Dvne – Etemen Ænka
Merhaba.
İlk olmak, birçok konuda değerin belirlenmesinde de önemli bir faktör. Adaptasyon, alışkanlık ve sıkılganlık gibi özellikleri nedeniyle tüketimde gezegenin bir numaralı canlısı olmayı başaran insanın hız ve devinime karşı ayakta kalmayı başarabilen yegane değerleri, ilk olanlar genellikle. Bu bir ülkenin kurucusu gibi bireyden ziyade toplumu ilgilendiren bir ilk de olabilir, huysuz birisinin bir yemeği ilk kez orada yediği ve beğendiği için, artık oradan başka yerde yapılan çeşitlemelerini yiyemediği bir lokanta da olabilir, ilk öpücüğün verildiği sevgili de, bir müzik türünün ilk temsilcisi veya müzikteki bazı prensipleri genele yayan ilk isim de. Belki de bu yüzden Dvne, bir MASTODON kadar değerli olamayacak hiçbir zaman ve doğrusunu isterseniz ben buna biraz üzülüyorum.
Asheran ile hayatıma giren İskoç grup, Mastodon ekolünün ritmik, akışkan sludge ruhunu benimsemiş müziğiyle kısa sürede aklımda yer etmeyi başardı. Artık Mastodon’un pek girmediği progresif, uzun beste mevzuları ve bir de üzerine müziği deirnleştiren klavye de eklenince Dvne, yakından takip ettiğim bir isme dönüşüverdi tek albümle. Metal Blade çatısı altına girmeleri de tesadüf değildi tabii. Arkasına büyük şirket gücünü de alan Dvne, birkaç hafta önce yayımlanan yeni albüm Etemen Ænka ile de sıçramasını gerçekleştirip adını daha geniş bir kitleye duyurmayı başardı. Eminim birçoğunuz, bu yazıyı okumadan önce en az birkaç defa dinlemiş, ya da en azından sağdan soldan duymuştur albümü. Dinlemeyenler de şimdiden bassınlar oynatma tuşuna, öyle devam edelim.
Günümüzün geçer akçesi distopya tasvirleri alanında, ismine de uygun olarak Dune evrenini anımsatan bir çöl ıssızlığı ve atmosferiyle sarmalanmış Asheran‘dan stilistik veya müzikal açıdan çok da uzağa düşen bir albüm değil aslında Etemen Ænka. Yalnız bu sefer biraz daha kozmik; ancak bu kozmik atmosferin işaret ettiğinin aksine boşlukta salınan bestelerden çok direkt, keskin şarkılarla ve güçlü ritimlerle bezeli Dvne müziği. Bu doğrudan anlayış ilk dinlemeden albümü benimsemenin önünü açarken araya sıkıştırılmış Towers ve Mleccha gibi epik, dinledikçe açılıp genişleyen progresif parçalar sayesinde tekrarlı dinlemeleri ödüllendiren güçlü bir kurgu ve uzun ömürlü bir iş çıkmış ortaya.
Mastodon’un ilk dönemi gibi sıkışık prodüksiyon başta zorlasa da bu ekole alışkın olanlar için ses duvarını aşmak o kadar zor olmayacaktır. Prodüksiyonda en önde ise davul yer alıyor ve albümün itici gücünü oluşturuyor. Dudley Tait’in sıkça başvurduğu, tom davullarla yavaşça yükselen inşa tercihleri Dvne’un bir inip bir çıkmasını sağlarken hızını aldığı bölümlerdeki ritim tercihlerinde de mümkün olabildiğince çok yarım/çeyrek nota çalıp sludge’ın punk tarafına, kaosa odaklanıyor. Davul setinde sabit duran bir zil olsun istemiyor belli ki.
Dudley’nin istikrarlı performansından mı yoksa grubun genel olarak olgunlaşmasından mı bilinmez, çok daha bütüncül ve birkaç türü harmanlasa da temel prensiplerini 67-68 dakikaya ulaşan uzun süresi boyunca koruyabilen bir Dvne görmek, Asheran‘ın üzerine koyduklarını anlayarak sevinmemi sağladı. Klavyenin direksiyonu ele aldığı boşlukta salınmalı progresif kısımlar arasında mutlaka masif bir rif patlıyor her şarkıda ve CULT OF LUNA, Mastodon, BARONESS, THE OCEAN gibi isimlerin öfkeli anlarını anımsatan bir vibrasyon ile ortalığı sallamayı başarıyorlar. Sì-XIV, agresif, rif bazlı Dvne’u görmek adına enfes bir şarkı örneğin ve bu açıdan albümün zirvesi. Zaten bu parçadan sonra biraz daha progresif ve kesinliğini kaybeden bestelerle uzanıyoruz kapanışa. Finaldeki Satuya ise süresiyle ipucunu vermiş tabii ve Dvne’un paletindeki her rengin görüldüğü, sludge/post-rock/stoner/progresif muhteviyatıyla ilk yarısını inşa, ikinci yarısına yıkıma adamış harika bir kapanış.
Olumsuz taraftan bakmak gerekirse, tıpkı Mastodon gibi, Dvne’un yumuşak karnının da vokal olduğunu söylemek mümkün. İyice derine gömülmüş zaten ve ritme odaklanınca çok da batmıyor insanın kulağına ama şöyle daha etli, vahşi bir vokal arıyorum vitesin yükseldiği anlarda. Öte yandan yumuşak, atmosferik kısımlardaki temiz vokaller ise… Bence geçelim bu kısmı; gerçekten zayıflar. Konuk Lissa Robertson‘ın yer aldığı Asphodel ise Lissa’nın uçucu, puslu vokaline rağmen albümün en zayıfı. Sanki bu şarkıyı onun için yazmışlar ve biraz da fikir enflasyonuna neden oluyor gibi hissediyorum dinlerken. Albümün doğal akışını bozuyor Asphodel. Neyse ki Satuya da ağır ağır girdiği için Asphodel‘i de onun inşasına dahil gibi düşününce kurtarıyor kendisini biraz. Genel anlamda vokal performanslarıyla övülecek bir albüm değil Etemen Ænka ve Lissa Robertson da bu konuda artıya çekemiyor albümü.
Bu türe hayran dinleyici için zaten Dvne iki albümle başucu gruplarından birine dönüştü ama özellikle Metal Blade hamlesi sonrasında bu İskoç beşlinin işi nereye götüreceğini takip etmek eğlenceli ve ilginç olacak. Mastodon artık çok daha radyo dostu ve basit bir grup kimliğine bürünmüşken bundan birkaç sene sonra “Mastodon öldü, yaşasın yeni Masto…Dvne!” diyebiliriz gibi geliyor bana. Umuyorum çizgilerini bozmazlar. Etemen Ænka, bazılarını yukarıda da saydığım bu füzyon müziğin devlerinden biri ansızın bir albüm yapmasa progresif sludge tarafında sene sonunda ipi göğüsleyebilir; The Raging River da kusura bakmasın artık.