Hath – All That Was Promised
Merhaba.
İlk albümü Of Rot and Ruin ile piyasaya bomba gibi düşerek 2019’un yıl sonu listelerinde beklenmedik basamakları işgal eden New Jersey çıkışlı (buna hep şaşırmaya devam edeceğim) progresif death metal topluluğu Hath, içinde benim de bulunduğum belirli bir kesim için 2022’nin heyecanla beklenen albümlerinden All That Was Promised‘ı nihayet paylaştı. 4 Mart’ta yayımlanan albümün daha çok ses getirmesini bekliyordum ama sanki demlenmesi biraz sürecek, açılması zaman alacak gibi görünüyor. Hatta Hath’ı bilenler arasında tartışmalara neden olacağına da eminim, çünkü bazı açılardan ben de kendimle tartışıp duruyorum.
Neden Of Rot and Ruin kadar ses getirmedi sorusu üzerinden ilerleyecek olursak, 2022 model Hath’ın karakterinde kimi değişiklikler yakaladığımı ve ilk albümün son bölümlerinde de gördüğümüz gibi OPETH etkisindeki progresif tarafın törpülendiğini hissettiğimi söyleyerek başlayabilirim kritiğe. Soğan gibi, marul gibi, lahana gibi katmanlı (tüm O Tarz Mı şeflerine sevgiler) ve özümsemk için zaman isteyen detaycı bir death metal icra eden Hath, artık SLUGDGE, Opeth, SULPHUR AEON, BLOODBATH gibi “benzer sanatçılar” sekmelerinde görebileceğiniz isimlerle anılma durumundan sıyrılarak kendi kendini tanımlama yönünde önemli bir atmış durumda.
Adım atmış atmasına ama gidecek daha yolu olduğunu da hissettiriyor. Hath’ın stilini tanımlamak veya bütünüyle özgünlükten bahsetmek pek kolay değil. Onlarca grubu özümsemiş ve teknik, karanlık, progresif ve katmanlı bir death metal yapmak isteyen yetenekli, yaratıcı bir grup müzisyenin yapmasını bekleyeceğiniz şekilde her şeyden biraz biraz alıp üzerine tarifi kendisine ait bir şeyler eklemeyi başarıyor Hath, orası kesin. Bunu Of Rot and Ruin‘de büyük ölçüde görmüştük zaten, All That Was Promised‘de daha da berrak bir şekilde görüyoruz.
Öte yandan grubu çekici kılan, heyecan uyandıran ve vay be dedirten unsurların bir kısmı kaybolmuş durumda. Yalnızca Opeth veya X bir grubun formülüne ekledikleri üzerinden bir övgü/yergi değil mevzubahis şey; Hath kendini ilk albüm kritiklerinde sıkça bahsedilen gruplardan sıyırmak istemiş ve bunu da başarmış; ancak ortaya yeni bir karakter, özgün bir kimlik de koyamamış tam olarak. Elimizde çok güçlü bestelerle enfes bir müzisyenlik ve işçilik barındıran harika bir death metal albümü var ama albümün nüfus kağıdı kayıp sanki. Bu da günün sonunda insanın ağzında kekremsi bir tat bırakıyor maalesef.
Kişisel memnuniyetsizlikleri bırakıp detaylara dalmak gerekirse blackened tarafı blast-beat davulculuğu ve sağa sola serpiştirilen tremolo riflerden ibaret bir hale gelmişse de Hath müziğinin karanlığından bahsetmek mümkün hala. Bu karanlık, soğuk veya şeytani bir atmosferden ziyade bir çeşit enstrüman gaddarlığı ve durmama hali ile açığa çıkıyor daha çok. Daha sert veya brutal olma gayesi taşımadan sahip olunan bu zalimlik, Iosis, Death Complex veya Decollation gibi parçalarda grubun zahmetsizce acımasız, karanlık ve hezeyanlı bir atmosfer yaratmasını sağlıyor. Zahmetsizce dedim ama A.J. Viana danasının perküsyonlarını çalarken neremden ter akacağını düşündüğümde bile terliyorum açıkçası. Albümün yıldızı davulcu Viana kesinlikle ve yaratıcılıktan ziyade kondüsyona dayalı bir performans sergilemiş olmasına rağmen çok etkileyici bir iş çıkardığını söylemek gerek. Yetmemiş, prodüksiyon tarafında da yer alıp miks odasını da yönetmiş Viana.
Hem Viana’nın performansı (gerçi grupça çıldırıyorlar artık) hem de karanlık mevzusunda son parça Name them Yet Build No Monument‘i anmadan olmaz. Son sırada yer almasına rağmen grup akışı iyi kontrol edip son dakikalara yorgun/doymuş girmemizi önlemiş, böylece bu enfes beste de heba edilmemiş. Kaldı ki albümün en uzun parçası olmasına rağmen hem kaslı hem de atletik bir dövüşçü gibi insanı çaresiz bırakan yapısıyla muhteşem bir kapanış yapıyor. İlk dinlemelerde bir Rituals eksikliği çekiyordum ama sanırım All That Was Promised‘in lokomotif parçası Name Them Yet Build No Monument oldu benim için. Kenosis ve Lithopaedic gibi dinamik, sürükleyici parçalar da mevcut ama hiçbiri bu epik bestenin yanına yaklaşamadı henüz.
All That Was Promised‘e dair sevdiğim şeylerden bir başkası da tam dozunda ve hatta çok dikkat etmeden dinlemezseniz ne kadar sık kullanıldığını ve önemli bir rol oynadığını fark etmeyebileceğiniz temiz vokal kullanımı oldu. Özellikle onun için yazılmamış (metalcore nakaratı gibi değil yani) kısımlarda devreye alınıp Viana’nın azman davulları üzerinde, bazen de ana brutal vokalin arkasında belli belirsiz yer verilmiş ve hem rengi tam tutması hem de iz kalmaması için duvara atılan 3. kat boya gibi albümün tüm pürüzlerini sıfırlayıp yekpare, parlak bir hale getiriyor temiz vokal. Decollation veya Casting of the Self gibi parçaları nasıl başka bir noktaya taşıdığına dikkat etmenizi önereceğim bu noktada. Merak etmeyin, hiç de öyle sulandırma/yumuşatma unsuru değil.
Of Rot and Ruin sonrası beklentim yükselmişti ve 2. albümde kaliteyi koruyup koruyamayacağını merak ediyordum ama Hath’taki elemanlar herkes kendine yakışanı yapar, çünkü kalite tesadüf değildir düsturuyla takılıyorlar belli ki. All That Was Promised, Hath’ın vadettiği her şeyi vermese de geriye atılmış bir adım da değil kesinlikle. Karakterini tartışmaya mahal vermeden ortaya koyacak tanımlayıcı anların eksikliğini yaşıyor belki ama grubu bu yüzden yargılamak doğru olmaz. Hath, üstün müziği sayesinde sanki yılların tecrübe abidesi bir isimmiş gibi hissettiriyor fakat günün sonunda ilk albümünü 2019’da çıkarmış yeni, bazı açılardan toy bir grup olduğunu unutmamamız lazım. Bu adamların yolu uzun ve o yolda onlara eşlik etme fikri beni heyecanlandırıyor. Merakla, heyecanla takibe devam.
86/100
Metalperver’de olan bitenden memnunsanız aşağıdaki düğmeye tıklayıp PATREON’a gidebilir, bana destek olabilirsiniz: