduğunu da düşündürebilir hatta. Gorod’u uzun süredir tanıyan, teknikli dayakşör death metali vitamin olsun diye sabah ekmeğine damlatan tayfa içinse The Orb biraz çıtır çerez kalacak gibi. Doydum ama tatmin olmadım.
70/100

Ben bir önceki albümden daha çok sevdim bunu. Ama gönül biraz daha delişmen bir death metal bekliyor tabii.
Kafa şişiriyor diyip teknik death metale ön yargıyla yaklaşan black metalci arkadaşlarıma göstermeye gidiyorum.