Klasik Bir Cumartesi: Ensiferum – Ensiferum
Merhaba.
Viking havalılığı diye bir şey var. Biraz kurcalayınca barbar, tecavüzcü, pis pis insanlar çıkıyorlar tabii ama hem popüler kültür hem mitoloji hem de imaj olarak cazibeleri çok yüksek. Şimdi Viking şöyledir, böyledir diye uzatmak istemiyorum ama kadını erkeği her türlü coşuyoruz biz bunlara, bunu kabul edelim.
Peki bu savaşçı halkın metaldeki karşılığı nedir? O konuda kafalar biraz karışık aslında. BATHORY ile başlayan viking metalin yolculuğu, 90’larda black metalin yükselişiyle paganlıkla da özdeşleşerek belirli bir karaktere kavuştu. ENSLAVED, FALKENBACH ve hatta BURZUM gibi isimlerle birlikte black metal ile birlikte anılan viking metal, sonradan UNLEASHED, AMON AMARTH ve elbette bugünün konusu olan ENSIFERUM gibi isimlerle black metalden sıyrılıp death metalde hayat buldu. Folk metal gruplarının da konuya dahil olmasıyla, tıpkı dünyanın hiçbir köşesine huzur vermeyen Vikingler gibi viking metal de metalin farklı dallarını yağmalayıp kendine ganimet topladı durdu.
Bu yüzden viking metali müzikal karakteristiğiyle tanımlamak pek kolay değil ve çıkış noktanıza bağlı olarak kendinizi bambaşka yerlerde bulmanız olası. Ana belirleyiciler tematik kullanım (sözler) ve görsel imaj unsurlarına dönüşmüş durumda. Elbette hala marş vari nakaratlar, folk harmanlı coşkulu melodiler ve epik yapılar, viking metal karakterini yansıtırken sıkça kullanılan yöntemler olarak bir sistematiğin oluşmasını sağladı ama viking metal yapmanın pek çok yolu olduğu ortada. Bunu en güzel yapanlardan biri de şüphesiz Finlandiya çıkışlı (bunların Fin olmasına hep şaşırıyorum ben) Ensiferum. Kendi adlarını taşıyan 2001 tarihli ilk albümleri ise hem kendilerinin bile aşmakta zorlandıkları bir tepe noktası hem de pek çok gruba ilham veren, rehberlik eden bir eser.
Epik, melodik ve coşkulu Hero in a Dream, türün folk tabanlı, yüksek tempolu tarafını benimseyenler için enfes bir açılış yaparken Token of Time ve Guardians of Fate, grubun çok iyi oturttuğu ve birçoklarına ilham veren melodik death metal / folk metal arası besteciliğin en akılda kalıcı örneklerinden bazılarını sunuyor. Tüm albüm snekke veya skeið‘ine binmiş, suları yara yara ilerleyen bir gazla mı geçecek derken Old Man (Väinämöinen) itibariyle açılış dahil ilk dört parçanın havası değişmeye başlıyor. Tremolo gitarlar, amansız blast-beat ritimler ve senfonik düzenlemeler ile black metale yakın, karanlık bir viking tonu tutturuyor Ensiferum Old Man‘de. Tamamı temiz vokal, çift gitar armonileri ve epik düzenlemelerine sahip Abandoned, klavye-gitar ortaklığının enfes ürünü Treacherous Gods ve baştan sona bir zafer marşı tadında, içip hep beraber bağıra çağıra söylemelik Battle Song derken tek silahının hızlı ritimlerde coşkulu melodiler yazmak olmadığını gösteriyor grup. İlk dört parça WINTERSUN insanı Jari Mäenpää’ya, kalanlar grubun kurucu ismi Markus Tiovonen’e ait ve bariz şekilde ayrılsalar da albüm içerisinde sırıtmıyorlar asla ve bütüncül bir anlam çıkabiliyor ortaya.
Wintersun demişken Jari Mäenpää’nın hem gitar hem vokaldeki varlığı (ilk dört şarkı direkt onun besteleri ve albümün klavyelerinden de sorumlu), bu albümü özel kılan bir başka unsur elbette. Henüz ipini koparıp kanal kayıt rekoru kırmasak mı brom ne dersin modunu açmamış ve genç yaşının getirdiği bir coşku hakim Jari’ye; özellikle de vokalinde bunu duymak mümkün. Teknik şovmenliği de sever normalde ama bestenin kendisiyle bir şeyler anlatmayı daha çok seviyor Jari ve her ne kadar buradaki besteleri kısa, nakarat ve ana melodi etrafında dönen vurucu işler olsalar da diğer parçalardaki katkısında da homojenliği, bütüncüllüğü gözettiği belli. Tabii özellikle kendi bestelerinde ve bir de Eternal Wait‘te (ilk dinlemede anlayacaksınız neresi olduğunu) insanın ağzını açık bırakan hünerlerini gösteriyor yine ama yine kendine değil, Ensiferum‘a hizmet ediyor bu numaralar. Normalde Jari’ye bayılmam ama bu albümdeki hallerini çok seviyorum kısacası, çoktan anladığınızı tahmin ettiğim üzere. Yaratıcılığını ilk defa burada görüyoruz ve o da şöhretinin tesadüf olmadığını daha ilk işinden kanıtlıyor.
Markus ise Treacherous Gods ve Battle Song gibi sonradan Ensiferum’un alamet-i farikasına dönüşecek hit parçalarda döktürüyor. Windrider tam bir filler ve Goblin’s Dance da çok yavan (zaten bonus parça) ve bence onu pas geçerek dinleyin ama bu ikisi dışında Markus’un besteleri de hayli etkileyici. Bas eksikliği, prodüksiyon tarafının en büyük problemi ama çoğu şarkıda Jari’nin liderliği ve Markus’un ritim gitarı, bu açığı kapatıyor. Battle Song‘un başında öne çıkarılmasıysa hoş bir sürpriz ve grubun çeşitlilik arayışının bir göstergesi yine. Toplamda sadece iki albümde baget sallamış Oliver Fokin ise beklenenin üzerinde, folk metal çıstaklarının ötesinde bir performans sergilemiş. Özellikle at koşturmayı bıraktığımız orta/düşük tempolu anlarda hiç tekrara düşmemesi, basit ritimleri bile bir şekilde süslemeye çabalaması, albümün ömrünü uzatıyor kesinlikle.
Melodik death metal, folk metal, viking metal, biraz zorlarsan black metal… Ensiferum‘dan keyif almak için belli bir türün takipçisi olmaya, boynunuzda Mjölnir kolyesi, orantısızca geliştirdiğiniz omuzlarınızda tribal viking dövmesi taşımanıza gerek yok. Treacherous Gods‘da geçen bir dizede olduğu gibi Ensiferum, bir yıldızın doğumuna tanıklık etmemizi sağlayan güçlü bir albüm. Sonradan işin suyunu çıkarıp ormanlarda trollerle kafa çekerek amaçsızca sağa sola koşturma metaline bağlayan, sırf konser vermek ve konserde millete söyletebilmek için şarkı kastıran gruplar bu müziğin imajını ne kadar zedelerse zedelesin, Ensiferum değerinden bir şey kaybetmiyor. Siz de henüz dinlemediyseniz ve kendinizi geniş perspektifli bir metalperver olarak değerlendiriyorsanız daha fazla vakit kaybetmeyin.
97/100
Metalperver’e destek olmak için aşağıdaki düğmeye tıklayıp PATREON’da aramıza katılabilirsiniz: