Berzerker Legion – Obliterate the Weak
Merhaba.
Yakın zamanda paylaştığım ve paylaştıktan sonra gördüğüm üzere sadece benim için değil, birçok metalperver için hayal kırıklığı yaratan THE HALO EFFECT albümünden sonra aklım all-star gruplara kaymışken biraz eskide kalsa da hala hafızamdaki yerini koruyan Berzerker Legion’u tanıtmak istedim bugün. Çünkü eğer farklı gruplarda çalan kaliteli müzisyenler bir araya gelip bir süper grup oluşturacaklarsa, bunu Berzerker Legion gibi yapmalılar bence.
2016’da kurulan death metal grubunun kadrosuna bir göz atalım: Davulda James Stewart (DECAPITATED), bas gitarda Fredrik Isaksson (DARK FUNERAL, ex-GRAVE), gitarda Tomas Elofsson (SANCTIFICATION), yine gitarda Alwin Zuur (ASPHYX) ve vokalde Johhny Petterson (WOMBBATH, MASSACRE) şeklinde bir beşliyle sahaya çıkıyor Berzerker Legion. Konumuz elbette ki death metal!
2020’de ilk ve -şimdilik- tek albümü Oblitereate the Weak‘i yayımlayan Berzerker Legion, içimizdeki mağara adamına, pritimitif duygularımıza sesleniyor. Neredeyse refleksif sayılabilecek doğallıktaki bir death metal anlayışıyla, türün saf ve dolambaçsız günlerine öykünen bestelerle konforlu, fakat yeteri kadar coşkulu ve gaz bir albüm yapmayı başarmışlar. Savaş ise savaş, yıkım ise yıkım; zayıf tarafın tarihten silineceği bu çarpışmada en zeki, en entelektüel, en aydın olmanın bir anlamı yok. Berzerker Legion da bu farkındalıkla hareket edip direkt sonuca ulaşmaya çalışan dayakşör ve çok isabetli bir strateji uyguluyor.
HYPOCRISY, erken dönem AMON AMARTH gibi grupları anımsatan bir melodi karakterini yansıtan açılış parçası A World in Despair, ilk anlardan albüme ısınmamı sağladı. Hoş, aslında yanlış bir izlenip uyandırıp gruba melodeath etiketi yapıştırmaya müsait kılıyor bu şarkı ama hemen arkasındaki I Am The Legion‘a geçtiğinizde vokal Johhny Petterson’ın dominant performansıyla birlikte daha gaddar, daha sert ve başta belirttiğim mağara adamlığı kimliğini ortaya koymaya başlıyorlar. Albümün en çok dinlenmiş parçası Of Blood and Ash ise I Am The Legion‘daki tribal fikirleri epiklik dozunu kısıp demir yumruğu düşmanın suratına geçiren çiğ bir noktadan ele alıyor. Bu üç şarkıyı (baştaki iki dakikalık girizgahı saymıyorum) severseniz, Obliterate the Weak‘in kalanını da sevmeniz kuvvetle muhtemel.
Tümüyle tekdüze bir mağara adamlığı yapmıyorlar tabii ve ikinci yarıda birkaç ufak sürpriz ile albümü çeşitlendirmişler. The King Of All Masters gibi ağır parçalardaki solo gitarlar, askeri marş ritimleriyle birleşince hem epik hem de gaz bir atmosfer yaratıyor. The Falling Down‘ın devinimi, Upon The Throne Of Mortem‘in durmak bilmeyen mosh-pit dostu motoru derken hiç sıkmadan, akıcılığını kaybetmeden ilerliyor albüm. Özellikle Upon The Throne Of Mortem, her yeni rifte daha da darbeli, daha da enerjik bir davul partisyonuyla öne çıkıyor.
Rif karakteri, savaş çığırtkanlığı yapan vokali ve genel atmosferi sebebiyle bir dönemin Amon Amarth’ıyla kıyaslanma durumu dışında Obliterate the Weak hakkında olumsuz pek bir şey yok. Elbette fazla tanıdık fikirler ve tekrar yüzünden puanı belli bir seviyeye kadar çıkabiliyor ama Berzerker Legion’ın mağara adamı pratiklerini zekice sunan, araya melodi kırıntıları atıp etki alanını genişleten death metal anlayışını özümsemek, sevmek bence çok kolay. Umarım elemanlar ana gruplarından zaman bulup üretmeye devam ederler, çünkü Obliterate the Weak‘i dinledikçe bu tür death metale hasret kaldığımı fark ettim.