Klasik Bir Cumartesi: Behemoth – Demigod
Merhaba.
16 yıl önceydi. Ankara’ya kuru soğuğunun hakim olduğu o gri günlerden birinde, bir Pazar akşamında Kızılay’daydım. Neredeyse bir senedir dinlediğim ve işin doğrusu yeni yeni anlamaya başladığım Demigod albümünün turnesi kapsamında, Polonya’nın yeni yeni yükselmeye başlayan değeri Behemoth, bir pavyonun yanında yer alan, bir süre sonra kendisi de pavyonumsu bir yere dönüşecek bir mekanda sahne alacaktı. Giriş kapısından aşağı inen merdivenler, ufacık bir sahne ve iç içe, ağız ağıza geçen ufak bir konser… Özledik kardeşim, çok özledik. Neyse, ne diyorduk? Behemoth. Tabii henüz dev festivallerin 15 metrelik ana sahnelerinde, ateş ve gölgenin göz alıcı dansıyla destansı performanslar sunan, metalin fenomen ismi Behemoth değildi bu.
Zaten yarım metre kadar önümde çalan grupla bir noktada o kadar ağız ağıza girdik ki Orion’un bacağındaki plakalara takılı sivri çivilerden biri, Orion’ın heyecanlı bir hareketi sonrasında benim bacağıma girdi. Özür dileyip konser sonunda beni bul gibi bir işaret yaptığını, konser bitiminde de o kalabalığın arasından güç bela sıyrılıp grupla kısa bir süre laflama ve imza alma şansına eriştiğimi hatırlıyorum. Hatta son sözümün de “Senin imzana tüküreyim Seth!” olduğuna emin sayılırım. Tabii aradan 16 yıl gibi bir süre geçtiği (ve o sürede haddinden fazla içildiği için) artık anılar biraz flu ama en azından belgesi duruyor.
Sonradan her izlediğimde (galiba toplam 5) daha da büyüdü Behemoth. Nergal’ın vizyonu, Orion’un topuzu diye konuşmanın alemi yok; metali yakından takip edenler Polonyalı grubun nasıl bir süreçten geçip bugün hangi noktaya ulaştığını gayet iyi biliyorlar. 2000’lerin başında potansiyelli bir death/black metal temsilcisi diye bildiğimiz trio, bugün ekstrem metalin açık ara en büyük iki-üç grubundan biri. Onları buraya getiren yolun başlangıç çizgisinde ise Ekim – 2004’te yayımlanan ve Behemoth’u yeraltından çıkarıp dünyaya tanıtan Demigod duruyor.
Geçen gün Instagram’da birisi blackened death metal sorduğunda aklıma düşen Demigod‘ı, o günden beri neredeyse her gün birkaç tur dinliyorum. Yeni IRON MAIDEN bile araya giremedi, o derece. Çünkü bu türün tanımı, benim için Demigod ve o kadar uzun süredir (turnesini yakalayacak kadar uzun) sıkılmadan, aynı coşkuyla dinliyorum ki bir kere bu yola girdikten sonra başka bir grubun/albümün beni yoldan çıkarması pek mümkün değil. Belki yazarsam biraz rahatlarım, biraz sakinleşirim (ve işimin başına dönüp güncel albümleri kurcalamaya devam edebilirim) düşüncesiyle oturdum yani bilgisayarın başına. Demigod beni bir kez daha rehin aldı kısacası; yetişin dostlar!
Çok geriye gidince INCANTATION ve DISSECTION gibi gruplarda da black ve death metalden ilham alan füzyon işlere denk gelmek mümkün elbette ve Behemoth’un kariyerindeki ilk blackened death metal albümü de Demigod değil aslına bakarsanız. Zos Kia Cultus (Here and Beyond), Thelema 6 ve daha da geride, 1998 çıkışlı Pandemonic Incantations‘ta da bile bu anlayışın henüz ham olsalar da çeşitli yansımaları mevcut. Demigod‘ı bu denli büyük ve benim gözümde de bu türün kerteriz noktası yapan ise Nergal, Orion ve Inferno (grubun imajı yüzünden -Hristiyanlıktaki üç kavramı, grubun üç kişi görünmesi vs.- 20 senedir Seth’i insan yerine koymuyorlar) üçlüsünün ekstremlikten ödün vermeden, death ve black metal gibi belki de metalin en zorlayıcı iki türünü buluşturan bir müzikle, üç adım rekoru kıracak kadar uzun bir sıçrama yapıp adını devler ligine yazdırabilmesi.
Conquer All, Slaves Shall Serve gibi normal şartlarda hayatta dillere pelesenk olması beklenmeyecek şarkılara düşük bütçeli olsa da klipler çekilmesi, MTV – Headbangers Ball‘da düzenli olarak bu kliplerin gösterilmesi çok ticarı manevralar olarak değerlendirilip o dönemde MAYHEM‘ci İskandinav tayfa tarafından hor görülmüştü ama böylesi ekstrem bir müzikle bu kapıları aralamak hiç kolay değil. Elbette ilk günlerindeki gibi çiğ prodüksiyonlu 2. dalga pagan black metali yapmıyordu Behemoth ama brutallikten, metalden ödün verdiklerini söylemek de çok yanlış olur. Tabii burada müziği tartışmaya başlamadan önce ana akım kapılarının zamanında NILE tarafından aralandığını ve Behemoth’un da bu albümde Mısır’dan ve Nile’dan bolca etkilendiği notunu düşmemek, Nile’a büyük haksızlık olacak. Özellikle Sculpting the Throne ov Seth ve Demigod gibi albümün tonunu belirleyen açılış şarkılarında kum tepeciklerinin arasından süzülen zehirli yılanlar kadar kıvrak bir şekilde almış ilhamını Nergal. Karl Sanders’ın Xul parçasına konuk olup kendine has sololarından birini patlatması, bir tesadüf değil yani.
Inferno’nun kontrol ve dinamizm açısından hala aklımı azaltan kusursuz davul performansının sürüklediği akışkan trafik, Nergal’ın en rahatsız ve kaotik vokal performasıyla birleşince ortaya öldürücü bir iş çıkıyor. Crowley rehberliğinde, basitçe “Ne istiyorsan onu yap; tek kanun bu olmalıdır!” şeklinde özetlenebilecek vizyonu dahilinde dudaklarının arasından kafirlik zehri tüküren Nergal’in vaizliği, henüz The Satanist‘teki kadar ağırbaşlı değil; aksine, adeta öfkeden kudurmuş bir durumda ve enfes miksle birleşince içe içe geçmiş, içten içe insanın zihnini kemiren bir kakofoni korosuna dönüşüyor vokalleri. Lafını zerre esirgemeyen duruşu da ister mitolojik, ister satanist bir perspektiften yaklaşsın, sözlerinin bugün de sıkmadan kendini dinletebiliyor/okutabiliyor olmasını sağlıyor. Yıllardır grubun sözlerde ne kadar dikkatli olduğu, bunun için ayrı uzamanlarla çalıştığı biliniyor zaten ve bu ezoterik yaklaşımın mevyelerini daha o yıllardan yemeye başlıyorlar.
Müzikal tarafta ise death metalin kan kaybettiği bir dönemde standart kalıplar ve formüllerin üzerine müthiş bir saldırganlık ile black metal öfkesi ekleyip taze tınlamayı başarıyor Demigod. ANTHRAX gibi (Conquer All‘ın ana rifinin Be All, End All ile aynı olduğunu biliyor muydunuz?) bir devden arak yapacak, bunu itiraf edecek ve buna rağmen de suyun üzerinde kalacak çok az grup var ama Nergal’in içindeki öfke, müziğindeki açlık ve iştah o kadar yoğun ki bir parçayı veya fikri başka şeylere benzetmeye zaman bulamadan yutuveriyor Behemoth insanı. Hayatımda dinlediğim en saldırgan albümlerden biri Demigod ve bu vahşilik içerisinde rafine bir plan, bir kurgu hissedebiliyor olmak, bu görkemli taarruz karşısında insanı daha da çaresiz kılıyor.
Albümü nasıl kapatacağımı bilmediğim gibi yazıyı da nasıl kapatacağıma emin değilim doğrusu. Yıllardır konuşuyoruz ya işte Nergal’in tutkusu, vizyonu diye; Demigod, gözü dönmüş Nergal’in içindeki bu coşkulu ateş sayesinde dünyaya açılmış habir bir geçitten geçmiş korkunç bir iblis gibi. O iblis ki Behemoth’u son 15 yılın en büyüklerinden birine döbüştürdü. O iblis ki aradan 15-16 yıl geçmesine rağmen bulduğu ufacık bir çatlakta ruhunuza girip koca bir gününüze (hatta birkaçına) mal olabiliyor. İşte Demigod, bu kadar güçlü bir ibl…Pardon, albüm.
İsmini hak eden bir albüm. Gerçekten şu albümün bazı parçaları beni hem bir yarı-tanrı, hem bir kral, hem bir cellat, hem bir ölüm meleği gibi hissettiriyor.
Geri bildirim: Altars Ablaze – Life Desecration – Metalperver