Wolves in the Throne Room – Primordial Arcana
Merhaba.
Geçmişi umursamadan sadece geleceğe bakmak, geleceğin olmasını istediğimiz gibi şekillenmesinin önündeki büyük engellerden biri. Bilgeliğin tecrübeyle değil, hayalcilik sayesinde ortaya çıkacağına inanlar, tarihin tekerrür etmesini sağlarken en ufak çatışmalardan bile kaçınmak için geliştirdiğimiz önümüze bakalım refleksi, hayatımızdaki her şeyin yarım yamalaklığının da müsebbibi.
İptidailikteki sırları açığa çıkarmak için uzun senelerdir atmosferik black metal kisvesi altında arayışlarını sürdüren Amerikalı Wolves in the Throne Room (WitTR), göksel araştırmalarını bir kenara bırakıp üzerinde yürüdükleri topraklara işlemiş antik anlayışı kavramak üzere çıktığı yeni yolda, yeni albümü Primordial Arcana ile karşımızda. Nathan ve Aaron Weaver kardeşlerin hakimiyetindeki grup, Pasifik Kuzeybatı ormanlarındaki yaşlı ağaçların gölgesinde, yüzyıllardır akan akarsuların berrak sularının dibinde yatan taşlarda, Celestial Lineage albümünden beri kaybettiği kimliğini, karakterini arıyor.
Son albümü Thrice Woven‘da, ondan önceki Celestite felaketini atlatmaya çalışan panikli bir hali vardı grubun. 8-10 farklı prodüktör, ses mühendisi ile çalışmaları ve NEUROSIS gibi banko bir grubun esas ismini konuk etmeleri gibi aman bu sefer patlamayalım tedirginliğiyle gelen bir samimiyetsizlikle sarmalanmış albüm, her şeyi kitabına göre yaptığı için biraz sıkıcı ve WitTR karakterine de aykırıydı benim gözümde. Nathan ve Aaron Weaver ikilisi, AGALLOCH gibi bir devin yarattığı şu Cascadian black metal, yani yüzü doğaya dönük Amerikan black metali denilen alt türe kozmik bir bakış açısı ve BURZUM çıkışlı ambient dokunuşlar ekleyerek özgün bir iş çıkarmış, önceki on yılda da bu yüzden büyük şöhret kazanmıştı. Thrice Woven‘ın bu güvenli ve tutkusuz hallerinin beni gruptan iyice umudu kesecek raddeye getirdiğini söylememe gerek yok herhalde şu noktada.
Maalesef kendi geçmişine gözardı edip yine aynı yoldan devam ediyorlar Primordial Arcana‘da. Mountain Magick, tam da olması gerektiği gibi açılıp orta tempo, tınısında engin suların çağıltısını, yaprakların hışırtısını barındıran bir melodiyle açılıp grubun bu formülü ne kadar iyi uygulayabildiğini gözler önüne seriyor. Hemen arkasından gelen ve uzun süre (bu albümü yazana kadar şu son iki haftada çıkan diğer hiçbir albümü dinlemeyecek kadar uzun süre) albümdeki favorim Spirit of Lightning ise düşmancıl olmayan, ivmelendiği bölümlerde bile saldırgan bir tavra bürünmeyen bu metafizik natüralizm kafasının black metaldeki yansımalarının en hoş örneklerinden biri. Ne var ki bu iki güçlü, lokomotif parçada bile grup şöyle gazı sabitleyip bir yandan orta şeritte rahat rahat yol alırken bir yandan da etrafımızdaki manzaranın tadını çıkarabileceğimiz bir rahatlığa kavuşturamıyor besteleri.
90’lar senfonik black metal albümlerinden, daha doğrusu synthesizer kullanımının suyunun çıkmadığı, dengeli olanlardan ilham bulduğunu görmek mümkün WitTR’un. Baştaki düşüncelerime arka çıkıp albümün iyi yanlarının geçmişten gelen bir bilgelikle şekillendiğini gösteriyor; Spirit of Lightning ve albümün en epik, uzun parçası Masters of Rain and Storm‘da görebilirsiniz synth. ile gitarların nasıl iç içe geçtiğini. Bunu hemen söylemek istedim, zira bestecilik tarafında olumlu bir başka tespitim olmayacak galiba ve bir önceki paragrafta fikirlerden devam edip grubun defalarca da dinleseniz parçayı zihninize kazımanıza mani olan bu tutuk, akışkanlıktan uzak ve neredeyse kopyacı besteciliğini eleştirmeye devam edeceğim.
Belki Kody Keyworth’ün tam zamanlı bir eleman olarak gitarlarda söz sahibi olmasıyla, belki de ilk on yıldaki ivmeyi son on yılda koruyamamanın getirdiği cesaretsizlikle, Aaron ve Nathan biraderlerin deneysellik vanasını sonuna kadar kıstığını görmek beni üzüyor. Primordial Arcana‘nın övgü dolu yorumlarını görüp bu yazılanları anlamlandırmakta zorlanıyorsunuz belki ama ben grubun bu kadar güvenli ve parıltısız bir iş çıkarmasını kabul etmek istemeyen taraftayım sanırım. PANOPTICON, ALTAR OF PLAGUES, AGALLOCH, WEAKLING gibi gruplar kendi müzikleriyle anılırlarken Wolves in the Throne Room’un (sinirden hızlı hızlı isimlerini yazdım kısaltmayı kullanmak yerine hshah) diğer pek çok grupla karşılaştırabilecek, hatta karıştırılabilecek kadar formülize bir black metali tercih etmesini övemeyeceğim, kimse kusura bakmasın.
İlk birkaç dinlemede çok sevdiğim Spirit of Lightning ve iyice ambient kovasına batırılan Underworld Aurora gibi parçalar, tanıdıklık ve atmosfer üzerinden başta etkileyici görünseler de bir süre sonra biraz Hviss Lyset Tar Oss bilen, hatta ona bile gerek kalmadan WitTR’ın eski işlerini dinlemiş birileri için resmen kabak tadı veriyorlar. 20. dinleyişin ardından en sevdiğim (tolere ettiğim de diyebiliriz) Master of Rain and Storm bile her dinlemede güç kaybediyor artık.
1995-2000 sonrası doğumlu ve Avrupa black metalinden önce 3. dalga Amerikan atmosferik black metaliyle tanışmış Kuzey Amerikalı dinleyici için harikulade geliyordur kulağa eminim ama Primordial Arcana iyi bir albüm olsa dahi Avrupa’daki rakiplerinin yanında devede kulak kalıyor gerçekten. Herhalde kabul etmek gerekiyor ki Wolves in the Throne Room, 2006-2011 arası dinlediğimiz ve sevdiğimiz gruptan hayli uzak artık ve bugününün endişeleriyle devam ettiği sürece de o görkemli günlerine dönmesi biraz zor. İki hafta iyi oyaladı sağ olsun ve dediğim gibi bu formülle rezalet bir iş çıkması zaten mümkünsüz; fakat birkaç ay içerisinde, bazı melodi kırıntıları ve genel atmosferine dair fikirler dışında Primordial Arcana‘yı unuturum gibi geliyor bana.