Gaerea – Mirage
Merhaba.
2018 yılında Unsettling Whispers‘ı yazarken Gaerea’nın black metalin yeraltını kurcalayan, Metalperver ayarında siteleri takip eden dinleyicilerin bildiği gizli bir cevher seviyesinde kalacağını düşünüyordum. Oysa ki iki sene gibi kısa süre geçtikten sonra Hindistanlı yeraltı plak şirketinden Season of Mist bünyesine dahil olmuş, Orta Avrupa’da turlamaya başlamışlardı bile. 2020’de yayımlanan Limbo öyle büyük bir etki yaratmıştı ki sene sonu yazısında grup hakkında şu ifadeyi kullanmıştım:
“Limbo grubun Avrupa’da geniş turlara çıkmasına, büyük festivallerin ufak sahnelerini hıncahınç doldurmasına yardımcı olabilirdi, bu pandemi illeti olmasaydı.”
Bazı tahminlerde bulunmak için müneccim olmaya gerek yok. Bundan neredeyse 2 ay önce Gaerea’yı ufak ama gerçekten de hıncahınç dolu bir sahnede canlı izledim. Yeni albüm Mirage öncesinde paylaştıkları parçalar, Season of Mist‘in reklam gücü ve 2016’dan beri üzerine koyarak ilerlemeyi başarmaları Gaerea’yı büyük bir festivalin son günü olmasına ve şakır şakır yağan yağmura rağmen onları izlemek için dünyanın dört bir yanından toplanmış büyük bir kalabalığın karşısına çıkarmıştı. Hayranların tutkusuna denk bir tutkuyla çalan grubun ızdırap ve öfkenin tavında dövülmüş, dikenlerle sarılı black metal tacını kafasına geçirme konusunda ne kadar kararlı olduğunu bir kez daha anlamıştım o gün.
Gaerea’nın black metali insanın takkesini uçuracak, yeni grupların kopyalamak isteyeceği taptaze fikirlerle bezeli değil aslında. İki gitardan birini ses duvarı oluşturmak için, diğeriniyse yaşamın sorumluluklarından ve insanın çalışma, olma prensiplerinden rahatsız birinin dışavurum aracı tadında kullanan Portekizli grup, öfke ve acı ikilisini neredeyse elle tutulabilir bir gerçeklikte sunabildiği için bu kadar çabuk benimsendi black metal camiasında. Tüm bu haltın baş sorumlusu Guilherme Henriques’in dinamik gitar melodilerinde çok samimi bir ızdıraba ortak olmak, vokalin katışıksız isyanına kendini kaptırmak, hayatın acısını çıkarırmışcasına çalan davullarla sağlanan bir katarsis olanağı sayesinde duygusal boşalımlar yaşamak; işte Gaerea’yı özel kılan böyle şeyler.
Avangart, duygularını veya mesajını katmanların arasına gizlemiş gizemli bir kumpanyadan ziyade tüm çıplaklığıyla kendini sahnenin ortasına atıp “ben buyum, bu kadarım!” diye haykırıyor Gaerea. Sahte bir üstünlük taslamadan, tepeden bakan tavrıyla ezmeye çalışmadan bas bas bağırıyor yaşama dair tüm keyifsizliklerini. Gündelik hayatın, varoluşun, insan olmanın yıpratıcılığına dair sözlerin gerçekliğini eksiksiz bir black metal müzisyenliğiyle birleştirip tokat gibi çarpıyor dinleyenin yüzüne. İstediğiniz kadar edebiyat parçalayıp ilerlemecilik kasın; bir grup çıkıp saf black metali içtenliğini hissettiren bir duygu bütünlüğüyle yapmaya başladığında havalı fularlar çözülüp o harıl harıl yanan ateşin sıcak kollarına bırakıyorlar kendilerini. Söz konusu black metal olduğunda hepimiz ilerlemeci işleri övüyor ve 90’lara kıyasla türün geldiği noktadan gururla bahsediyoruz belki ama çoğu zaman aklımızı alan gruplar yine GAEREA gibi net, direkt isimler oluyor.
Şehveti temsil eden cehennem prensi Asmodeus’un mührü basılmış maskeler kimliklerini gizlese de yaratıcı, acı içinde ve öfkeli ruhunu gizleyecek bir maske yok dünyada. Bu noktada grubun şeytanı ve iblislerini reddedip insana odaklanan, varoluşçu bir noktada durduğunu söylemek lazım. Limbo‘da monokromatik atmosferin yerine ışıl ışıl parıldayan bir serap (Mirage) resmeden grubun post-metal, death metal gibi türlerden devşirdiği kontrast anlarının oluşturduğu yeni renkler, Gaerea’yı daha önce ulaşmadığı bir seviyeye çıkarmış. Salve gibi kaotik bir devinim halinde, esas gitarın devamlı değişip dönüşen orta-tempolu enfes melodileriyle yürüyen parçalarda bile temponun düştüğü, dramatik havanın yoğunlaştığı pasajlar bulmak mümkün. Yeni bir özgüven, kendi silahlarının etkisinin farkına varma hali gelmiş gibi elemanlara. Yine aynı parçadan örnekleyeceğim ama Salve‘ın 3:20 civarında bıçak gibi keserek giren düşük tempolu enstrümantal kısım 3:45 civarında canhıraş bir vokalle birleştiğinde Gaerea’nın yeni bir boyuta ulaştığı da kesinleşti benim gözümde. Dengesini hiç kaybetmeden dinamizm kazandırılan bestelerden özgüven akıyor adeta.
Bu özgüvene bir başka örnek de grubun şimdiye kadarki en kompleks bestelerinden biri olan kapanış parçası Laude‘yi gösterebiliriz. Kesik rifler, bir atmosferik black metal albümü dinliyormuş hissi veren melodik bölümler, beklenmedik major akorlar, belli belirsiz koro vokal derken hem epik hem de umutlu bir kapanış sağlıyor Laude.
Bir gazla heyecan trenine atlayıp ortalık durulduğunda ıssız bir durakta tek başına bulmak da var kendini. İlk günlerinden beri takip ettiğim için potansiyellerini biliyorum zaten ve o trenin ilk yolcularından biriyim ama bence Mirage, hala Gaerea’nın olabileceği şeyin en iyisi değil. Prodüksiyon tarafındaki tercihler ister kulaklıkla ister hoparlörde olsun, olan biteni ayrıştırmaya çalışırken bazen yıpratıyor insanı. İlk albümden beri grupla çalışan Portekizli Miguel Tereso ezberini bozmadan aynı prodüksiyonu yapıştırmış ama Mirage daha farklı bir miks/mastering istiyormuş bence. Gerçi daha sıcak, nefes alan bir kayıtla aklımı oynatabilirdim belki de beni düşünüp acıdılar haha.
Şarkı süreleri kısalmasına rağmen daha katmanlı, daha yoğun bir işçilik var ama her şeyin iç içe geçtiği basık prodüksiyon yüzünden olan biteni kavramak için gereken süre uzamış. Bir de her şey dört dörtlük giderken arada Ebb gibi bugünün black metali için fazla düz ve grubu başkalarıyla kıyaslamak için elimize koz verecek parçalara gerek var mıymış, emin değilim.
Korkudan ve bir tür aidiyet, anlam bulma çabasından oluşan iri iri kömürler, Gaerea’nın devasa öfke kazanında çatırdayarak yanarken Portekizli grup buharlar saçarak, durdurulamaz bir güçle ilerliyor şu anda. Ne oldum delisi olup dağılmak şöyle dursun, üç albümdür üzerine koyup güçlenerek ilerliyor üstelik. Bir süre daha böyle devam ederlerse varacakları tek bir yer var, o da black metalin zirvesi. Mirage, modern black metal panteonundaki tanrısal varlıkların yanında Gaerea’nın da oturabileceği bir yer olduğu serabını gösteriyor; umarım bir sonraki albümde de bozmayıp bunun bir serap değil, hakikat olduğunu kanıtlarlar.
Gaerea’yi gec kesfetmis olmama uzulmuyorum. En azindan daha 3. albumdeler, fakat su albumu asip onceki albumlere nasil gececegim hic bir fikrim yok. Senenin acik ara en iyi albumu simdilik. Grubun performansini canli izlemek, hakkinda fikir edinmek icin cok cok onemli bu arada, iyi ki izlemisim tavsiyenle 🙂
Bu grup her albüm çıkardığında hunharca övülüyor, ben de ne kaçırıyorum diye merak edip dinliyorum ama cidden hiçbir şey uyandırmıyor bu müzik bende. İlginç gelebilir (bana geliyor) ama Youtube’da tinitus tedavisi için kullanılan white noise dinlemekle (https://www.youtube.com/watch?v=6hChGkbXzN8&ab_channel=JasonLewis-MindAmend) Gaerea dinlemek arasında hiçbir fark benim için. Olumsuz bir şey de uyandırmıyor, yani sıkılma falan da yok. Bişeyler çalıyor arkada. Çok garip geliyor bu açıdan, ne keyif veriyor ne rahatsız ediyor arkada bir şeyler dönüyor. Düz black metal düşmanı falan da değilim, yıkık tarafında Mgla’yı, daha saldırgan tarafında örneğin Nordjevel veya Marduk’u ayıla bayıla dinliyorum ama Gaerea’ya bir ısınamadım. Renkler ve zevkler herhalde.
+1