Watain – The Agony & Ecstasy of Watain
Merhaba.
Watain uzun zamandır heyecan verici, etkileyici bir grup değil. Erik Danielsson gibi bir lideri, sahne şovunun ürkütücülüğü, manifestosu Liber Azarete’nin yeraltı ortamlarında gruba yönelik yarattığı cazibesi vb. özellikleri sayesinde hala çok büyük elbette, fakat 2000-2010 arasında İsveçli grubun neler başardığına çok yakından şahitlik etmiş biri olarak aynı nüfuz ve etkililiği son 10 yıla taşıyamadıklarını rahatlıkla söyleyebilirim. Bunun çeşit çeşit nedeni var.
En önemli neden şüphesiz The Wild Hunt. İlk dinlediğimde garip bir şekilde çok etkilendiğim, hatta o dönem yazdığım sitede kritikleyip hayli yüksek puan verdiğim The Wild Hunt, sonradan benim de itiraf edeceğim üzere Watain’in yükselen grafiğini tepetaklak ederek thrash etkili, marş vari black metal besteleriyle bilinen grubun ivmesini hayli bozdu. Beş sene sonra bir özür ve façayı kurtarma albümü olarak yayımlanan Trident Wolf Eclipse ise serbest düşüşü yavaşlattı belki ama fazla planlı, arkasındaki motivasyonu fazla açık eden besteleri (ve hacimsiz prodüksiyonu) nedeniyle, haklı olarak pek sallanmadı. Araya da canlıda gruba eşlik eden Set Teitan’ın Nazi selamı vermesi girince hızlıca gölgelere çekildi yine Watain.
Bugüne geldiğimizdeyse pek çok dinleyici yedi sene gibi kısa bir sürede peş peşe Casus Luciferi, Sworn to the Dark ve Lawless Darkness gibi üçü de ortalamanın çok ama çok üzerinde işlere imza atan Watain’i kalbine gömüp son dönem vasatlıklarını umursamadan yeni gruplarla hayatına devam ediyor. Sosyal medyada zaten durum belli ama dış basında bile Watain’in yeni albümüne duyulan heyecan, ortalama bir İzlandalı veya Polonyalı black metal grubunun albüm haberi kadardı ancak. Kadrosunda black metal namına sadece DIMMU BORGIR, ALCEST, BELPHEGOR gibi tartışmalı isimleri barındıran Nuclear Blast‘e geçmek de bekledikleri heyecan fırtınasını koparamadı ve Watain gibi bir dev için sessiz sedasız denilebilecek bir biçimde çıktı The Agony & Ecstasy of Watain.
Erik Danielsson, albüm isminden de anlaşılacağı üzere Watain macerası sırasında yaşadığı ızdırabı ve coşkuyu yansıtacak retrospektif bir eser yazmak istemiş. Beste tercihleri ve sözler üzerinden sağlaması rahatlıkla yapılabilen bu motivasyon, Erik’in biraz yorulduğunu ve belki de motivasyonunu kaybettiğini hissettirdi açıkçası. Ele alacak başka konu, işleyecek başka bir konsept mi yoktu diye coşup sanatçının işine karışarak haddimi aşmak istemem ama bu bitkinlik ortaya çıkan işe de sirayet ettiği için şikayetimi belirtmek zorundayım. Açılış parçasında bas bas bağırıyor “Bizim olanı almaya geldik!” diye ama 50 dakikaya yaklaşan süresinde sadece birkaç kısa anda istediğini alacak kudreti ve gücü yansıtabiliyor. Bu da Watain gibi taş üstüne taş, omuz üstünde baş bırakmamasına alıştığım bir grup için biraz üzdü beni.
25. yılına yaklaşan, milenyum sonrası -en azından belirli bir bölümünde- black metalin en önemli temsilcilerinden biri konumunda bir grubun hala 90’ların devlerinden ilham alan, aldığı ilhamı da hala gözüme gözüme sokan bir müzik yapması bana battı. Hiçbir zaman özgünlük peşinde koşmadılar belki ama ben şu yaşımda, şu devirdeyken artık DISSECTION‘ı, EMPEROR‘ı düşünmeden de black metal dinleyebilmeyi diliyorum sanırım. Zaten albümün karakteri sanki diskografinin daha önce yayımlanmayan parçaları arasından bir best of seçilmiş gibi, bir de üzerine dev dev grupların gölgeleri vurunca tadım kaçtı iyice. Sanki son 10-15 senede black metal adına hiçbir şey olmamış da el mahkum 90’lara gidiyormuşuz gibi… Aman ne bileyim ya; iki sene önce kurulmuş 22-23 yaşında elemanlar yapsa tamam da Watain’sin be sen.
Dış basında Ecstasies in night infinite hakkında “Watain’in bugüne kadar yazdığı en vahşi şarkı!” gibi yorumlar yapıladursun, ben The Howling için iyi bir ısınma turu attırması dışında bir nitelik bulamadım. Fabrika çıkışı kaliteye diyecek söz yok belki ama standart besteleri öveceğimiz günler geride kaldı artık. The Howling ise hakikaten uzun zamandır Watain’den duyduğum en net, en kılçıksız parça sanırım. Nuclear Alchemy gibi asla doyurulamayacak black/thrash açlığımı yatıştıran çiğ parçaları da vardı yakın geçmişte ama The Howling, 2. dalga ilhamını modern prodüksiyon ve Erik Danielsson tutkusuyla (vokal anlamında) birleştiren kusursuz bir iş. Vites değişimi ve geçiş konusunda hızlandırılmış kurs veren parçanın konserlerde de vazgeçilmez olacağına eminim.
Artık orta tempoda Erik’in vokaliyle ilerleyen marş vari bir parçanın vakti geldi diye düşünürken devreye giren Serimosa, hem bu tür bestelerde artık ne kadar rahat ve güçlü olduklarını görmek hem de ismiyle hadi hayırlısı dedirten Black Cunt‘a bağlanışta da çok başarılı, fakat biri grubun geçmişinin bir kopyası, öteki de Dissection diye bas bas bağıran bir beste olunca daha ilk yarı sona ermeden heyecanı sönmeye başladı albümün bence. Leper’s Grace, Watain’in en iyi yaptığı şeylerin rafine bir versiyonu olarak old school, thrash ve Dissection kelimelerinden bir beste yapın denilse ortaya çıkacak şeyi çok iyi özetliyor gerçi, o yüzden ilk yarı itibariyle kaleme gelen beş şuttan iki tanesi gol oldu diyebiliriz. Ecstasies… de direkten döndü / VAR iptal etti vs. desek, aslında ilk yarı itibariyle skor 2-2 ve fena değil gibi.
Not sun nor man nor god ara faslı sonrasındaysa kutsal savaşın kutsal olmayan tarafının kumandanının haykırışlarıyla dramatik bir hal alan Before the cataclysm, anlatının daha epik bir hale geleceğini müjdelerken 2. bir They Rode On vakası olup olur olmadık her yerde, black metal ile alakasız ortamlar ve kişiler tarafından paylaşılıp övülmesi muhtemel We remain ile iyice ayyuka çıkıyor. Eski THE DEVIL’S BLOOD insanı Farida Lemouchi’nin vokal desteği çok hoş ve parça da başarılı ama bir-iki dinlemeden sonra etkisi hızla azaldı, hatta kayboldu; temel nedeni de Watain dinlerken psikodelik triplere girmektense hemen arkasındaki Funeral winter‘da olduğu gibi kudurmuş, kendini kaybetmiş bir halde oradan orada savrulma isteği olsa gerek.
Belki alışılageldiği üzere kapanışta şovunu yapar beklentisiyle açtığım Serpentrion, orta tempo ritmik davullarıyla albenili bir açılış yapsa da hep 3. viteste giderek zaten aheste giden albümü zayıf bir noktada bitirdi. Hep aynı motifler, hep aynı geçişler… 4:43 – 4:51 arasını daha önce -sadece Watain’den bile- kaç kere dinlediğimi hatırlamıyorum artık. Bir de bu kısımlarda sözlerin ekstra vurucu olması lazım ama mevzubahis kısımdaki “Until the night wind blows free through our skulls!” ve hemen arkasından gelen“Ride free, Fare far, Drink deep, Die hard!” (bu ne artık) gibi sözler iyice soğuttu. He kankam hızlı yaşayalım genç ölelim de cesedimiz yakışıklı olsun şşt hadi bakalım.
Birçok genç ve tecrübesiz grup çok daha oturaklı manifestolar, akılcı söylemler ve kaliteli müziklerle çatır çatır black metal yaparken Watain’in bir türlü temel prensiplerini ileriye götürememesini hayretle karşılıyorum. Zamanında black metalin geleceği olmasına kesin gözüyle bakılan bir grup, yavaş yavaş eriyip tüketiyor kendisini gözümüzün önünde. Şöyle ağır tadıyla Watain övmeyeli 10-12 seneyi geçti yahu, farkında mıyız? Kabul, kötü müzik yapamayacak kadar biliyorlar bu işi ve The Agony & Ecstasy of Watain (ya bu ne kadar kötü bir isim değil mi peki?) bir şekilde barajı geçiyor; sahnesi, kostümü, imajı derken işin seyirciyle temas tarafında da şüphesiz çok başarılılar. Ne var ki ortada çok daha taze ve ruhani açıdan tatmin edici yüzlerce grup varken Watain’e sıra zor gelir bu saaten sonra. Albüm yaptığı hafta bir-iki tur dinler konuşur, sonra da unutur çoğunluk.
Bir dönem, henüz ikimiz de aile evlerinde yaşarken bir arkadaşımla onun yakın zamanda vefat eden babaannesinin evine giderdik içmeye. Evin ne olacağı belli olmadığından mobilyası, eşyalarının üzerindeki dantelleri bile duruyordu daha. Tabii babaanne evi; yani ne bilgisayar, ne de ses sistemi. 10-15 tane bira alıp ölüm kokan o garip evin salonunda cep telefonundan Casus Luciferi‘yi Sworn to the Dark‘ı açar, sabaha kadar içerdik. Uyduruk cep telefonlarının caz cuz hoparlöründen bile hissederdik Watain’in ateşini. Şimdi işim bu olmasa bir sonraki Watain albümünü açar mıyım, bilmiyorum.
Bu yazı vesilesiyle Septentrion’un sözlerini okuyana kadar hiçbir şikayetim yoktu albüme dair. Ruined… Arch Enemy’den halliceymiş.