The Spirit – Of Clarity and Galactic Structures
Merhaba.
Bulutların ötesinde savaş ve sefalete alternatif olabilecek daha iyi bir gerçeklik var mı bilinmez; lakin bunu hayal etmenin iyi hissettirdiğini inkar edemeyiz. Yıldızların arasındaki hiçliği gökçe varlıkların doldurduğu fikri ise onların ihtişamı karşısında varoluşun anlamsızlığına dair delirtici bir farkındalıkla birlikte tarifsiz bir dehşet ve korku getiriyor. Kurgu olduğunu, sonunda zarar görmeyeceğini bildiği sürece farklı hislere yol açan tecrübeleri yaşamaya meyilli -hayır, bdsm’den bahsetmiyorum- insan ise hayal gücünü genellikle bu yönde kullanıp sanatın farklı kollarında dehşeti çağıran eserlere imza atıyor sıkça.
2015’te Almanya’da kurulan, an itibariyle iki kişiden oluşan melodik death/black metal grubu The Spirit de kozmik korku temasıyla yoğurduğu müziğinde tüyler ürpertici işlere imza atıyor. İlk albümü Sounds from the Vortex‘i çıkardıktan kısa bir süre sonra Nuclear Blast ile bile anlaşmışlardı, fakat sonra AOP Records‘a geçtiler. Öyle veya böyle; kurgu tecrübelerin cazibesi konusuna referans verecek şekilde hem çok tanıdık ve güvenli hem de taze ve farklı bir tecrübe gibi hissettirmeyi başaran müzikleri, kısa sürede yeraltından çıkıp daha çok dinleyiciye ulaşmalarını sağladı. Yola çıkıştaki bir numaralı ilham kaynağı olan DISSECTION‘dan aldıkları şeyleri modern ve yeni fikirlerle harmanlayarak 2017 ve 2020’de iki enfes albüm çıkarıp kendi kitlelerini oluşturmayı başardılar.

Yukarıda saydığım nedenlerden dolayı Of Clarity and Galactic Structures bu yıl en çok beklediğim albümlerden biriydi. Önden paylaşılan parçalarda grubun daha progresif ve death metal odaklı takıldığı anlaşılıyordu ve her ne kadar o çok sevdiğim şeyden biraz daha olsa hayır demeyecek olsam da farklı bir şeyler gelebileceğini hissedip merak etmiştim. Önceki albümlerle karşılaştırınca farklı farklı olmasına da, bu farklılığın etkisi pozitif mi o tartışılır biraz.
The Spirit’e dair en büyük eleştiri grubun tek boyutlu anlayışı ve beste yapılarının formülündeki basitlikti. Ben buna bile çok katılmıyorum, zira ilk iki albümde trafik ve düzenleme tarafında kusursuz işler çıkarıp bayağılaşmamayı becermişlerdi. Ne yazık ki bu defa standart Dissection ilhamlı bestelerde bir dengesizlik, bir ruhsuzluk ve tekdüzelik hissediliyor. Daha progresif ve maceracı gibi görünen şarkılardaysa bu eleştiriyi bertaraf etmeyi başarmışlar. Öte yandan en büyük albenileri olan Dissection vari melodi devinimi konusundaysa geriye doğru gidilmiş. Cosmic Terror‘de yer alan The Path of Solitude‘dan rif bitmiyor diye bahsedip gitarlarda ne kadar bonkör ve üretken olduklarını övüp durduğumu hatırlarken Of Clarity and Galactic Structures‘da çok daha cimri ve kolaya kaçan, tekrarcı bir The Spirit bulmaktan memnun değilim doğrusu. Bir tarafı düzeltirken diğer tarafı bozmuş gibiler biraz.
Hem kolaycı hem de progresif nasıl olunuyor diye sorulması muhtemel ve çok da haklı bir soru. Albümün problemi de burada yatıyor diyerek başlayabilirim cevaplandırmaya. Kadronun daralmasından mıdır yoksa pandemi sürecinin negatif etkisi midir bilmiyorum ama bazı şarkılarda bir tembellik gelmiş elemanlara. Her parça ya önündekinin ya da arkasındakinin farklı bir versiyonu gibi hissettiriyor. 8 parça, 44 dakika müzik içerisinde aynı atmosfer ve müzik sürekli tekrar edince de maalesef sıkıyor biraz.
7:35’lik süresiyle özgüven gösteren açılış -isim şarkısı aynı zamanda- melodik gitarlarını Ole Öhman’ı (Dissection davulcusu) gururlandıracak türden ritmik davullarla destekleyip The Spirit’i The Spirit yapan güçlü bir yerden girmesine rağmen giderek agresifleşip enerjiyi yükselteceğine orta-tempoda kasvetli, bunaltıcı bir atmosfere yerleşmeyi tercih ediyor. Bunda bir sorun yok elbette ama 5:20 civarında tersten kreşendo yaparak MY DYING BRIDE temposuna inen davullar 2/4’ü kafaya vurup bayıltacakken keyifli ama o kasvetli havayı dağıtan bir çift gitar armonisiyle devam edilince grubun nereye gitmek istediğine dair şüpheler uyanıyor insanın zihninde.
Arkasındaki The Climax of Dejection da yine şahane bir blast-beat ile açılıp daha ilk dakikasında arka arkaya rifleri sıralayarak kesik davullarla yine groove şov yaparken 3:06 civarında giren çift gitar death/doom vari bir yerlere çekiyor besteyi. Tamam yıkılıyoruz o zaman hep beraber diye kendimi hazırladığım andaysa çok keskin bir geçişle tekrar hızlanıyor. İşin kötü tarafıysa ne hızlı partisyonlarda yeterince agresif, ne de düşük tempolarda yeterince yıkık The Spirit. Bu nedenle de pat diye vitesi değiştirdiği anlarda yaratmak istedikleri duygu-durum değişimine adapte olamıyor insan. Sen daha beni kaldırmadın ki düşürüyorsun, düşürmedin ki kaldırmaya çalışasın, gibi bir durum çıkıyor ortaya. Standart bestelerindeki kalite biraz düşmüş kısacası.
Çok sevdiğim grubu haddinden fazla analiz ederek boğuyorum belki yazıyı ama her şey o kadar da karanlık ve negatif değil aslında. Progresif ve yaratıcı bakış ortaya çıktığında The Spirit yine enfes anlar sunuyor. 3. parça Repression, daha ilk dinlemeden favorilerimden birine dönüşen bir beste örneğin. Dissection melodik death/black metalini 90’ların teknik death metal albümlerinden, ucundan kıyısından DEATH‘ten aldığı ilhamlarla birleştirdiği zeki işçiliğiyle göz dolduruyor. Girişindeki bas solosu 0:56 civarı giren ana motife evrildiğinde MT’nin melodik gitarlarıyla MS’in tuşeli davulları birleşip harika bir progresif death metal parçasına dönüşüyorlar. Bu fikri agresif anlarla birleştirdiklerinde de hiçbir çatlağı yok bestenin. Şarkının son bölümünde iki dev blast-beat ortasında bir bas solosu daha var ki o da tadından yenmiyor.
Celestial Fire da yine Repression‘ı taklit ederek açılıp bol zilli, aksakmış gibi hissettiren davullarla açılıp bütünselliğe hizmet ederken hızlıca yükünü alıp çift bas davullu, tremolo gitarlı daha standart ama etkili bir şeye dönüşüyor. Köprü ve nakaratındaki davulculuk özellikle dikkate değer ve albümün kalanında asla hissedemediğimiz bir enerji pompalıyor. Son bölümde ise enstrümantal ritim oyunları, hızlı bir soloya bağlanıyor. Repression ve Celestial Fire ikilisi kesinlikle albümün tepe noktası ama maalesef 44 dakikanın sadece 10 dakikasını oluşturuyorlar ve bu parçalarda gördüğümüz zeka, yaratıcılık ve enerjinin yarısı bile yok diğer parçalarda.
Transition ara faslı, Arcane Wanderer‘ın orta tempodaki dağınık yapısı (yine de bas soloları çok hoş), tamamı enstrümantal ve synth. eklemeleriyle deneysel fakat atmosfer açısından bir şey sunamayan Laniakea‘yı da ekleyince toplamda dağınık, nereye varmak istediğini bilmeyen bir albüm imajı çiziyor Of Clarity and Galactic Structures. Potansiyel olarak, parça parça hissettirdiği bazı şeyler heyecan verici ama henüz dönüşümü tümüyle gerçekleştirmeyi başardığını söylemek zor. Eğer bu bir deneysellik kumkuması değil de The Spirit’in yeni karakteri olacaksa geçiş işi şeklinde değerlendirip çok vurmamak lazım ama her halükarda önceki iki albümden, The Spirit’in vadettiklerinden hayli uzak. Buna rağmen melodik gitarları, canavar bas gitarı ve Repression & Celestial Fire ikilisinin hatrına defalarca dinledim. Eminim tıpkı benim gibi Dissection ekolünden gelen işleri seven ve biraz progresifliğe de hayır demeyecek dinleyicileri de bir süre oyalayacaktır. Bir sonraki albümde kafayı toplayıp hangi yöne gideceği daha net bir iş çıkarmaları ümidiyle, şimdilik esenlikler diliyorum The Spirit’e.
72/100

Metalperver’i desteklemek için aşağıdaki düğme üzerinden PATREON’a ulaşabilir, dergi alır gibi aylık aboneliğinizi başlatabilirsiniz: