Carcass – Torn Arteries
Merhaba.
Albümden albüme değişiyor ama genellikle çıktığı gibi bir albüm üzerine konuşmaktan çok keyif almıyorum (promo gelmediyse tabii). Ne büyük oranda prematüre düşüncelerimle yanlış izlenimler vermek ne de sonradan inceleme yazısında tam tersi bir şeyler söyleyip Metalperver okuyucusu/takipçisi nezdinde kafa karışıklığı yaratmak istemiyorum diyelim daha doğrusu ki zaten 50 kere dinledim, 100 kere dinledim diye mavra okuyup çıktıktan bir gün sonra da yazabilirim aslında birçok albümü ama hem kendimi kandırmış olurum hem de bundan fazlasını hak ediyorsunuz bence.
Bir süredir sadece Torn Arteries dinliyorum dediğimde bunun gerçek olduğuna inanın diye böyle açtım biraz da yazıyı. Surgical Steel ile birçok grubun ve hayranın geri dönüş fikrine, ikinci bahar mevzusuna sıcak bakmasını sağlayacak kadar muhteşem, neredeyse bütün basın organlarında 2010-2020 arasının en etkili 10 albümünden biri arasında gösterilen kusursuz bir geri dönüşün ardından Carcass sekiz yıl bekleyecek kadar sabırlıyken Torn Arteries‘i incelemek için acele edip haksızlık etmek istemedim, çünkü yükte hafif ama pahada hayli ağır bir diskografiye sahip Carcass.
Torn Arteries, aralıklı da olsa 1986’ya kadar uzanan bir geçmişe sahip grubun yalnızca 7. albümü ama stilistik açıdan o kadar az materyalle o kadar farklı açıya ışık tutup o kadar ilham verici işler yaptı ki, söz konusu Carcass olduğunda ve Surgical Steel gibi ortalığı ateşe veren, grubu belki de hiç olmadığı kadar meşhur eden bir albüme rağmen, hiç kimsenin bir an evvel yeni bir Carcass albümü dinleme sabırsızlığı yaşadığını sanmıyorum. Goregrind, grindcore, death metal, melodik death metal, death’n’roll derken birçok türe dokunup Avrupa metal sahnesinin en saygı duyulan isimlerinden biri olmayı başardılar. Haliyle Torn Arteries‘e de herhangi bir albüm muamelesi yapmak doğru olmayacaktı.
8-10 gündür, günde en az üç-dört tur dinlediğim Torn Arteries, ayetlerde bahsedilen kurtarıcımız değil belki ama şöyle kısaca bir yıkayıp yağladığım Carcass’ın adını karalayacak, hayal kırıklığı seviyesinde bir iş de değil kesinlikle. Biraz da metalin Messi’si, Ronaldo’su gibi olduklarından her seferinde jeneriklere geçecek işler yapsınlar, aklımızı başımızdan alsınlar istiyoruz ama bu adamların ortalamasının onlarla aynı ligde top koşturan binlerce oyuncudan bin kat daha iyi olduğunu gözardı edebiliyoruz bu yüzden.
Kendi diskografisinden seçmece birkaç temel fikri alıp bunu 10 şarkılık bir albüme dönüştürmüş Bill Steer ve Jeff Walker ikilisi (Bill Steer röportajlarında Dan Wilding’in -davul- de bestelere epey katkıda bulunduğunu söylüyor gerçi). Grubun genlerine işleyen, o suratından itlik akan yavşak (bunu başka türlü nasıl ifade edeceğimi bilemedim) ritim anlayışı, Steer’in blues gitarlarında ve orta temponun rahatlığında kendine geniş bir oyun alanı bulmuş ve Torn Arteries‘i dinlerken bir ritim akışına girdiğini, Carcass sularının kendine has git-gelinde salındığını hissediyor insan. 10 şarkı boyunca herhangi beklenmedik bir doğa olayı da yaşanmadığı için üç aşağı beş yukarı aynı kalan dalga boyları, bir noktadan sonra hem tanıdık hem de dingin bir ruh haline sokup rahatlatıyor bile beni. Heartwork melodikliği, Swansong ritmikliği, Surgical Steel metalikliği ve Bill Steer’ın blues aşkı birleşince ortaya Torn Arteries çıkmış yani kısacası. Eğer grubun diskografisindeki daha ekstrem, ağzı köpüklü eserleri bilmiyor/sevmiyor, ekstrem müzik dinlemeye alışmış kulaklarınıza biraz huzur verip sakin bir Carcass albümü dinlemek istiyorsanız Torn Arteries‘e puanınızın hızla yükseldiğine/yükseleceğine eminim.
Tabii Torn Arteries ile ilgili en çok eleştirilen şey de bu oldu geçtiğimiz 10-15 günde: Kim bir Carcass albümü dinlerken rahatlamak ister ki? Bu adamlar hastane çeliğiyle, formaldehitle üzerimize koşan, açıkta kalan uzuvlarımıza bakıp lan ben bunu ne kadar güzel keserim ha gidem de testerimi alam gelem, diye düşündüklerine neredeyse emin olduğumuz rahatsız tipler değil mi neticede? Eh, Torn Arteries gibi sırtını orta tempoya vermiş, ritmik bütünlüğe odaklanmış, ille de söylemek lazımsa groove tavında dövülmüş ılıman bir albüm de neyin nesi şimdi?
Açıkçası ilk birkaç gün ben de böyle düşünmüştüm. Yeterince saldırgan olmayan bir Carcass albümü fikrine alıştıramadım kendimi. Hele ki Surgical Steel‘ın bizi bıraktığı yükseklerde bu sıcak melodiler hiç içimi ısıtamadı ilk dinlemelerde. Neyse ki Carcass özü, ruhu hala orada bir yerlerde ve dinledikçe çok daha pozitif bakmaya başladım ve şu an, şu saniyede Torn Arteries‘in hiç de fena olmadığını düşünüyorum. Tıpkı AT THE GATES gibi onlar da yakın geçmişte kendilerini başarıya götüren kalıpları sözlük anlamıyla yeni denemese de grubun şu anki konumu için taze sayılabilecek fikirlerle birleştirip belli oranda hayranları ikiye bölen, kafa karıştıran ve huzursuz eden bir albüm yazmışlar. Gençlik döneminin veya Surgical Steel ile kıyaslamak gerekirse senelerin birikmiş öfkesinin harladığı bir vahşiliği yok elbette ama veteran bir müzisyen olmanın keskinliği hala düşmana hayli hasar verecek kadar ölümcül kılıyor Carcass’ı.
Heartwork öncesine geri dönmüş bir Bill Steer vokali karşılıyor Torn Arteries‘de dinleyiciyi ki onun derin brutal vokalini hep hoş bir yan unsur olarak gördüğüm için daha açılış parçasından onu duymak beni çok mutlu etti. Doğrusal ilerlemeyi reddeden, özgür ruhlu bir adam Bill Steer ve haliyle her şarkısının kendine has, başta garip ve yanlış hissettirecek, fakat alıştıkça bağımlısı edecek ritimleri var. Favorilerimden Dance of Ixtab‘ın ana gitarları, 10 dakikalık Flesh Ripping Sonic Torment Limited‘ın bir medley tadında, insanı riften rife savuran halleri, Eleanor Rigor Mortis‘in MEGADETH‘in yeni albümü mü çalıyor kardeşim hayırdır, hissi veren kısacık thrash girişi, Eleanor Rigor Mortis ve kapanış parçası The Scythe’s Remorseless Swing (bu şarkının adının Peep Show‘dan alındığına eminim ama kanıtlayamam) mizahşörlüğü derken Carcass yine sadece kendisinin yapabildiği bir şekilde kalbimi kazanmayı başardı. Bu arada bir dönem OPETH‘te de çalmış SPIRITUAL BEGGARS klavyecisi Per Wiberg’in konukluğunu ve ufak eklemelerini de unutmayalım. En güzel kafa sallayan Opeth klavyecisi Wiberg’di neticede.
Torn Arteries, özellikle yeni ve genç dinleyicilerin daha fazla seveceği, Surgical Steel ve Heartwork özelinde bir Carcass’çılığa sahip bünyelerin daha rahat benimseyeceği bir albümmüş gibi hissediyorum ben. Carcass’ın huyu suyu ilk günden beri bir değişik ve ritimcilik noktasında dinleyicisine kucak açtığı söylenemez; saldırganlık ve yakın mesafeden insanın suratına bağrılıyor hissi veren death metalcilik de yok pek ama bunlar, Torn Arteries‘in kalitesine zeval getirmiyor benim fikrimce. Biraz selefinin gölgesinde kalacağı, biraz zaman istediği kesin ve Surgical Steel gibi tsunami etkisi yaratıp ortalığı yıkamayacak belki ama görece küçük dalgaların zamanla ne kadar tahrip yaratabileceğini aşınmış kayalıklara bakarak da görebilirsiniz. Belki eski hayranlar Carcass gelip kendilerini söküp atsın istiyorlar ama ben onların yanındaki ufak taşların Torn Arteries‘in bu daha sakin git-gellerinden memnun kalacağını düşünüyorum. Ha zaten abuk subuk benzetmeleri bir kenara bırakıp elimizi vicdanımıza koyalım: Bill Steer’ın gitar çaldığı bir grup ne kadar kötü müzik yapabilir ki?