Evil Invaders – Shattering Reflection
Merhaba.
Metali çok seviyorum. Bu şaşırtıcı bir açıklama değil tabii ama yıllar geçtikçe daha da net farkına varıyorum ki metale dair sevmediğim gerçekten çok az şey var ve sevdiklerime dair içimdeki duygular zamanla daha da kabarıyor. Deathcore bile zamanla evrilip daha akıllı ve müzikal tatmin sağlayabilen bir şeye dönüştüğü için artık Ggerçekten sevmediğimi söyleyebileceğim hiçbir tür kalmadı ama zaten hiçbir şey olmasa metalin yaratıcı, yenilikçi tarafıyla eskiye tutunan old school kafasının çatışmasını seviyorum. Yeni fikirlerle, taze ve modern bakış açılarıyla üretilen albümleri dinlerken yaşadığım hassiktir nereloluroy, halini ayrı, 80’lerden fırlamış gibi duran eski ekol bir kaydı dinlerken hissetiğim aga bee, metal ruhu bee, tarzı nostaljik gazı ayrı seviyorum.
Geçtiğimiz günlerde yeni SAINTS ‘N’ SINNERS albümünü dinlerken zihnimde beliren bu düşünceler, biraz da hangisinin daha değerli olduğuna dair fikir çatışmalarını da beraberinde getirmişti ki üzerine son Evil Invaders marifeti Shattering Reflection‘ı patlatınca birkaç gündür başka şey düşünemez oldum. 2007’de Belçika’da (dünkü SCHIZOPHRENIA ile birlikte Belçika haftası ilan ettim gibi oldu) kurulan thrash/speed metal topluluğu, 5 senelik bir aranın ardından 3. stüdyo albümünü yayımladı ve 80’lerde NWoBHM ile ekstrem türler arasındaki bağı oluşturduğuna inandığım speed metal tarafında kaba, şakacı, gürültücü, hızlı ve umursamaz müziğiyle bir süre daha etrafta takılacağını ilan etmiş oldu.
Tahmin edeceğiniz üzere Evil Invaders da old school neferi bir grup ve thrash/speed/heavy metal harmanı, 80’ler dostu bir metal icra ediyor. EXCITER, RAZOR gibi isimleri sevenlerin hızlıca dikkat kesilecekleri türden hızlı besteleri IRON MAIDEN, JUDAS PRIEST ve benzerlerinden tanıdığımız NWoBHM / heavy metal tabanlı melodik, orta veya düşük tempo parçalarla birleştirip dengeli bir albüm yazmışlar. Johannes “Joe” Van Audenhove gibi hem gitar hem vokal tarafında hayli mahir bir elemana sahip olunca işler biraz daha kolaylaşıyor herhalde.
Jon, kurucu gitar/vokali ve orjinal kadrodan geriye kalan son isim olarak Evil Invaders’ın baş aktörü ve grubun gitar/vokal müziği yaptığı düşünülürse ne kadar etkin bir rol oynadığını fazlasıyla hissedebiliyoruz şarkılarda. Açık ara favorilerimden Hissing in Crescendo açılışındaki Judas Priest (The Hellion / Screaming for Vengeance) göndermeli gitarlar kısa sürede çok daha coşkulu ve neredeyse ICED EARTH seviyesinde bir dörtnala koşturma taramasına geçerken Jon da tiz ama aynı zamanda da kirli vokalleriyle ateşi harlamaya başlıyor. İlk paylaştıkları ve biraz da milleti trollemek için yaptıklarını düşündüğüm In Deepest Black parçasına kadar saniye durmuyor grup ve speed/thrash metalin hakkını veriyor.
In Deepest Black bir ballad ve bir-iki dakika önce “Neye ihtiyacın olduğunu biliyorum, değersiz yaşamının yükünü omuzlarından alcağım, artık senden tek istediğim şey benim için ölmen!” (Die For Me) diyen Jon’un bu parçada yav ne oldu da böyle karanlığa düştü düşünceler, çok yalnızım be atam, tarzı serzenişlerini ciddiye almakta zorlanıyorum. İlk iki parçanın muhteşem 80’ler havasını ballad yapısı, dörtlüklerindeki temiz gitarlar ve Jon’un rock vokalleri sayesinde sürdürüyor belki ama benim için hayli boş bir parça oldu. Bir de onun arkasından Sledgehammer Justice (Balyoz Adaleti diye çevirebiliriz) girip ver ediyor thrash coşkusunu, indiriyor speed metal balyozunu. Öyle olunca Die For Me sonrası direkt atlayasım geliyor artık In Deepest Black‘i açıkçası.
Neyse ki bu ufak pürüze hiç takılmıyoruz, çünkü Evil Invaders şovu tam gaz devam ediyor. King Diamond vari aklı başında hikaye anlatıcıyla şizofrenik çığlıkları birleştiren Jon’un vokalleri sayesinde albümdeki bir diğer favorim Forgotten Memories, düşük temponun açığını vokal şovuyla kapatıyor. 2. gitarist Max Mayhem’in (BÜTCHER‘de de çalıyor bu arkadaş) bu şarkıdaki kısa solosu da tam yerinde. King Diamond dışında Tim Ripper Owens dönemi Iced Earth parçalarını, U.D.O. sonrası döneminin ağır ACCEPT parçalarını da anımsattı bu şarkı ki bu referanslar birleşince zaten benim sevmeme ihtimalim kalmıyor pek. Jon önümüzdeki yıllarda sesine iyi bakarsa yeni neslin önemli vokal figürlerinden biri olacak gibi, umarım patlamaz.
Bu noktadan sonraysa biraz düşmeye başlıyor albüm. Real of Shadows ara faslı ile geçtiğimiz 2. yarıda Eternal Darkness iyi bir giriş solosunun ardından hızını alıp kaptırıyor ama hem o hızı koruyamıyor hem de tekrar üzerine tekrar yüzünden altı buçuk dakikasının hakkını vermeyi başaramıyor. Melodik My World biraz kımıldandırsa da yine enstrümantal ve ağır Aeon ile biraz daha düşüyor albümün süngüsü. Yine King Diamond göndermeli efektli fısıltılarla, olum kaçın lan geliyor ürkütücülüğüyle açılan The Circle ise kısa sürede albümün başındaki o manyakça hızı yakalayamasa da anlatı ve atmosfer olarak enfes bir noktada kapatıyor albümü. Keşke Forgotten Memories ile The Circle arası bu kadar yavan ve jenerik şeylerle geçilmeseymiş diyeceğim ama zaten o da olsa bugün Evil Invaders adını bilmeyeni dövecek noktaya gelmiş olurduk.
Yabancı basında birkaç tane 10/10 görünce yine Napalm Records‘a kızmadan edemedim ama en azından kimi pompalayacaklarını iyi biliyorlar. Jon’un Evil Invaders’ı hem enfes vokalleri hem de 80’ler heavy/speed/thrash dünyasını seven herkesi rahatça kucaklayacak gitarlarıyla, her albümde üzerine koyarak yükselmeye devam ediyor. Heyecanlıyım doğrusu, bir sonraki albümde iyice patlayabilirler gibi hissettirdi çünkü Shattering Reflection. O zamana kadar Hissing in Crescendo, Die For Me, Sledgehammer Justice, Forgotten Memories ve The Circle çevirmeye devam.