Aquilus – Bellum I
Merhaba.
2012 yılında keşfedip sevdiğim, Türkiye’deki ilk (hatta belki de tektir hala) incelemesini gerçekleştirip o dönem Pasifagresif okuyanlara Griseus albümünü tanıttığım Avustralyalı Aquilus, tam 10 yıl süren sessizliğini nihayet bozdu ve geçtiğimiz Aralık ayında 2. albümü Bellum I‘i yayımladı. Normal şartlarda bu kadar sevdiğim, bir önceki albümünü bir klasik olarak görüp 97/100 verdiğim bir ismin yeni albümü çıktığında her şeyi durdurup direkt albüme dalmam lazımdı ama Waldorf rumuzlu Horace Rosenqvist kardeşim beni 10 sene beklettiyse hiç kusura bakmayacak, ben de biraz yazımı geciktirip tribimi atacağım.
Yaklaşık iki ay süren bu anlamsız trip bir yana, bu yazının bu kadar gecikmesi aslında 10 yıllık beklentileri karşılamanın o kadar da kolay olmamasıyla ilişkili. Griseus black metal, neofolk/folk, klasik müzik ve sinematik müzik pratiklerini öyle güçlü bir şekilde birleştirip o kadar elle tutulur bir atmosferde sundu ki zaten Bellum I‘ın işi en başından beri pek kolay değildi. Üzerine bir de zaman faktörü eklenince yeni Aquilus albümü ölü doğmaya aday bir bebeğe dönüştü pek çok dinleyici için. Haliyle ilk haftalarında hem bilen, bekleyen dinleyici tafarındaki yorumlar biraz kekremsiydi hem de önceden bilmeyen tayfanın radarına girmeyi beceremedi ne yazık ki.
Senfonik/atmosferik black metal kisvesi altında çekilmemiş filmlere fon müziği yapan Aquilus, Bellum I‘da da bu alışkanlığı sürdürüyor. Ne var ki bu defa müziği tanımlamak iyice güçleşmiş; black metal karakteri kadar klasik müzik pratiklerinin de öne çıktığı, işin ruhunu şekillendirdiği Bellum I, bu anlamda Griseus‘a kıyasla içine girmesi daha da zor bir eser. Herhangi bir anını kolay kolay hatırlayamayacağınız, bir şarkısına tutulamayacağınız ve zaten amacı da bu olan albümler yazıyor Waldorf. Albümlerini birer tecrübeye dönüştürüp albüm süresi boyunca ruh halini yönlendirerek avcunun içinde tutuyor dinleyicisini. Ancak her şey sona erdiğince anlam kazanmaya başlıyor son bir (Griseus için neredeyse bir buçuk hatta) saatte olanlar ve bir epifani ile birlikte Aquilus’un pırıltılı dehası, kendini belli ediyor.
Bence Waldorf’un nasıl bir beste sürecinden geçtiğini anlamak lazım bu dehayı kavramak için. Bir Aquilus bestesi, metal odaklı yazılıp sonra senfonik / klasik düzenlemelerle süslenmiyor. Birçok metal grubunun/projesinin aksine Aquilus müziği, başından sonuna kadar organik ve her bir parçasıyla, tüm katmanlarıyla tümleşik şekilde yazıldığını hissettiriyor. Böylece ne kadar basit ve sıradan gözükürse gözüksün, hiçbir fikir sırıtmıyor. Pek çok atmosferik grup için yaptığım zorlama veya kastırma eleştirileri de çöpe gidiyor haliyle. Her saniyesi, kendinden önceki veya sonraki saniyeleri besleme görevi üstleniyor sanki. Baştan sona dinleme zorunluluğu bazıları için yorucu belki de Bellum I‘i başka türlü dinlemeyi hayal bile edemiyorum açıkçası.
Tek kişilik projelerde enstrümanlardan bazılarının zayıf kaldığını görürüz sık sık ama Bellum I‘de piyano, davul, gitar, bas ve vokali üstlenen Waldorf, her birinde usta işi kompozisyonlarla grup uzmanlığını aratmıyor. Konuk sanatçıların keman takviyesi (kadın vokal, perküsyon, flüt vs. de var ama esas olay kemanda) de müziği büyütüp tek kişilik atmoblack işi olmanın ötesine taşıyor.
Bütüncül yapısına ve atmosferine rağmen çeşitlilik açısından da başarılı bir albüm Bellum I. Embered Waters‘ın Orta Doğu veya kabaca çöl mistisizmi yansıtan enfes atmosferi, Eternal Unrest’in basit rifler ve klavye eşliğinde EMPEROR vari bir senfonik black metal karakterine sahip iskeleti, 6. dakika civarında sakinleşirken Romantizm etkili piyanolarla sakinleşip 8. dakikanın ortalarına gümbür gümbür dalan davullar eşliğinde kaotik bir gitar solosuna geçmesi, karanlığı minimalist ve klasik bir yaklaşımla veren The Silent Passing‘in 2. yarısı ve baştan sona klasik bir beste olan Empyreal Nightsky, bu çeşitliliği deneyimlemek için seçmece tadında ama bambaşka örneklerle bambaşka bir demet de hazırlayabilirdim galiba. Dolu dolu dememek için uğraştıkça uğraştım ama yeter; dolu dolu bir albüm işte Bellum I. Oh be.
Şöyle zihninizin uzak köşelerine uzanasınız, uzun bir yola çıkasınız, fantastik bir kitap okuyasınız veya sadece oturup müziği takdir edesiniz varsa ve biraz da ekstrem metale tahammül edebilen herkese Bellum I‘i gözü kapalı önerebilirim herhalde. Griseus, yukarılarda saydığım bazı sebepler ve Bellum I’in klasik müzik – metal dengesinde biraz daha önce klasiğe kayması nedeniyle hala daha önde bence ama her halükarda çok etkileyici. Önce sırf mekanda takılmak için, eğlence olsun diye müzik dinlemediğime, sonra da metalin karanlık köşelerini bile didik didik arayacak kadar bu halttan keyif aldığıma minnet duyuyorum Bellum I gibi albümler çıkınca karşıma. Tabii Griseus ve Bellum I sonrası -muhtemelen- bir Aquilus hayranı olacağınız için siz yine de hemen hadi ne zaman yenisi diye sabırsızlık etmeyin; kim bilir bir daha ne zaman albüm çıkarır bu uyuz herif.
88/100
Metalperver’e destek olmak için aşağıdaki düğmeye tıklayıp PATREON’da aramıza katılabilirsiniz: