Temple of Void – Summoning the Slayer
Merhaba.
Michigan’dan çıkıp death/doom türünde söz sahibi olmuş, özellikle 2017 çıkışlı 2. albümü Lords of Death sayesinde henüz 5. yılını bile doldurmadan ortamlarda tanınmış ve saygı görmeye başlamış bir grup Temple of Void. 90’lar, İngiltere menşeli death/doom metali modern zamanlara çok iyi uyarlamakla kalmayıp tempo ve atmosfer tarafında da ölüm ile kıyametin birlikteliğini dengeli bir biçimde sunmayı başardıkları için kazandıkları başarı tesadüf değildi elbette. 2020’de çıkan The World That Was ise geriye atılmış bir adım olmasa da Lords of Death sonrası tavan yapan beklentileri tam manasıyla karşılayamamış, buna rağmen grubun ivmesini bozmadan Relapse Records kapılarını aralamıştı.
Grupların evrim ve ilerlemeye yönelik hamlelerine hiçbir zaman önyargı ile yaklaşmadıysam da pazarlama uğruna yapılmış, üzerine yalandan bir yenilikçilik elbisesi giydirilmiş ucuz hamleleri de kaldıramıyorum ve samimiyetsiz hissettiriyor. Elbette piyasaya yön veren dev gruplarla kıyaslanamaz ama 5-6 senedir ayıla bayıla dinlediğim, çok sevdiğim bir grubun daha erişilebilirlik ve sadeleşme yüzünden ellerimin arasından kayıp gidişini izlemek, Temple of Void’in son albümü Summoning the Slayer‘ı dinlemekten daha çok üzüyor beni.
Uzun süredir bu kadar ilhamsız bir death/doom metal albümü dinlemediğimi söyleyerek başlamam lazım sanırım. Yeni çıkan 10 albümden 11’inin prodüktör koltuğunda karşımıza çıkan Arthur Rizk‘in cılız, ucuz gitarları daha etli ve etkili kılmak için elinden geleni yaptığını düşünmekle birlikte bu dağınık ve bıkkın müziği toparlamanın imkansız bir görev olduğu da bariz bir gerçek benim için. Yine de herhalde albümün en can alıcı tarafı prodüksiyonu. Nefes alan, boşluklu (olumlu anlamda) bir işçilikle Arthur Rizk neden piyasada bu kadar talep görüyor sorusunun cevabı çok açık.
Açılıştaki Behind the Eye ile bir şeyler vadetse de o MORBID ANGEL‘ın günahkar, kıyamet ve ölüm kokan havası çarçabuk dağılıyor. Düşük/orta tempoya yerleşmiş, yanılsamalar yaratan bir ritim duygusu üzerinden iç bayan tekrarlarla cart curt edip duruyor Temple of Void. Engulfed parçasını dinlerken PARADISE LOST‘tan neredeyse bire bir kopyalanmış gotik atmosferi hissetmek, A Sequence of Rot‘un girişindeki elektronik davul – bas oyunlarıyla bir an için heyecanlanmak ve arkasındaki yıpratıcı tremolo rif ile umutlanmak mümkün belki ama ama albümün toplamdaki varlığı o kadar cılız ve bıraktığı etki o kadar bayat ki aradaki bu küçük detayların da bir önemi kalmıyor.
Kalan 6 parçada yokuş aşağı giden albüm, kapanışta sırf “bu aralar böyle değişik mevzular çok tutuyor brom,” motivasyonuyla eklenmiş, ne müzikal ne de atmosfer olarak albümü hiçbir yerinden yakalayamayan, 70’ler progresif rock albümlerinin artığı gibi hissettiren Dissolution, Temple of Void’e duyduğum sevgi ve saygının da çözünmesine neden oldu açıkçası. Şirketten biri mi akıl vermiş, yoksa elemanlardan biri gerçekten de demin mavrasını yaptığım gibi bir motivasyonla değişik olma gazına mı gelmiş bilmiyorum ama Dissolution olacak iş değil.
Mike Erdody’nin enfes brutal vokali, jenerik ve bu yüzden de ortalama death/doom dinleyicisini bir şekilde bağlayabilecek kimi rifleri ve dinleme süresini yükselten prodüksiyonuyla Summoning the Slayer, Temple of Void’i yeni keşfedecek ve bu türe çok hakim olmayanları bu yazıda neye bu kadar kızıldığını sorgulatacak kadar tatmin edebilir; fakat ben ve eminim grubu Lords of Death gibi bir şaheserle tanımış tayfa için Temple of Void 2022’nin büyük hayal kırıklıklarından biri olacak kalacak hafızalarda.
61/100
Metalperver’e destek olmak için aşağıdaki düğme üzerinden PATREON’a göz atıp aylık aboneliğinizi başlatabilirsiniz: