Dawn of Solace – Flames of Perdition
Merhaba.
2020 hiç bitmemiş gibi değil mi? Hem ana akım dandikliklerini umursamayan kvlt ve trve tayfanın bir neferi olarak 2021’in önceki yılları aratması, hem pandemi hem de genel olarak hayatımda yer alan çoğu sıkıntının şekil veya kimlik değiştirerek de olsa yerlerini tastamam koruyor olmaları derken bir çeşit 2020 simülasyonuna hapsedilmiş gibi hissediyorum bazen. Neyse ki arada 2020’de albüm yapan gruplar çıkıp yeni albüm duyuruyor, hatta Dawn of Solace gibi kurtlularsa pat diye yeni albüm çıkarıyorlar da zamanın göreceliliğinin pozitif taraflarını da görebiliyoruz.
Daha geçen gün yazdım sandığım Waves kritiğine ait dosyanın bilgisayarımdaki değiştirilme tarihi 25 Ocak 2020 imiş; bu da nereden baksanız aradan iki yıldan fazla zaman geçmiş demek. Soğuk havaların üzgün ve yalnız adamı Tuomas Saukkonen ve melankoli duygusunu yansıtma konusundaki maharetinden sual olunmaz vokalist Mikko Heikkilä, 2020’nin karantinada geçen tatsız dönemini daha da hırpalanarak geçirmemi sağlamışlardı sağ olsunlar; 2022’de de fazla umutlanma sen kardeşim, biz yine buradayız diyorlar Flames of Perdition ile. İlk albümüyle ikincisi arasında 14 yıl olan bir grup için güzel bir gelişme bu tabii.
Hayal kırıklığına uğramış, yalnız kalmış, yorulmuş ve kırılmış ruhlara kasideler şeklindedi Dawn of Solace müziği ve Flames of Perdition‘da da gelenek bozulmamış; Waves‘in ağır toplarından Hiding‘e benzer bir karakterde açılan White Noise, bunun habercisi. Heikkilä’nın sanki söylerken çırılçıplakmış gibi hissettiren yalın, saf vokalinin önderliğinde depresif, mutsuz, melankolik şarkılar arka arkaya sıralanmış. Arada Erase gibi daha melodik, görece tempolu ve nakarat odağı sayesinde kolay dinlenen basit yapılı parçalar bulunsa da genelde çizgisel ilerlemek yerine oradan oraya savrulan bestelerle kaldığı yerden devam ediyor Saukkonen ve Heikkilä.
Zaman zaman PARADISE LOST vari gotik metal esintileri ve Waves‘deki gibi akustik, duru ve durgun parçalarla yakalanan çeşitlilik, Flames of Perdition‘ı bir yandan daha uzun süreler dinlemeyi sağlarken bir yandan da Waves‘teki o yekpare, bütüncül atmosferi aratan bir dağınıklık yaratmış. Bütünüyle aynı karakterde ve yapıda olmalarına rağmen yedi parçadan sadece bir-iki tanesi Waves‘teki parçaların kalitesine yaklaşabiliyor ve bu da albümü Waves‘in çolak kardeşi gibi algılamama neden oldu. Akustik kapanışı saymazsa 35 dakikayı anca bulan süre de bu tarz bir albüm için yeterli değil pek. Hatıralar zorlar, uzaklara dalmaya başlarken bitiveriyor. Daha doğrusu Lead Wings ve Dead Air gibi iki güçlü Dawn of Solace şarkısının canlı versiyonlarına geçiyor. Bu ani geçiş de zaten güç bela oluşan atmosferi iyice dağıtıyor. Heikkilä’nın muhteşem vokali ve Saukkonen’in agresif/durgun dengesini çok iyi tutturmuş rifleri (tam akışa alışmaya, hatta sıkılmaya başladığım sırada giren Black Shores‘un sert, insanı kendine getiren gitarları mesela) olmasa çok sıradan bir iş olarak değerlendirebilirdim ama bu ikili ne yapsa belirli bir kalitenin üzerinde olduğundan çok da şikayet edemeden defalarca dinledim albümü.
Dawn of Solace müziğiyle tanışmak için Flames of Perdition‘dan daha iyi iki seçenek, grubun diskografisinde keşfedilmeyi bekliyor bence. Eğer Finlandiya’nın soğuk, donuk atmosferinde şöyle melankolik doom parçaları dinleyip zihninizin karlı tepelerinde yürüyüşler yapmak istiyorsanız önce Waves, ardından 2006 çıkışlı The Darkness‘a göz atmanızı öneririm. O ikiliyi severseniz ve yetmezse aynı kategoride, onlardan birazcık daha zayıf duran Flames of Perdition‘a geçebilirsiniz.
Waves kadar sevemedim ama yine de gideri var. ”Flames of Perdition” çok hoş.