Meshuggah – Immutable
Merhaba.
Hiç kimse, Meshuggah gibi değil.
Metal dünyasında herhangi bir grup hakkında bu cümleyi kurmak imkansıza yakın ama söz konusu ritim tanrısının ta kendisi olduğunda işin rengi değişiyor. Melodiyi ritmin arka planında bir yan unsur olarak kullanarak benzersiz bir müzik yaratmaları bir yana, koca bir türün kurucusu ve kerteriz noktası konumunda bulunmaları diğer yana; 30 yılı aşkın süredir durmadan gelişmeye ve evrilmeye devam etmeleri ise apayrı bir yana.
Dinleyici bazında dünyanın en talepkar gruplarından biri olması, Meshuggah’ı metalperver bireyler arasında ikiye ayırıyor. Müzikte melodi arayan, onu bir yerden bir yere taşıyacak göstergelere, rehberlere ihtiyaç duyan dinleyici için matematikten ibaret, ruhsuz bir yapı olarak görünürken dinlediği şeyin kendisini zorlamasından, düşünce yapısını değiştirmeye çalışmasından ve düpedüz rahatsız etmesinden hoşlananlar için bir gruptan çok daha fazlası. Konfor alanı kavramına düşman, gazabını insan kulaklarının en derin noktalarına kadar hissettirip kulakla beyin arasındaki ilişkiyi bozmaya, insanın evren ile uyumlanmasını sağlayan doğal ritim duygusunu elleri arasında sıkıştırıp ezmeye çalışan, öfkesi dinmek bilmeyen gaddar bir tanrı adeta. Emrettiği dini kabul eden tutkulu müritleriyle böyle bir müziği kabul edeceğine ölmeyi tercih edecek azılı karşıtları arasındaki savaşın ebediyete sürüklenmesinin nedeni de bu zaten.
Ben ise karşılığını verdiği sürece iki tarafa da silah yapmaktan çekinmeyen kendi halindeki mitolojik bir demirci gibi hissediyorum daha çok. Meshuggah’ın sevilme ve sevilmeme sebebi üç aşağı beş yukarı aynı; bakış açısı ve müzikten beklentiyle şekillenen duygulara karşı da hayır sizin taraf bütünüyle haksız, bok yeyin, demeyi doğru bulmuyorum. Bununla birlikte bence değeri, sadece dinleyici olarak kalmaktan ziyade metal hakkında konuşmayı, düşünmeyi seven metalcinin üzerine kafa yorabileceği, fikir yürütebileceği ve çatıştırabileceği bir isim olarak bile çok büyük. Yaptıkları şeye duyduğum saygı sonsuz ve her gün açıp dinlemesem de biraz dinlediğimde kolay kolay kendi rutinime dönmekte zorlandığımı, çünkü başta belirttiğim gibi Meshuggah’ın düşünce şeklimi, ritim algımı değiştirip beni ele geçirmeye başladığını hissedebiliyorum.
Immutable da tam olarak bunu yapıyor.
Farklı bir etki yaratmasını beklemek anlamsız zaten ve istikrarını korurken değişip dönüşmeyi becerebilen bir grup Meshuggah, bu yüzden bu seferki yöntemler neler bakalım, gibi bir soru üzerinden değerlendirmek dışında pek bir seçenek bırakmıyor. Günün sonunda poliritimlerin havada uçtuğu, insana ilkokul çocuğu gibi parmak hesabıyla ölçü saydıran deli işi bir metal yapmaya devam ediyorlar ve bunu dünyada en yaratıcı, en sıradışı, en kaliteli şekilde yapan grubun kim olduğu sorusunun cevabı, 2022 senesinde de değişmedi.
Orta tempoya yerleşip deneyselliğini orada yaşamayı tercih eden, görece sakin ve içe dönük bir Meshuggah var karşımızda. Öfkenin, isyanın bu denli törpülenmesiyse başta albüm süresi olmak üzere atmosfer ve dinleyici konsantrasyonu taraflarında eksi yazıyor. Gitar tonlarından tutun da değişmezlik fikri üzerinden (albüm ismi de benzer bir anlam taşıyor) insanın hatalarını, geçmişinin peşini bırakmaması şöyle dursun geleceğini nasıl şekillendirdiği ve bunlara benzer -bazıları epey muğlak- mevzuları işleyen sözlerine kadar ağırbaşlı, olgun ve içsel hesaplaşma havasında kurgulanmış; eğer bu kafaya girip örneğin Phantoms‘un son anlarında Meshuggah kafanıza beton çivileri çakarken ulan ben bu hayaleti gömdüm sanıyordum, nereden çıktı şimdi bu, paniğiyle beraber geçmişin yükü altında ezilmek gibi duygu durumlar haline girmeye gönüllü değilseniz Immutable‘ın genel yapısı biraz boğucu, biraz ağır gelebilir.
Tabii baştan sona sabit olması beklenemez ki ne orta tempoya yerleştiği genelinde ne de ani değişimlerle konfor alanını terk ettiğinde monoton veya tekdüze kalmıyor besteler. Djent türünün icadı ve Bleed parçasının yarattığı akıl almaz yankı nedeniyle Meshuggah’ın ne kadar büyük bir progresif metal devi olduğu unutuluyor bazen ama ameliyat masasına yatırdığımızda hala her parçalarından öğrenilecek tonla şey çıkıyor. Broken Cog, savaş tamtamlarına bakış açınızı değiştirecek türden bir aksak ritim ile meydan okurken favori parçalarımdan birine dönüşen They Move Below, 9:35 gibi devasa süresini epeyce yoğun ve belki cesursa gelecek ama melankolik bir inşa için kullanıyor. İlk bölümündeki temiz gitarlar zaten harika ama bir post-rock veya shoegaze albümünde sırıtmayacak Mårten Hagström gitarlarının arkasında bildiğimiz (bilmediğimiz yani aslında tabii haha) Meshuggah ritimlerini duymak çok keyifliydi.
Bu arada zaten en sevdiğim parçaları şöyle bir sıralayınca neredeyse tümünün Mårten Hagström’ün besteleri olduklarını fark ettim. 10. sıradaki I Am That Thirst istisnası dışında tüm tek sayılarda sıralanan parçaları kendisine ait. Hagström’ün yazmadıklarından ise God He Sees in Mirrors‘a da ayrı çıldırdığımı belirtmem lazım. Özellikle 1:17 civarında gitar ne yapıyor, hala sayıp sayıp şaşırıyorum hesabı. Gerçi bir saniye; Phantoms‘u zaten ucundan över gibi yaptım demin ama 2:54’de giren riff ile birlikte iki dakika boyunca insanı dayak arsızına çeviren o enstrümantal bölümü de anmadan geçmek istemiyorum şu an. Bazen gerçekten ayıp ediyorsun Meshuggah.
Daha doğrudan bir yaklaşım benimseyen ilk yarısından ziyade görece içe dönük ve atmosferik ikinci yarısını daha çok sevdiğimi söylemem lazım ama toplama bakınca Immutable‘ın 66-67 dakikasının dinleyiciyi zorlayacağına şüphe yok. Çoğu grubun yirmili yaşlarda yapamayacağı şeyleri ellilerini yaşarken yapıyor bu adamlar ve şöhret merdiveninin en üst basamaklarında bile sertlikten, ekstrem metal kafasından ödün vermiyorlar; böyle düşününce bu saatten sonra isterse 166 dakika albüm yapsın kime ne kardeşim diyorum ama bu devirde 66-67 dakikayı haklı çıkarmak çok zor ve işin içine vokalin karakteristik istikrarı da girince Immutable‘ın eziciliği bir noktadan sonra olumsuza kayabiliyor. Kapanışta yer alan, sadece gitardan ibaret Past Tense‘e geldiğimde albümü kafamda çoktan bitirmiş, okeye dönüyor oluyorum ve her ne kadar temiz gitarların yarattığı bu garip, siber yalnızlık atmosferine kapılsam da parçadan istediğim kadar etkilenemiyorum. Tek tek parçalar birleşip daha büyük bir şeye dönüşemiyorlar açıkçası; hatta devinim kaybolurken parçaların tekil gücünden de bir şeyler götürüyor. Bende öyle olmadı ama eminim çoğunluk sevdiği şarkıları çalma listesine ekleyip Immutable‘ı kafasında yarım saatlik bir tecrübe şeklinde kodlayarak hayatına devam edecek. En büyük ve belki de tek problemi bu albümün.
Kişisel olarak da Jens Kidman’ın hiçbir zaman sevemediğim ve çoğunlukla kulağımı tıkadığım vokalleri ve uzun süresi dışında Immutable ile ilgili negatif bir düşüncem yok sanırım. Her zamanki robotik, haliyle durdan yapmadan anlamayan gaddar hallerinden daha ruhani ve duygusal bir tabana geçmeleri de hoş bir değişiklik bence. Bu sayede gruba mesafeli dinleyici için giriş albümü niteliğinde de olabilir, o yüzden şu ana kadar bir-iki kez deneyip bıraktıysanız Immutable ile tekrar şans verebilirsiniz.
Artık gidecek pek bir yeri kalmayan, bu saatten sonra da tarzını tümüyle değiştirmesi muhtemel görünmeyen bir grup olarak müziğe yepyeni bir unsur katmadan yapabileceklerinin en üst seviyesindeler ve Immutable, Meshuggah’ın kariyerinin en rafine, en olgun işlerinden biri bu anlamda. Belki ilerleyen yıllarda sıkılıp yeni prodüksiyon fikirleri, konuk müzisyenler vb. unsurlar ekleyerek şaşırtırlar ama şimdilik aynı değişmezlik hali içerisinde, kararlılıkla yollarına devam ediyorlar ve onları durdurabilecek hiç kimse yok piyasada.
85/100
Metalperver’e destek olmak için aşağıdaki düğmeye tıklayıp PATREON’a gidebilir, aylık dergi satın alırmışçasına abone olabilirsiniz:
Albüme dair beğenmediğim pek bir şey yok, bol bol övmeye de gerek duymuyorum ama bundan sonrası için nasıl bir yola girecekler ben de merak etmekteyim.
Sitede okuduğum en iyi incelemelerden biri. Meshuggah çok özel bir grup. Bu kadar saçççççmasapan bir müzik yaparak görece ana-akım gruplardan biri olmaları inanılmaz bir şey. Şu anda Spotify’da aylık dinleyici sayısı 890.477. Immutable’a gelince, Tomas Haake’nin albüm çıkmadan önce bir açıklaması vardı AC/DC’nin tam zıddı bir müzik yaptığımız halde bir yandan da AC/DC gibi her seferinde aynı albümü yapıyoruz gibisinden. Küçük değişimlerle Meshuggah soundunu taze tutuyorlar bu aynılık içinde. ObZen / Koloss / TVSOR yapı olarak çok benzer albümlerdi. Immutable ise şarkı yapılarını çok lineerleştirerek kırıyor önceki tarzı. Nakarattır hooktur olaylarına girmediği için önceki 3 albüme göre içine girmesi çok daha zor oldu kendi adıma fakat şu anda dinlemelere doyamıyorum. Enstrümantal şarkıları atlayınca su gibi geçiyor. Dick Lövgren taze kan getirdi gruba son 2 albümdür. Thordendal’in yokluğu da hissediliyor maalesef. Do Not Look Down gibi oynak şarkılar yok. Bir sonraki albümde 1/3 olarak paylaşırlarsa besteleri on numara olur. Benim gibi düşünmeyenlere cevabım da hayır sizin taraf bütünüyle haksız, bok yeyin.
Çıktığından beri hala arada açıp açıp dinliyorum. Bayağı olmuş bu albüm ya
Benim için de senenin gizli forvetlerinden. Meshuggah diye direkt kafada eleniyor ama aslında çok insanı cezbedebilir.
Ne dinleyeceğimi bilmediğim zaman ya bunu açıyorum ya da Procreate Inverse’i. Geçen ona yorum yapam diye girdim baktım sitede incelemesi yok, burada shout out eylemiş olayım. İkisi de yeni pek bir şey yapmadığı halde yaptığı şeyi mükemmel yapan, her ruh halinde dinlenebilerek keyif veren bağımlılık yapan albümler. Mesela DSO albümü de çok iyi ama önceki DSO icraatlarından farklı olarak bunda moda girmem gerek diye düşünüp çok sık dinlemiyorum. Immutable’yle Procreate Inverse çok gamsız albümler oldukları için her an dinlenebiliyor.
Bir de sanırım TVSOR veya Koloss’ta bu kadar “bu ne aq o_O Ne gerek vardı şimdi???” dedirten an yoktu sanki. Saçmasapan fikirleri arka arkaya bu kadar eğlenceli dizebilecek az sayıda gruptan biri Meshuggah.