Kritik

Tankard – Pavlov’s Dawgs

Merhaba.

Alman thrash metalinin dört atlısı arasındaki en alkollü, en parti ruhlu grup Tankard, 18. stüdyo albümünde dahi hala kafa çekip eğlenmeye devam ediyor. Yaşları 51 ila 55 arasında değişen, içlerinden iki tanesi 40 (kırk), diğer ikisi de 24 yıldır birlikte çalan dört kafadardan oluşan bu yüksek promilli kadro, “Madem öleceğiz, bari elimizde birayla ölelim be kardeşim!” gibi karşı argüman üretmesi hayli zor bir yaşam felsefesini benimseyerek istikrarlı bir biçimde bira tüketip aynı istikrarla kütür kütür thrash albümleri çıkarıyor.

Tankard’ın değişmez alkol sevdası ve thrash metal konusundaki sabit formülü, grubu diğer üç Alman thrash devinden (DESTRUCTION, KREATOR, SODOM) ayırıp bir basamak aşağı itiyor birçok dinleyicinin gözünde. Bu tek boyutluluk sebebiyle ben bile birkaç albümde bir açıp bakıyorum hatta; ancak Frank-Gerre ikilisinin istikrarı, biraya ve thrash metale duydukları tükenmek bilmeyen tutkuları hak ettikleri saygıyı görüp görmediklerine dair düşünceleri de tetikliyor zaman zaman.

Bu sene albüm çıkaran diğer iki Alman grubu dinledim ve inceledim; hiçbirinde Pavlov’s Dawgs‘daki (harika isim) gaz ve tutku yok doğrusu. Belki yine mevzuyu alkolden açıp I hear the fizz, I hear the plop, and now I realize I am Pavlov’s Dawg!” gibi biranın maşrapaya dökülürken çıkardığı cumburtular ve fışırtılar üzerinden Pavlov’un köpeği gibi şartlanışını anlatıyor Frank ama Covid-19 pandemisi, Instagram ve Tiktok gençliği, beğeni almaya yönelik narsistik kişilik bozuklukları ve daha pek çok konuda nüktedan yorumlarla thrash metalin çiğ öfkesini de hissettiriyor fazla fazla. Öyle dede dede takılıp bizim zamanımızda… muhabbetlerine girmiyor, merak etmeyin. Örneğin bir RAZOR gibi tümüyle çağ dışı kalmış, et beyinli bir grup değil Tankard. Baştan yazıp bir daha sövesim var ya Razor’a, haha.

İlk birkaç parçada Alman metaline has o enerjiyi açığa çıkarma konusundaki hünerlerini hiç çekinmeden gösteriyor Tankard. İsim parçası açılış, orta tempolu bir d-beat varyasyonuyla gazı yüklerken özellikle Ex-Fluencer‘ın yoğun bas gitar ve inatçi ritim altyapısı, hafif bir heavy metal havası verirken (RAGE mesela) Beerbarians ise RUNNING WILD ayarında bir power metal ritimciliği sunuyor ki albümdeki favorilerimden biri oldu kısa sürede. Old school ateşinin dirildiği Diary of A Nihilist ise hem ana rifi hem de yine gürül gürül duyulan bas gitarlarıyla bir diğer favorim. Her zamanki gibi sarkastik sözler bu parçada iyice yardırıp eğlenirken düşündürme seviyesine getiriyor insanı. “Aklım doğru çalışmıyormuş, televizyonda söylediler,” gibi sözler belki biraz eski kalıyor ama lafı oradan oraya dolandırıp fularının üzerine bir fular daha bağlayan boğucu gruplardan sıkılınca bu tip eser miktarda zeka barındıran nükteli sözleri dinlemeyi seviyorum açıkçası.

Veins of Terra itibariyle tempo hafif düşerken beste matematiği de gücünü yitirmeye başlıyor. Doğrusal bir çizgide ilerleyen albüm, bildiğimiz thrash metal mekanizmalarını işletip her parçada aynı enerjiyi yansıtmayı başarsa da nefesini yettiremiyor son anlara. Hem şarkıların 5 dakikayı aşan ortalama süreleri hem de toplamdaki 55 dakikalık albüm süresi insanı biraz yoruyor. Farklı dinamiklere, iniş-çıkışlara sahip olmayınca olay bir noktada aynı şarkıyı farklı sözlerle ve vokal melodileriyle dinliyormuş gibi bir şeye dönüşüyor ve özellikle sözlere dikkat etmiyorsanız bu sizin için daha da kötür bir haber. 2. yarıda “METAL BE KARDEŞİM!” diye bağıran Metal Cash Machine parçası dışında çarpıcı, öne çıkan bir şarkı bulmak zor maalesef. Birazdan bahsedeceğim kapanış parçasını sevdim ben gerçi.

Enstrüman tarafında söyleyecek çok bir şey yok aslında ama özellikle ön plana çekilmiş bas gitar hem prodüksiyon hem de groovy bir his yaratılması konusunda önemli bir rol oynuyor. Birçok parçada izole bas partisyonları duymak mümkün. Pavlov’s Dawgs‘u normalde dinleyeceğimden birkaç tur daha fazla dinlediysem bunun sebebi bas gitar sanırım. Ayrıca sadece bas gitar tarafında değil, toplamda da taş gibi bir prodüksiyonu var albümün, hakkını verelim.

O ana kadar anlamadıysanız Pavlov’s Dwags‘un “bir başka Tankard albümü işte”, seviyesinde olmadığını kapanıştaki atipik On the Day I Die parçası gözünüze sokuyor. Dramatik açılış solosu sahneye sis basar gibi pesimizm basıyor ortama zaten; 24 saat sonra öleceğini bilen birinin zihninden konuşan Frank’in sözleriyse tüm bu pandemi ve karantina mevzularının elemanlarda bir özdüşünüme yol açtığını da gösteriyor. Düşünüp düşünüp ne yapıyor peki derseniz bir bira daha açıyor tabii, ne yapacak başka haha.

Sizi bilmem ama 40 senenin sonunda gelinen nokta Pavlov’s Dawgs ise ben razıyım açıkçası. Biraz daha hızlı olabilse, biraz daha rafine ve törpülenmiş bir bestecilik barındırsa rahatlıkla senenin en iyi thrash metal albümleri arasına koyabilirdim ama o kadar da değil tabii. Güncel sözleri, taş gibi prodüksiyonu, dört-beş sağlam parçası ve en tekrarlı, en formülize bestesinde bile mutlaka aklımda kalan bir fikir barındırmasıyla (Dark Self Intruder‘ın nakaratı mesela) hafızamda yer etmeyi başardı Tankard. Bence bu da onlara yetiyordur ki birçoğumuza da yeteceğine eminim. Günün sonunda hepimiz iyi geçindiğimiz dostlarımızla içip içip metal yapmak veya metal dinlemek istemiyor muyuz?

77/100


Yazıyı/albümü değerlendirmek için:

Average rating 0 / 5. 0

Siteye destek olmak için aşağıdaki düğmeye tıklayıp Patreona göz atabilirsiniz👇
Become a patron at Patreon!

Korhan Tok

Üniversiteden sonra metali bırakmadım.

Bir Yorum Bırakın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.