Kritik

Klasik Bir Cumartesi: Opeth – Ghost Reveries

Merhaba.

Değişim rüzgarına kendinizi kaptırdığınızda önceki haliniz giderek daha monoton ve sıkıcı gelmeye başlıyor. O devinim halinin verdiği coşku, bazen sadece değişimin kendisi uğruna yanlış kararlara sürüklüyor insanı; durağanlıktan iyidir diye aramaya devam ederken bir noktada bulduğunu kucaklamazsan rüzgar savurdukça dağılmak kaçınılmaz olabilir. Bu sırada kontrolü kaybetmeyen ise eskisinden çok daha iyi bir şeye kavuşuyor genelde.

Photo by: Michael Johansson

2004-2005 yılları da Opeth için değişimin, devinimin zirve yaptığı bir dönemdi. Peaceville‘in kanatlarından kurtulup Roadrunner Records gibi devasa bir şirketle anlaşmış, klavyeci Per Wiberg tam zamanlı bir eleman olarak kadroya ve beste süreçlerine dahil olmuş, Opeth ismi “İsveç’ten gelen müzik dahileri!” gibi ifadelerle Kuzey Amerika pazarına sokulmuştu. Hem kendi ruhsal sorunları hem de grubunun gittiği yön nedeniyle Martin Lopez’in (SOEN) grupla bağları ise iyice gevşemiş, kopma noktasına gelmişti. Benzer şekilde Damnation / Deliverance döneminde çalkalanmaya başlayan grup içi dinamikler, iyice bozuluyordu. Per Wiberg’in mellotron ve hammond orgu dışında Mikael, büyük oranda yalnızdı.

Grubu 90’lardan beri takip eden hayranlar için ise tüm bunlar tehlike çanlarının çalması anlamına geliyordu. Önümüzde Avrupa’da çok büyüyüp sınırlarını Pasifik’in ötesine taşımak isteyen ve bunun ağır sonuçlarını hayranlarının omuzlarına yıkıveren IN FLAMES gibi bir örnek varken Opeth’in de yeni aşklara yelken açma ihtimali hoş değildi. Neyse ki Opeth’in eski kimliğini üzerinden sıyırıp atmasına birkaç yıl daha vardı ve Roadrunner Records etiketiyle çıkan Ghost Reveries, bu göç harekatı ve değişim sinyallerine rağmen bildiğimiz, sevdiğimiz Opeth’ten ödün vermeden son 15-16 yılda Opeth’in yaptığı en iyi iş olarak diskografide ve gönüllerde özel bir yere oturmayı başardı. Sonrasını zaten biliyorsunuz.

Opeth müziğinin karakterini belirleyen zıtlıkların olabildiğince derinlemesine işlendiği Ghost Reveries‘in aslında klasik mertebesinde değerlendirilmesi tartışılabilir; ancak ben kariyerinin dönüm noktasında Blackwater Park formülünden şaşmadan, deyim yerindeyse davasını satmadan Kuzey Amerika kapılarını açan bu albümün hem çok önemli hem de çok güçlü olduğunu düşünüyorum. Pazarlama uğruna ne açılıp genişleyen beste anlayışından ne de tatlı-sert dengesinden taviz veriyor ve bugün bakınca son 20 senede Avrupalı bir grubun Amerika yolculuğunu taçlandıran albümler arasında Ghost Reveries, icracısının ruhundan bir şey kaybetmediği tek albüm bence. Sadece şarkının özünü korusa da Opeth müziğine hakaret gibi bir kırpmayla dört dakikaya indirilen The Grand Conjuration‘ın klibinden söz edebiliriz bu noktada ki sadece bu kadarcık bir ödünle Amerikan dinleyicisine ulaşmayı başarmaları çok büyük bir iş bana sorarsanız. Sadece keşke bu kadar “ŞEYTAAAN!” diye bağırmasaydı bu şarkı.

Elbette LED ZEPPELIN, BEATLES, DEEP PURPLE gibi isimlere, 70’lere ve progresif rock dünyasına referanslarla dolu Ghost Reveries ve Mikael’in sonradan yapacaklarıyla bu referanslar daha da anlamlanacak ama yeri gelince hala beton kadar sert ve güçlü bir Opeth var bu albümde. Doğal gelişiminin bir sonraki basamağı hissiyatı, albümde var olan her ilginçliği samimi kılıyor. Mikael’in yeni akorlar denemesi (The Baying of Hounds), Per’in katılımı, Martin Lopez’in her zaman besteye seviye atlatan kapsayıcı davul anlayışı (Atonement‘ın Hint perküsyonlarını övelim mi bir ara buluşup?) derken her şey tam dozunda farklı ve tam da dozunda aynı. Bu değişim ve devinim halini yumuşak, deyim yerindeyse dikişsiz gerçekleştirdiğinde de Opeth dünyanın en acayip şeylerinden birine dönüşüyor zaten.

Mükemmliyetçilik konusunda Opeth ile yarışan (ve onları yenen) Jens Borgen’in prodüksiyonunu da es geçmemek gerek. KATATONIA elemanlarının önerisi üzerine Jens Borgen ile çalışmaya başlayan elemanların o dönemki çeşitli röportajlarında sık sık “Jens anamızı ağlattı,” gibi, “Kardeş biz de en doğrusunu çalmak istiyoruz ama bu nedir artık lan!” gibi, “Ben askerde bu kadar yorulmadım vallah,” gibi açıklamalarına denk gelebilirsiniz. Tabii her biri kendi enstrümanında sapıkça bir seviyede olduğundan performansını mükemmelleştirmeye çalışan bir prodüktörle çalışmaktan ne kadar keyif aldığını da söylüyor bir noktada ama Jens ağabeyin disiplinli yaklaşımı da Ghost Reveries‘i bir üst seviyeye taşımış. Reverie / Harlequin Forest‘ın son bölümünü kaç defa kaydettiler bilmiyorum ama belli ki herkes ezberleyene kadar durmamış Jens ağabey.

Günün sonunda iş dönüp dolaşıp Mikael Åkerfeldt denen sinir bozucu adama geliyor. 2. gitaristinin beste sürecine zerre katkı vermediği, davulcunun anksiyete ve stres kaynaklı sorunlarla boğuşup bazen en akıl almaz işleri bir çırpıda halledip bazen de en kolay partisyonu üç günde kaydedemediği bir ortamda bir yandan yukarıda bahsettiğim o büyük değişim harekatını kontrol ederken bir yandan da yaratıcı süreci devam ettirmek hiç kolay olmasa gerek. Başta okült bir konsept üzerine giderken sonradan vazgeçişini, özellikle söz bakımından biraz dağınık bir albüm çıkmasını anlaşılabilir buluyorum bu yüzden. Yine de Ghost of Perdition‘ı, Beneath the Mire‘ı, Reverie / Harlequin Forest‘ı nasıl yazdığını anlayamayacağım galiba hiçbir zaman.

Roadrunner Records’un da katkısıyla en çok satan Opeth albümü konumundaki Ghost Reveries, grubun en görkemli eseri değil belki ama arka planındaki detaylar ve süreç düşünüldüğünde grubun kariyerindeki en önemli birkaç albüm arasında kesinlikle. Benim gibi Mikael Åkerfeldt’in azap çeken kükremelerini, Martin Lopez’in zerre stabil olmayan bir halde bile çıkardığı enfes performansı, Per Wiberg’in her şeyi daha akıcı kılan klavyesini özlediyseniz siz de bu hafta sonu Ghost Reveries‘i çevirip biraz nostalji yaşayabilirsiniz. Sonraki işlerinden sevdiğim bir sürü şey olsa da benim için gerçek Opeth her zaman ilk beş albüm olarak kalacak belki ama ne yalan söyleyeyim, şu eskinin yenisi denilebilecek Opeth’i bile fazlasıyla özlüyorum.

93/100


Yazıyı/albümü değerlendirmek için:

Average rating 5 / 5. 1

Siteye destek olmak için aşağıdaki düğmeye tıklayıp Patreona göz atabilirsiniz👇
Become a patron at Patreon!

Korhan Tok

Üniversiteden sonra metali bırakmadım.

Bir Yorum Bırakın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.