Implore – The Burden of Existence
Merhaba.
Hayatında hiç sakin bir gün geçirmemiş gibi sürekli gergin ve bir tür yetişme telaşı içerisinde olan insanlardan hoşlanmıyorum. Hep bir sonraki planı düşünerek içinde bulundukları anı kaçırmaları bir yana, yaydıkları bu enerjiyle etraflarına da huzursuzluk verdiklerine inanıyorum. Durmak, nefes almak, bir şeylerin tadını çıkarmak zor geliyor herhalde kimisine; ya da sürekli meşgul gibi görünüp kendilerini kıymetli göstermeye çalışıyorlar George Costanza gibi, bilemiyorum.
İş metale geldiğindeyse çoğunlukla tam tersi düşüncelerde olduğumu fark ettim Implore dinlerken. Death metal/grindcore/crust ekibi hiç durmasın istiyor, temponun düştüğü anlarda sinirlenip “yürüsenize be kardeşim!” antipatikliğiyle elemanlara (hoparlöre diyelim) el kol yapıyorum. The Burden of Existence‘ı şöyle 8-10 tur çevirdikten sonra anladım ki beni bu aceleci tavra sürükleyen müziğin detaylarına saklı depresyonmuş. Hoş, Masochistic Tendencies, Accept The Loss, Love Will Gradually Perish gibi isimler pek de gizli sayılamayacak şekilde grubun duygu-durumuna parmak basıyor yeterince; fakat Implore, yüreğindeki acıyı bastırmak için önüne çıkan her şeyi yumruklayıp parçalamayı tercih ediyor çoğu zaman. Böbrek üstü bezler adrenalin salgılamaya devam ettiği sürece her şey yolunda!
PATREON abonelerine yeni yılda birer kritik hediye etmeyi planladığımı duyurunca sitedeki kimi yazılarından da tanıyabileceğiniz, uzun zamandır Metalperver’i okuyan ve destekleyen Duodenum, Alman grup Implore’un 2022 çıkışlı son albümünü kurcalamamı istedi. İyi ki de istemiş, çünkü yıl içerisinde “ne geleceğini biliyoruz zaten,” gibi bir bahaneyle boşlamıştım biraz. Oysa ki hepimizin bazen götü başı dağıtmaya ihtiyacı var ve The Burden of Existence, yüreğinde varolmanın dayanılmaz hafifliğini hissedenler için yarım saatlik bir dayak terapisi hizmeti sunuyor. En ılımlı ifadeyle meymenetsiz diyebileceğim bu dört adam, ritim, melodi ve kaos arasında güçlü bir dengeyle sağlı sollu darbeler indiriyor insana. 35 dakikalık seansınız sona erdiğindeyse kanla kızarmış, belki bir-iki tanesi eksik dişlerle, kan ter içinde ama sırıtırken buluyorsunuz kendinizi.
2015’teki saf, hızlı bir deathgrind çaldıkları ilk albüm Depopulation zamanlarına kıyasla daha kapsayıcı bir müzik üreten Implore, The Burden of Existence‘da kariyeninin ustalık eserlerinden birini vermiş. Merkezdeki grindcore, hardcore punk tavrıyla birlikte ENTOMBED vari ritmik bir death metali, atıyorum bir CONVERGE seviyesinde olmasa da zaman zaman düşük/orta tempolu sludge anlarını, hatta bazen de atonal mevzuların rahatsız ediciliğini barındıran bir albüm bu. Implore rap yapsaydı herhalde ismi Holistik Ekstremite gibi bir şey olurdu.
Archetype gibi savaş alanı revirinde testereyle kol bacak keserken ne yaptığını pek düşünmemeye çalışan bir doktorun mekanik, hızlı hareketlerini tekrarlayan azman deathgrind parçalarının yanında Accept the Loss gibi orta tempolu, etli etli riflerin sürüklediği şarkılar, Implore’un sürekli değişip dönüşen ve bu esnada hem kendine hem de etrafına olabildiğince çok zarar vermeye çalışan doğasına cuk oturuyor. Aynı grindcore/death metal döngülerini tekrarlamaktansa sürekli yeni bir şeyler deniyor gibiler ve mesela Failure Through Self Preservation gibi şarkılarda kalıplaşmış ritimler üzerinde gitarları nasıl eğip bükebilirizi deniyorlar.
Albümün duygusal açıdan tavanıysa kesinlikle Love Will Gradually Perish. Neredeyse doom çizgisinde duran parçanın yıpratıcılığı, Carol Lieb’in akbabalara bırakmadan kendi kendine söktüğü ciğerini elleri arasında ezerek yaptığı sludge vokaliyle birleşip insanı darmadağın eden bir şarkıya dönüşmüş. Açıkçası bu geçişleri ve düşen tempoyu, ortaya çıkardığı yıkıklığı çok sevemedim. Implore’dan kızdığım şeyleri hayal dünyamda un ufak ederken fon müziği canavarlıkları beklerken o hayatımı bok götürürken tarlası yanmış çiftçi gibi çöküp ağlayacağım zamanlara şarkılar bestelemiş. E o da lazım tabii ama sadece bir-iki parçada dahi olsa tahammülüm yok galiba bu sefer; dört say da vuralım kıralım kardeşim hadi.
Bir de ahenksiz, kulak düşmanı prodüksiyonlara daha alışkınken hem gitar tonu hem de çıplak elle vura vura indirmemizi bekledikleri o kalın ses duvarı taraflarında bazı yumuşamalar var gibi. Albümün genel tonunu düşününce her şey yerli yerine oturuyor ama ben buna da çok coşamadığımı -yine benzer sebeplerden ötürü- belirteyim.
Yaratıcılığın belirli bir formunun bulunmadığını tecrübe etmek ve metal sancağı altında ortak şeylere öfke duyan insanların birbirinden ne kadar farklı, garip yollarla duygularını yansıtabildiğini görmek adına bile kıymetli The Burden of Existence. Ben Implore’un daha da vahşi ve daha da hızlı olduğu zamanları bir adım önde tuttuğum için puan olarak aşırı coşamadım ama eminim bu albümü de çok içselleştirecek, her seferinde adrenalin pompalayıp sağı solu dağıtmamak için kendini zor tutacak dinleyiciler olacaktır.