Klasik Bir Cumartesi: Disillusion – Back to Times of Splendor
Merhaba.
Mail kutuma düşen bir promo sayesinde hatırladığım Alman progresiflik ajanı Disillusion, metal camiasında şahit olduğum en ilginç kariyerlerden birine sahip. 1994’te kurulup 2000 civarında kadroyu oturtan grup, birkaç yıllık çalışmanın ardından bugün konuşacağımız ilk albümü Back to Times of Splendor‘ı yayımlıyor ve neredeyse anında hem melodik death, hem progresif death hem de daha geniş bir çerçevede progresif metal dinleyicileri nezdinde övgülere mazhar olup daha ilk yapıtıyla bir klasiğe imza atmayı, metal tarihine adını yazdırmayı başarıyor.
Neden sonra elemanlar rumuz değişikliğine giderek iki yıl içerisinde Gloria adında yeni bir albüm daha çıkarıyorlar. Tümüyle farklı bir yola girerek, death metal gömleğinden bütünüyle sıyrılıp neredeyse ULVER seviyesinde bir değişimle endüstriyel tınılara, dijital vokal efektlerine yönelmiş bu albüm Disillusion‘ın progresif tabanını kuvvetlendirse de ilk albümde yarattığı etkinin çeyreğini dahi yaratamıyor. Sonrasındaysa 13 yıl sürecek bir sessizliğe gömülüyorlar. 2019’daysa The Liberation adında, bir-iki parçası gerçekten çok başarılı bir işle geri dönüyorlar ve şimdi de 4 Kasım’da çıkması beklenen (beklenmeye diyelim) Ayam… Bu saçma sapan kariyeri özetleyecek olursak 28 yıllık kariyerinin ilk uzunçalarıyla zirveye çıkıp akabinde omuzlarındaki apoleti kendi kendine söken, ardından tümüyle faaliyet durdurup yıllar sonra geri dönen, haliyle bugün pek de tanınmayan bir isim Disillusion.
Bu sebeple belki bu köşede görüp “kim ulan bunlar?” diyen çok olacaktır ama 2004 çıkışlı Back to Times of Splendor o kadar kaliteli ve güçlü bir albüm ki bir-iki defa dinledikten sonra Disillusion’ın gönlünüzde kalıcı bir yer edinmesi kuvvetle muhtemel; o yüzden hiçbir fikriniz yoksa bile okumaya, dinlemeye devam etmenizi öneririm.
Teknik pasajlar, teatral geçişler, fazlasıyla hızlı ve agresif ritim metalcilikleri, akılda kalıcı folk tandanslı melodiler, epik ve progresif klavye dokunuşları… 2004 senesinde melodik death metal etiketi rafta öne çıkmanıza yardımcı oluyordu belki ama bu albüm bu etiketten çok daha fazlasını sunuyor. EDGE OF SANITY‘nin Crimson‘ını, OPETH‘i ve dinlerken “ulan bunlar bir şey anlatıyor ama ne?” merakı uyandıran o özel grupları anımsatan, bütünü gözetmeci bir tavrı var Disillusion’ın. And The Mirror Cracked akıllı bir melodik death metal parçası gibi başlasa da kısa süre içerisinde kıvrılarak, dönerek, bükülerek başka bir şeye evriliyor. Grubun kurucusu ve ana bestecisi Andy Schmidt’in (Vurtox) zeki piyano&klasik gitar ve temiz vokal kombosuyla geçilen 2. yarı, daha geniş bir perspektiften bakmak gerektiğini haykırıyor.
Konsept olmadığını öğrendiğimde çok şaşırmıştım açıkçası, çünkü hem müzikal dinamiklerin hikaye anlatıcılığı çerçevesindeki kullanımı hem de vokal karakteri, burada ciddi bir hikaye yattığına işaret ediyor. Andy Scmidt’e sorulduğundaysa “konsept albüm ibaresini doğru bulmuyorum. Duygusal veya ruhani bir seviyede belirli bir konsept belirlemişizdir belki ama planlanmış bir şey yok ortada. Hikayesiyle bütünleşen müziklere sahip filmleri çok severim, belki bu yüzden ortaya insanın zihninde bir şeyler canlandıran bir albüm çıkarmak istemiş olabilirim bilinçaltımda,” gibi bir cevap vermiş. Ölüm gibi bir şey olmuş ama kimse ölmemiş diyebiliriz.
Schmidt’in vokalleri de konsept fikrini ve albümü zenginleştiren önemli unsurlardan biri. Zaman zaman Serj Tankian‘ı dahi anımsatan bir tınıyla, delilikle söylemesinin dışında çiğ kükremeler ve ağırbaşlı temiz vokallerden oluşan performansı hem anlatı tarafını zenginleştiriyor hem de müziği özgürleştiriyor. Biri 14, biri 17 dakikayı aşan iki ağır siklet parçanın farklı bölümlerini birbirine çok iyi bağlıyor Andy. Bununla birlikte miks&mastering tarafındaki sorunlar (çok cılız tınlıyor her şey maalesef) ve grubun prodüksiyon tarafındaki toyluğu, bu iki dev beste sayesinde edinmesi gereken şöhreti ve alması gereken övgüyü büyük oranda baltalıyor. Andy zaten zaman zaman detone oluyor ama esas sorun vokalinin (özellikle brutal/kirli vokali) çok ince kalması ama gerek sözleri gerek o amatör içtenliğiyle toplamdaki etkisi çok güçlü. Maynard James Keenan (TOOL) benzeri temiz vokaliyse açık ara favorim.
Şarkılardaki detaylardan, enfes piyano-keman kombolarından veya benim diyen İsveç melodik death metal grubunun kendi bulmadığı için hayıflanacağı türden canavar riflerden bahsedip uzatmayacağım, çünkü biraz da siz keşfedip tecrübe edin istiyorum. Gizli cevher sözünün hakkını sonuna kadar veren ve dinledikçe açılıp genişleyerek müptelası edecek bir albüm Back to Times of Splendor. Deneysel ve progresif taraflara geçmekten korkmayan dinleyicilerin cephanesinde bulunması şart bence. Yeni albüm haberi gelince bir anda karalayasım geldi, albüm çıktığında da mutlaka tekrar konuşuruz. Hey gidi hey yahu.
Klasik tanımını hak eder mi bilmiyorum ama zamanına göre yenilikçi ve belli bir kalıba oturmayan deli dolu bir albüm. Vokalin hem temiz söyleyişi hem de böğürmeli kısımlarını epey beğendim. Brutalde Jan-Chris de Koeijer’i anımsattı ki Gorefest’i dinleme sebebinin yarısını vokali oluşturur.