Klasik Bir Cumartesi: Impaled Nazarene – Ugra Karma
Merhaba.
80’ler gruplarının daha hızlı, daha sert ve ekstrem olma çabasının sonunda, sanki ters giden karanlık bir büyü neticesinde istenmeyen güçler harekete geçirilmişçesine ortaya çıkan black metal, İskandinav topraklarında yaşanan sansasyonel olaylar ve kaydedilen sapkın, çarpık, rahatsız albümlerle kısa sürede serpilip metalin en çirkin, en habis alt türlerinden biri olarak konuya uzak herkesin metale kötü gözle bakmasında başrol oynadı. Tabii hızlı koşan atın boku seyrek düşer; kısa sürede birçok albüm yapıp türün kök fikirleri tüketilince varyasyona muhtaç kaldı. O noktada da devreye EMPEROR gibi devler girerek iblis müziğini progresif, senfonik… vb. yan unsurlarla hayatta tuttular. Eğer 1995 sonrası yapılan işler, görselliği ve bir miktar albeniyi öne çıkarıp büyük şirketlere kapağı atabilen DIMMU BORGIR‘ler, SATYRICON‘lar olmasaydı, belki 2000’lere kadar bile gelemeyecek, prematüreliğin ağır yan etkileri altında ezilip gidecekti black metal.
Fransa ve ardından Polonya, İzlanda derken 2000 sonrasında konunun nereleye vardığını biliyoruz çoğumuz. Dünyada üretim ve tüketimin en yüksek olduğu metal alt türlerinden biri, belki de birincisi artık. Metalperver sadece black metal inceleyen bir site olsaydı, şu an sahip olduğu içerik kadar içeriğe sahip olurdu yine. Black metal değişti, gelişti ve önü alınamaz bir hale geldi. İtiraf etmek gerekirse ruhunu bu müziğe çift haneli yaşlarının ilk yıllarında kaptırmış bir dinleyici olarak yıllar içerisinde black metalin geçirdiği dönüşümü takip etmek, çok büyük oranda beni metale bağlı tutan en büyük etkenlerden biriydi de aynı zamanda.
Tabii bu değişim, beraberinde birçok yenilik ve farklılık da getirdi. Gitar açısından bakınca büyük oranda hala aynı şeyler yapılıyor belki ama yepyeni konseptler, bakış açıları, prodüksiyon tercihleri derken yıllar içerisinde köküne bağlı kalmamakla, davayı satmakla suçlanan onlarca grup girdi çıktı hayatlarımıza. Yine itiraf etmek gerekirse bir dönem ben de birçok yeni gruba burun kıvırıp aradığım şefkati MARDUK‘un, MAYHEM‘in kollarında buldum yine. Bunun temel sebebiyse kimi gruplar ve bakış açıları yüzünden black metalin saldırganlığını, şeytaniliğini, vahşiliğini kaybetmesiydi zaman zaman.
Black metal, güzel olması için tasarlanan bir müzik olmamalı. Konforlu, kolay ve basit (sıradan anlamında) olmamalı. En güçlü, en görkemli olduğu anlar hep en saldırgan, en karanlık ve agresif tınlayabildiği albümler ve onların hiçbirini bir önceki cümledeki belirteçlerle açıklayamıyoruz. İşte bu yüzden bugün bile hala birçok, nasıl ifade edelim, ılımlı, black metal grubuna ısınamayışımın sebebi bu tam olarak; birçoğunun yukarıda saydığım kimi isimler ve bugünün konusu olan Finlandiyalı IMPALED NAZARENE kadar özgüvenli, onlar kadar it, uğursuz, evladın olsa eldivenle seversin seviyesinde çirkin ve iyi anlamda kalitesiz olmayı becerememesi.
Ben dahil birçok dinleyicinin sıklıkla gözardı ettiği büyük gruplardan biri Impaled Nazarene. 1990’da kurulmuş, black metal filizlenip serpilirken orada bulunmuş, istikrarlı bir şekilde 13 albüm çıkarmış bir black metal devi aslında ama çok büyük oranda Finlandiyalı olmalarından dolayı, black metal denilince aklımıza gelen Norveçli, İsveçli isimlerin arasında kendisine yer bulmakta zorlanıyor. Tabii çuvaldızı onlara saplamaktan çekinmeyeceğim; 90’larda Norveç black metal sahnesinden nefret ettiklerine dair açıklamaları, kendilerini ayrı ve üstün tutma çabaları, grubun etrafında sürekli bir tartışma ve ara ara günyüzüne çıkan faşizm suçlamaları muhabbetleri derken biraz geride kaldılar. Halbuki özellikle ilk dönem eserlerinde İskandinav black metalinin tüm unsurları, olabilecek en yoğun ve güçlü şekilde mevcut.
13 albümlerinin tümüne hakim olduğumu iddia etmeyeceğim ama dinlediğim 7-8 albümü arasında ve kaba bir kaynak taraması sonucunda 1993 çıkışlı 2. albümleri Ugra Karma‘nın, en iyi Impaled Nazarene albümü olduğunu söylemekte bir sakınca görmüyorum. Thrash etkili, 90’ların ilk yarısı ve ilk dalga prensipleri odağında, alabildiğine hızlı ve saldırgan Ugra Karma. Sonradan grubun nükleer santral sızıntıları, gezegenleri yok edecek kapasitede savaş başlıkları, Finlandiya ordusunun başarıları (Rus Kış Savaşı’na mutlaka bir bakın) vb. konuları kurcalayan aşırı alkollü ve kontrolsüz sözlere geçtiğini de düşününce bildiğimiz şeytanlı, keçili, kafir metaline dair yaptıkları en iyi albüm bu kesinlikle.
Beklenmeyen bir yerden açıp şaşırtıyor insanı Ugra Karma. Grindcore arıyorsanız Impaled Nazarene yanlış bir yer tabii ama eğer Shane Embury black metal çalsa ne olurdu diye düşünüyorsanız albümün girişindeki Goatzied, net bir fikir verecektir. Ha, eğer onu yeterli bulmadıysanız bu sefer sadece 16 saniye süren Coraxi sayesinde her şey daha net oturacaktır zihninizde. Goatzied‘ın lan oğlum neler oluyor lan anaa, hissini atlamadan, 90’ların ilk yarısı kayıtlarına kıyasla insanı hayrete düşürecek bir bas yoğunluğu ve bugün bile gayet akıcı bir kayıt eşliğinde, grubun kariyerindeki en iyi birkaç besteden biri olan The Horny and the Horned (hshaha) ile mevzuya dalıyor Mika Luttinen ve kurmayları. Her şeyden biraz var zaten ama epik besteler açısından da eli boş değil grubun ve Chaosgoat Law ile birlikte albümdeki en görkemli şarkı The Horny and the Horned. Grubun d-beat sevdasını, punk sevgisini ve MOTÖRHEAD aşkını biliyorsunuzdur; haliyle Soul Rape gibi bir şarkı da asla sırıtmıyor. Drum machine kullanıp Gott is Tot ile endüstriyel sulara bile giriyorlar. Ha, tüm bunlar olurken de araya Gremlin 2 filminden synth. sokuşturuyor, sonradan Marduk‘un da şu şarkısında kullanacağı, Sean Connery’nin başrolünü üstlendiği The Name of the Rose filminden alıntılar kullanıyor.
İşin en güzel tarafı da 14 parçaya dağılmış 41 dakikalık süresindeki bu çeşitliliğin insanın kafasını hiç karıştırmaması. Odağını asla kaybetmiyor Impaled Nazarene ve hem tempo kontrolü, hem Mika Luttinen’in çığlık çığlığa vokalleri hem de güçlü bas sayesinde gelen o askeri, mekanik ve marşımsı hava sayesinde taarruz bir an için bile bölünmüyor. Hazır askerlik, marş vs. demişken grubun faşizm veya Nazi öğretisi ile ilgilenmediğini, olsa olsa milliyetçi sayılabilecek bir kimliğe sahip olduğunu söylemek lazım. 2005-2006 zamanlarında, Pro Patria Finlandia albümü ve oradaki bazı sözleri nedeniyle Almanya’da başlayan bir karşı hareket sonucu grubun üzerine bir faşist damgası yapıştırmaya çalışıldı ama söz konusu Alman Antifa’sı olunca pek de ciddiye alası gelmiyor insanın. Şiddet ve nefret konusunda o kadar hassaslar ki oyundan sinemaya, müzikten tiyatroya binlerce şeyi yasakladılar ülkede ve kendi geçmişleri tekerrür etmesin derken farklı bir boyutta, yine faşizan tavırlarına devam ediyorlar. Meh.
Son olarak da albüm kapağı yüzünden (Hare Krishna mantrasından bir görsel) albüm yayımlandıktan birkaç sene sonra Osmose Productions üzerinden gruba $100.000 dolarlık bir dava açıldığı notunu da düşerek kapatayım. Dünyevi zevklerle işi olmayan, maddi aidiyet hissetmediğini iddia eden bir din örgütü için gerçekten çok klas bir hareket 22-23 yaşındaki insanların kıçındaki donu almaya çalışmak. Bu yüzden iki kapağı var albümün, sağda solda kurcalarken kafanız karışmasın.
Neyse, kısacası 1990’ların ilk yarısında üretilen black metali seviyorsanız Ugra Karma‘dan uzak kalmanızı istemem. Impaled Nazarene kendisine cyber-punk diyebilir ama bu onların çatır çatır black metal yaptığı gerçeğini değiştirmiyor. Tabii işin içerisinde saf bir punk ruhu ve grindcore ateşi olduğunu da gözardı etmeyelim ama sırf Luttinen’in çiğ, tutkulu vokalinin zenginliğini deneyimlemek, o dönem çıkan bir black metal albümünde bu denli bir bas gitar kullanımını görüp şaşırmak için bile dinlenir.
97/100
Metalperver’e destek olmak isterseniz aşağıdaki düğmeye tıklayıp PATREON’a bir göz atabilirsiniz:
Beherit’ten Nuclear Holocausto Ugra Karma’daki Vokalisti gece yarısı arayıp telefon şakaları yapıyormuş, o zamanlar Finlandiya ve Norveç arasında çekişme olduğu içinde Vokalist bunun Norveçlilerin ölüm tehtitleri olduğuna inanmış hahaha.Bu arada Emperordan Samoth’u da aramış sanırım.