Dread Sovereign – Alchemical Warfare
Merhaba.
Old school doom metal etiketini görür görmez dikkatimi çeken İrlandalı Dread Sovereign, beni ters köşeye yatırıp üstçüleri sevindirdi resmen. Geçtiğimiz Ocak ayında yayımlanan 3. stüdyo albümleri Alchemical Warfare, bir dakikalık kısa girizgahında doom metalin kitabi yöntemleriyle ortamı sonraki felaket ve yıkım seansına hazırlasa da hemen arkasından gelen albümün en uzun parçası (bunu açılışa koymak da yürek ister) She Wolves of the Savage Season ile CANDLEMASS beklentilerinden ördüğüm gömleğimi parça pinçik edip üzerime bir PRIMORDIAL tüniği geçiriverdi.
Önceki iki albümünü dinlemediğim için boş mideye hüplettiğim Alchemical Warfare, hafif bir baş dönmesiyle birlikte keyiflendirdi beni sağ olsun. Nasıl atlamışım veya hafızamdan silinmiş bilemiyorum ama Primordial insanı Nemtheanga’nın yan grubuymuş meğerse Dread Sovereign ve hem vokal hem de bas gitar tarafındaki varlığıyla grubun (zaten üç kişiler) karakterini şekillendiren isimmiş zat-ı şahaneleri. Hal böyle olunca müzik de Primordial’dan çok uzaklaşamamış tabii. Primordial’ın aksine daha gelenekselci ve doom metal ağırlığına karşın alttan alta Primordial’ın o küffarlığını, günahkar karanlığını da hissettiriyor bir şekilde. Üzerine bir de hemen aşağıdaki videodan da anlayacağınız hafif bir mizah katmanı eklenmiş ki tadından yenmez bir hal almış Dread Sovereign.
Kendi cehaletimin şokunu atlatıp albümü özümseyebilmeye başladığım noktada açılış parçasının son bölümünün biraz uzadığını fark ettim. Bir yan proje olmanın özgürlüğünü sonuna kadar kullanarak işi jam-session seviyelerine kadar çekmiş Nemtheanga ve üç dakika civarındaki girişi de düşünürsek (albümde iki ayrı intro var gibi bu yüzden; biraz saçma) She Wolves of the Savage Season‘ın on dakikalık göz korkutucu süresi içerisinde aslında beş-altı dakikalık malzeme olduğu çıktı ortaya. Neyse ki buna üzülemeden grubun blackened rock’n’roll havaları estirdiği parçalar giriyor ve kara bulutları dağıtıyor.
Enfes bir rife sahip The Great Beast We Serve, hızını alınca 70’ler rüzgarları estiren Nature is the Devil’s Witch ve geleneksel BLACK SABBATH formülünden ilerleyen, özellikle Nemtheanga’nın Ozzy Ozbourne’a öykündüğü vokalleriyle şaşırtan Her Master’s Voice üçlüsü, Alchemical Warfare‘a girmeyi kolaylaştırıyor fazlasıyla. Albümün sonlarına doğru şöyle VENOM gibi proto-black metal gruplarını anımsatan Devil’s Bane ise pastanın üzerindeki krema oldu benim için. Dread Sovereign’ın köklere ulaşma, onurlandırma gayesini yeterince iyi idrak edemeyenler için son sıraya da BATHORY‘den You Don’t Move Me (I Don’t Give A Fuck) parçasının canlı yorumunu koymuşlar zaten, Bilal’e anlatır gibi.
Berber tabiriyle tam olması gerektiği gibi enseyi milimetrik düzeltmeyip natürel bırakan kendin pişir, kendin ye prodüksiyon da yine Nemtheanga ve dostlarının müziğe ve kültüre hakimiyetinin ne kadar yüksek olduğunu kanıtlıyor. Şöyle dışarıdan bakınca masa başında beste ve trafik konularında kendilerine farklı bir perspektif sunacak, belki elli dakikayı aşan albümün biraz tıraşlanmasını sağlayacak biri olsa daha iyi olurdu desem de Dread Sovereign’in bu kadar planlı veya iş odaklı takıldığını sanmıyorum, o yüzden ben de takılmadım fazla. Kaldı ki miks-mastering tarafında her enstrüman tertemiz ve dinamik aralık geniş olduğundan 70’lerin o havadar kayıtlarının atmosferi yakalandığı için puanları topluyor. Yine de albüm haddiden uzun, orası kesin. Hele son parça Ruin Upon the Temple Mount, Nemtheanga’nın coşkulu performansına rağmen albümü birkaç tur çevirdikten sonra bitmek bilmez bir hal alıyor.
Black Sabbath, ST.VITUS, TROUBLE gibi isimleri seviyor, Primordial vokaline bayılıyorsanız Alchemical Warfare‘de sıkılacağınız an bulmakta zorlanabilirsiniz. Dread Sovereign amacı, kitlesi belli bir müzik üretiyor ama bunu da samimi ve kaliteli bir biçimde yapıyor. Biraz baştan savma olabilir, fakat 70’ler ve 80’leri bir cümlede özetleyecek olsam “biraz baştan savma,” derdim galiba, o yüzden bu nokta atışı albümü ve Dread Sovereign’i ıskalamayın derim; bazen peynir ekmek de gayet doyurucu olabiliyor.