Sakis Tolis – Among the Fires of Hell
Merhaba.
ROTTING CHRIST‘ı ve Sakis’i ne kadar sevdiğimi, aynı zamanda da ne kadar uyuz olduğumu bilmeyen kalmadı herhalde. 90’ların sonundan beri dinlediğim, takip ettiğim, sayısını hatırlayamadığım kadar çok canlı izlediğim Yunan devi Rotting Christ, ekstrem metal camiasının en sevdiğim ve saygı duyduğum oluşumlarından biri. Birebir sohbet etme imkanı da bulduğum Sakis Tolis ise hem tutkusu, hem profesyonelliği hem de karakteriyle sadece benim değil, camianın içerisindeki pek çok önemli figürün de ilham kaynağı, rehberi olmayı başarmış bir efsane.
Ne var ki herhalde Thegonia‘dan beri –Aealo da hadi biraz- doğru düzgün bir Rotting Christ albümü dinleyemedim ve grubun 2010’larda yaptığı albümlerin tamamını vasat buluyor, kabullenemiyorum. Ritüel kafasından, seyirciye hey hoy çektirmekten, her şeyin sıradanlaşıp basitleşmesinden bıkmış haldeyim ve ömrümün bir kısmını verdiğim Rotting Christ, artık lafı açılınca suratımı ekşittiğim gruplardan birine dönüştü.
Bu işin baş sorumlusu Sakis’den başkası olmadığından dolayı da ona karşı garip bir aşk-nefret duygusu besliyorum. Solo albüm çıkaracağı haberine heyecanlanmakla birlikte sen önce git de… gibi tripli bir tavırla yaklaştığımı itiraf etmeliyim. Gerçi her paylaştığı şarkıyı ilk dinleyenler arasındaydım ve Among the Fires of Hell‘i heyecanla olmasa bile merakla bekliyordum. Nihayet çıktı ve şimdiden son dört Rotting Christ albümünden daha fazla dinledim; her dinleyişimde de biraz daha sevdim ve biraz daha sinirlendim. Biraz deli işi, muhtemelen bir övüp bir söveceğim bir kritiğe hazır olun kısacası:
E ulan Sakis, e be komşi… Yıllardır A Dead Poem diye, Triarchy of the Lost Lovers ve Sleep of the Angels diye ağlayan tayfayı mı eyledin sen şimdi? 40 yaş civarı eski dinleyicilerin gönlünü mü aldın? En iyi 25 Rotting Christ şarkısı için liste hazırlarken sadece bir şarkı koyduğunThe Heretics‘in, inatla onu savunan fast-food metalcilerine rağmen ultra dandik bir iş olduğunu mu kabul etmiş oldun nihayet? Bir bok yiyerek oturttuğun, Rotting Christ’ın konser/festival grubu olarak kariyerine devam etmesi için gerekli bestecilik anlayışı seni de mi yordu, bunu mu itiraf ediyorsun bize Among the Fires of Hell ile? Gerçekten röportaj yapıp dövüşesim var adamla, çünkü bütünüyle bu perspektiften bakıp gömmek çok kolay Among the Fires of Hell‘i. Hiçbir yaratıcılık ve zeka barındırmayan, müzikal değeri bulunmayan bir albüm; sadece bunu konuşacka olsam sabaha kadar söverim ama kazın ayağı öyle değil, o yüzden mevzunun bu tarafını bakıp başka taraftan bakacağım müsaadenizle.
Bunca laftan veya önden salınan parçalardan da tahmin edeceğiniz üzere Among the Fires of Hell, Sakis’in 90’larda benimsediği şarkı yazımına ucundan kıyısından da olsa geri döndüğünü müjdeliyor. Aklı başında ve hayran kimliğinden sıyrılabilen dinleyicinin Rotting Christ hakkında yıllardır “ya biz bunun daha iyisini daha önce dinlememiş miydik?” şeklindeki düşüncelerini bertaraf edebilmek şöyle dursun, daha da körükleyecek fikirlerle dolu olmasına rağmen orta/düşük tempoda, melodik ve 90’lardaki gotik/karanlık havayı iyi yansıtan, atmosfer anlamında da bütüncül bestelere sahip. Zaten pandemi ve karantina ortamında ruh halini stabil tutmakta zorlandığı için bir şeyler üretmeye çalıştığını belirtmişti Sakis ve albümün arkasındaki motivasyon biraz da pandemi depresyonuyla başa çıkabilmekti ama 90’ların sonunda yaşadığı depresyonun (bilen bilir; o gotik albümler Sakis’in hiç de iyi olmadığı dönemlerde çıkmış, hayli kişisel işler) yansımalarıyla bu kadar doğrudan benzerlikler taşıyacağını düşünmüyordum. O yılların tıpkısının aynısının yaşlı ve geçmişten ders çıkarmış hali gibi Among the Fires of Hell.
Dawn of the New Age ve Ad Astra gibi parçaları dinlerken 1996-2000 arası havayı solumamak, özellikle Dawn of the New Age‘in gitarlarında nostalji rüzgarına kapılmamak imkansız ve 20 küsür yıl sonra Sakis’ten tekrar bu tip parçalar duymak büyük keyif. Şimdilerde NIGHTFALL‘da baget sallayan Fotis Benardo’nun alıştığımız hız manyağı işleri yerine çok daha rock temelli davulları, Sakis’in -ire ile biten her kelimeyi -ağyyaa diye okuması (fire, desire, entire) ve gotik gitar sololarından prodüksiyona, hatta sözlere kadar o döneme referanslar veriyor. Davul haricinde prodüksiyon dahil her şeyden Sakis’in sorumlu olduğunu da belirteyim yeri gelmişken.
Kariyerinde ilk defa baştan sona temiz vokal kullanıp düpedüz şarkı söylediği, PARADISE LOST‘u anımsattığı açılış parçası My Salvation‘ın “let me sleep the sleep of the angels,” cümlesi, direkt Sleep of the Angels albümüne bir gönderme. Bunun haricinde hemen hemen her şarkının başında bir konuşma ve Sakis’in iç çatışması, meditasyonu veya manifestosu tadında cümleler bulunuyor. Melankolik olduğu kadar motivasyon da veren, insanı ayağa kaldıracak şarkılar yazmış Sakis ve My Salvation (benim kurtuluşum) açılışıyla karantinadaki ruh halini, albümün amacını açıklıyor. Doğrudan dinleyiciye seslendiği anların sayısı azımsanacak gibi değil ve hem kendisi hem de hayranları için konfor alanında, rahat ve huzurlu bir albüm yapmak istemiş gibi görünüyor. Bu açıdan bakınca iki taraf için de kazançlı bir durum oluştuğunu söyleyebiliriz herhalde. Rotting Christ hayranı olup da şu şarkılara burun kıvırmak imkansız gibi bir şey çünkü.
Hem şarkı hem atmosfer bazında tek zıpçıktı The Silence parçası. Mevzubahis dönemdense son dönem ritüel kafası, bol tekrarlı ve neredeyse rifsiz Rotting Christ parçalarından biri The Silence ve Sakis’in sessizlik şöyledir, sessizlik böyledir, tarzı havalı cümlelerine rağmen sadece bir kez dinledikten sonra bayıp atlamaya başladım. Gerçi yıllardır kendi işlerini kopyalayıp duran bir adama sevdiğim işini kopyaladığında sesimi çıkarmayıp sevmediğim işini kopyalayınca hay huy etmem samimi mi tartışılır ama The Silence‘ın Among the Fires of Hell özelinde hayli abuk durduğunu, bütünü bozduğunu fark edersiniz siz de.
Bu kadar sevdiğim ve iç dünyasını bildiğim bir müzisyen olmasa ciddiye alıp kurcalamazdım bile, çünkü müzikal açıdan çok az şey sunuyor ama hem Sakis’in depresyon ile başa çıkma yöntemi olduğunu bilmek hem de 1996-2000 arası Rotting Christ’ı için gerekirse krediye kefil imzası atacak duygusallıkta olmam, Among the Fires of Hell‘i haddiden çok daha ciddiye almama neden oldu galiba. Rotting Christ’ın son 10 yılını yerden yere vurdum ve vurmaya da devam ediyorum ama Sakis’e duyduğum saygı ve sevgi bundan etkilenmeyecek hiçbir zaman.
Bir de anı hadi madem: Yıllar önce, özgüveni dağılmış ve anksiyete ile cebelleşen bir haldeyken Sakis ile konuşuyordum. O da uzun süre depresyon ve anksiyete yaşamış biriydi ve aynı ateşli yoldan yürümüş birinin söyleyeceği şeyleri duymaya ihtiyacım vardı. Açıldım da açıldım ve bir noktadan sonra sohbet güzel gelince e hadi bir de röportaj yapalım dedik. Ne yazık ki ben “ya kamera karşısına çıkıp seninle konuşacak durumda değilim. Çekiniyorum işte ne bileyim, mail atsam olur mu?” dediğimde “Yarından sonra tura çıkıyorum, oturup uzun uzun röportaj cevaplamam zor olabilir ama neyse ya tamam, fırsat buldukça telefondan okur not defterine yanıtlarım en kötü sen yolla soruları,” cevabını vermişti Sakis. Bu anlayış karşısında şaşıp kalmıştım. Sonra o dönem grubu Türkiye’ye getirecek şirketin ambargorsu yüzünden yapamadık röportajı ama insan olarak ne kadar farklı biri olduğunu anlamıştım. Velhasıl, umarım bu albümü yapmak sana iyi gelmiştir Sakis. Gerisi hikaye.
Metalperver’e destek olmak isterseniz aşağıdaki düğme üzerinden PATREON’a göz atabilir, abone olabilirsiniz: