Venator – Echoes from the Gutter
Merhaba.
LARP, yani live action role play, masaüstü rol yapma oyunlarının bir üst seviyesidir. Kostüm ve doğaçlama unsurları barındırdığı için tiyatroya benzer ve özellikle genç yaştaki insanların belirli bir dönemi daha iyi anlamalarını sağlayarak empati, fiziksel farkındalık ve stratejik düşünme yeteneklerini geliştirir. Strafordan kılıçlar ve deri zırhlarla oradan oraya koşturan insanların (veya elflerin ve orkların) görüntüsü kimileri için bir şaka veya zaman kaybı olsa da aslında bu oyun oldukça eğitici ve birçokları için de büyük bir tutkudur.

Bazı heavy metal gruplarını dinlerken gözlerimin önünde LARP var görüntüler beliriyor; 80’leri çoktan arkasında bırakmış yeni nesiller, dönemin büyük savaşçılarına özenip onların haraketlerini uygun kostüm ve hareketlerle taklit ediyorlar. Açık konuşalım, bazı düşük bütçeli örnekler gerçekten komik duruyor ama içlerinden bazıları da her detayı yeniden yaratmayı, hatta bu taşıyıp kostümüne veya dövüş stiline eklediği küçük numaralarla retrospektif bakışı modern kılmayı başarıyor. 2020’deki çıkış EP çalışması Paradiser ile adını duyuran Avusturyalı heavy metal topluluğu Venator, 25 Şubat’ta yayımlanan ilk albümü Echoes from the Gutter ile layığıyla yapılmış bir canlandırmanın ne kadar eğlenceli ve eğitici olabildiğini göstermiş.

Heavy metalin son sürat speed ve thrash sapaklarına doğru ilerlediği 80’lerin ilk yarısından fırlamış gibi duruyor Echoes from the Gutter. IRON MAIDEN ve JUDAS PRIEST gibi devlerin aydınlattığı bu yolda vokalist Johannes Huemer’in direksiyon hakimiyeti sayesinde hiçbir engele takılmadan, deyim yerindeyse yağ gibi akıyor Venator. Yer yer Rob Halford ve Blackie Lawless‘ı andıran Huemer, tam kıvamındaki vibrato ve hırıltı eklemeleriyle sanki Mad Max kovalamacasındaymış gibi motora yukarıdan benzin tükürüyor. Mükemmel bir vokali var ve Venator’u rahatlıkla birkaç adım yukarı taşıyor. The Seventh Seal‘daki epik yakarışlarını duymanız lazım.
Şarkı yazımı ve gitar tarafında da detaycı ve olabildiğince orjinale sadık kalmaya çalışan bir işçilik var. The Seventh Seal gibi rahatlıkla bir 80’ler karışık kasedinde kendine yer bulabilecek marş vari bestelerle The Hexx gibi proto-thrash sayılabilecek besteleri çok iyi harmanlamalarının yanı sıra Leon Ehrengruber’in solo karakteri de doğrudan grubun yaratmaya çalıştırdığı karakteri besleyen türden. 80’ler heavy metali karanlık bir iblis olsaydı ve Ehrengruber de onu yeraltından celbetmeye çalışan bir büyücü olsaydı, bu sololarla ve tam ayarındaki reverb prodüksiyonla büyüsünü rahatlıkla yapabilirdi. Doğru bir noktada hız kesip albüme derinlik katan melodik Red and Black ve hemen arkasından tekrar gazı kökleyen Nightrider gibi parçalarda döktürüyor maşallah. Hiçbir şarkıda arkada kalmayıp devamlı cüng ve cang eden bas gitar (Stefan Glasner) da ayrıca enfes ve o gallop hissiyle birlikte NWoBHM vanasını sonuna kadar açıyor.
Venator’un retro heavy metal gazı kesinlikle sönmüyor ama süre ve şarkı sayısı bakımından biraz daha rafineleşilebilse, Echoes from the Gutter hakkında çok daha coşkulu, çok daha yüksek bir noktadan konuşabilirdik bence. Made of Light gibi öncesinde olan biten her şeyin ortalama bir tekrarı tadındaki parçayla albümü pop-rock noktasında kapatıp “bu da nereden çıktı şimdi?” dememe neden olan Streets of Gold atılsa 10 dakikalık bir kırpma işlemiyle çok daha etkili bir iş çıkarmış ortaya. Streets of Gold‘u direkt geçiyorum artık ve üzerinden aylar geçmesine rağmen hala hiç yakıştıramıyorum albüme.
Fazlasıyla kolay bir kritik oldu ve söyleyecek çok da bir şey kaldığını düşünmüyorum açıkçası, çünkü Echoes from the Gutter heavy metal seven herkesin rahatça benimseyebileceği, hem samimi hissettiren hem 80’lere sırtını yasladığı zaten olayımız belli, diyerek beyninin şalterini kapatmayan akıllıca bir iş. Venator kısa sürede retro tayfa nezdinde kıymetli bir konuma yükseldi ve böyle giderlerse isimlerini çok daha fazla duymamız mümkün. Erken rezervasyon yaptırıp yerinizi sağlama alın şimdiden; en azından The Seventh Seal, Nightrider, Manic Man ve The Hex gibi parçaları mutlaka bir kurcalayın.
85/100

Retro retro nereye kadar diye düşünenler olabilir ama müzik benim için teknoloji gibi ilerlemeli bir mecra değil. Bu tarz kaliteli eskiye/eskimeyene öykünmeler hoşuma gidiyor.
80’li yıllardan fırlamışcasına ve hatta daha da 80’ler bir albüm. Yine bildiğimiz kalıplar, bildiğimiz tarz heavy metal ama o bildiğimiz tarzın güzel örneklerinden, maharetli bestecilik ve kaliteli prodüksiyon ürünü bir albüm.
Kıyısından köşesinden de olsa sevdiğiniz bir tür ise hoşunuza gitme ihtimali yüksek.