The Lurking Fear – Death, Madness, Horror, Decay
Merhaba.
Bir değil, iki hiç değil, tam tamına üç AT THE GATES üyesi, MARDUK‘un ilk vokalisti ve SARCASM gitaristinden oluşan bir yıldızlar topluluğu The Lurking Fear. Elbette Tomas Lindberg adını görünce odak ister istemez ona kayıyor ama İsveçli death metal temsilcisinin kadrosunda boş kimse yok gerçekten de. İlk albümünü 2017’de yayımlayan ekip krizi fırsata dönüştürüp pandemide yeni albümü hazırlamış ve At the Gates‘in pek çokları için hayal kırıklığı olduğu 2021’de yüreklere tekrar melodik death metal sevgisi aşıl… Yok yok, bu death metalde sevgiye, ponçikliğe yer yok hiç.
Ölüm, Delilik, Dehşet, Korku, Çürüme. Pusuda Bekleyen Korku adında bir gruptan bu dört kavramla şekillenen bir albüm düşüncesi zihninizde nasıl şeyler canlandırıyor bilemiyorum ama ben tam da hayal ettiğimi bulduğumu söyleyebilirim. Alışageldik At the Gates numaralarına sık sık denk geliniyor -ve bu harika bir şey tabii- ama The Lurking Fear usulü death metalde her şey biraz daha karanlık, karamsar ve adını bir H.P. Lovecraft hikayesinden aldığını düşününce daha da anlamlanacak bir biçimde, korkutucu.
İlk dört parça sona erdiğinde henüz albümün 10. dakikasına bile ulaşmadığınızı fark edip şaşırabilirsiniz. İsveçli ve old school rozetini göğsünde gururla taşımayı seçen tüm gruplar gibi ENTOMBED ruhuna, havasına sahip direkt ve hızlı bestelerle açılıyor albüm; özellikle sonlara doğru One in Flesh ile tekrar bu it ruhlu diyarları ziyaret ediyoruz ama aslında albümün genel karakteri o kadar da terli ve alkollü sayılmaz. Zaman zaman doom atmosferine geçiş yapmaktan, dinleyicisini kozmik uçurumlardan aşağı (yukarı veya yanlara da olabilir tabii, kozmiğin sağı solu belli mi!) itmekten çekinmiyor The Lurking Fear. AUTOPSY insanı Chris Reifert’in konuk vokal olarak yer aldığı Kaleidoscopic Mutations gibi parçalar, kozmik dehşeti hissettirmek için on dakika uzunluğunda devasa bestelerin şart olmadığını kanıtlarcasına ürkütücü olmayı başarmış. Lindberg + Reifert ve arkadaki bol ride zilli Adrian Erlandsson davullarıyla hayli katmanlı ve rahatsız bir parça olmuş Kaleidoscopic Mutations ve sadece 1:36 süreye sahip olması her şeyi daha garip kılıyor. Albüme adını veren parça ve Leech of the Aeons da yine grubun bu ağır, kozmik dehşet odaklı hallerini görmek adına güçlü alternatifler.
Acınası varlığımızın ötesinde çok daha büyük şeyler var ve hepsi de birbirinden ürkütücü, hissini yayan eserlere karşı duyduğunuz sempatiye göre değişecek bir söz ilgisine sahip olması, At the Gates’in daha kapsayıcı ve içselleştirebilir söz yazarlığıyla karşılaştırıldığında The Lurking Fear’ı farklı konumlandırmaya yarasa da müziğin karakteri için bu ayrım o kadar da keskin değil. Bu noktada ne düşüneceğimden tam emin olmadığımı itiraf edeyim; ben At the Gates‘in kendi geleceği için doğru bir yola saptığını ve henüz toy, olgunlaşmamış olsa da progresifleşme sürecinin sonunda yeni, bereketli topraklara ulaşabileceğini düşündüğüm için The Nightmare of Being‘e tepkili değilim ama değişim aramayan, eski işlerin benzerlerini isteyen dinleyicileri de kesinlikle anlıyorum. Bu açıdan The Lurking Fear, Architects of Madness veya In a Thousand Horrors Crowned gibi daha başı sonu belli ve uzun parçalarda hakikaten fazlasıyla andırıyor AtG’i; bu da iyi bir haber olabilir. Tabii bir kesimin de “e kardeşim bu At the Gates??” tepkisi gösterip farklı beklentilerinin boşa çıkması sebebiyle eleştirebileceğini düşünüyorum. Bu paragrafta biraz daha empati kurasım mı geldi ne olduysa pek yargı dağıtamadım, kusura bakmayın haha.
Öte yandan Death, Madness, Horror, Decay‘e dair sevmediğim şeyler yok değil. Örneğin Tompa’nın daha tiz vokaller denemesi, bunları iyi yapabildiğini göstermiyor ve maalesef bir-iki parçada kendini çok zorladığını hissettirdi bana. Ayrıca parçaları beğendiysem de old school sevdası yüzünden bazı minik fikir filizlerinin açmasının engellendiği çok bariz ve bu da albümü güvenli, aynı zamanda da biraz sıkıcı bir yere sürüklüyor. Şu bahsettiğim Kaleidoscopic Mutations‘ın yarım kalmış hali sanki albüm için de geçerli gibi biraz. Çok daha iyi olabilirdi, düşüncesini atamıyorum bu yüzden üzerimden. Sevmediğim, atladığım tek bir şarkı bile yok ama bunun nedeni her şarkının kaliteden, yaratıcılıktan ölüyor bitiyor olmasından ziyade old school death metal seven birinin direkt gönlüne girebilecek kitabi doğruların uygulanması nedeniyle başka bir seçenek bırakmamalarıyla ilgili. Ulan bu ok zehirli işte, bunu atmayın artık ya.
Uzun lafın kısası, At the Gates, Entombed ve genel olarak İsveç death metaline gönül vermiş birinin Death, Madness, Horror, Decay‘i sevmeme ihtimali yok pek. Hit parça yok bu arada neredeyse, o yüzden ilk dinlemede vurmazsa bir kenara atmayın bence hemen. Modern ama yine de elektrikli testere tonlarına sahip prodüksiyonu, bütüncül yapısı ve akıcı besteleriyle hem elemanların tecrübesini, hem samimiyetini hem de death metal sevgisini fazlasıyla yansıtıyor. Ufak tefek huysuzluklarıma bakmayın, siz mutlaka dalın albüme.
Harika album ya! Artik yan projeler ana gruplari geciyor gibi geliyor bana. ATG albumu beklentiyi karsilamadi fakat TLF tas gibi album cikarmis. Lockup icin de ayri heyecanlaniyorum.
Tompa ve Mikael sağ olsun, İsveç death metaline doyduk resmen. Lock Up da boş atmaz herhalde, ben de merakla bekliyorum.