Kauan – Ice Fleet
Dr. Ovchinnikov – Scince and Life dergisi / 1993
“Bir şeyleri keşfetmeye olan tutkumun kökeni çocukluğuma kadar iniyor. Büyükbabamın kayıp gemilerle ilgili hikayelerinden ne kadar etkilendiğimi çok iyi hatırlıyorum. O ve hikayeleri olmasaydı, bir bilim insanı olamazdım herhalde. Neyse, konumuza dönelim; çünkü anlatmak istediğim, on yıllardır içimi tüketen bir hikaye var.
1930’ların başlarında, SSCB’nin Yakut Özerk Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’nin Balunsk bölgesinin kuzeyinde, Laptev denizinin arktik sularının kıyısında, Tiksi adında bir yerleşim yeri kurulmuştu. Yerleşimin civar bölgeleri kapsamlı bir şekilde araştırılıyordu ve Kuzey Deniz Yolu Baş Müdürlüğü tarafından bir Kutup İstasyonu inşaatı projesi başlatılmıştı. Bu olaydan 10 yıl kadar önce – 1920’lerin başında – Tiksi Körfezi bölgesi keşfedilmişti ve F. Matissen’in keşif gezisi sırasında, bölge bir liman inşası için uygun bulunmuştu.
Eylül 1930’da, permafrost, yani tümüyle donmuş tabakanın yüzeyi, operasyondan sorumlu deneyimli bir jeolog olan Eugene Klimov tarafından patlatıldı. Bu patlatma işlemleri sırasında karla, buzla kapı dağlardan birinin tepesi açıldı ve ortaya ağaç tepelerini anımsatan bir manzara çıktı… Oysa ki Tiksi’de, soğuk iklim ve bölge için tipik kabul edilen şiddetli rüzgarlar nedeniyle, 50 cm (20 inç) ‘den daha uzun çalılardan başka hiçbir bitki örtüsünün yetişmediği, bilinen bir gerçekti. Bölgede rastlanabilecek nadir ağaçlar bile yere fazlasıyla yakın, bodur bitkilerdi.
Başka bir patlamayla, kar kütlelerinin arasından bir gemi karkası belirdi. Yıkım çalışmaları durduruldu. İlk önce yapraksız ağaçların tepeleri gibi görünen şey aslında gemi direkleriydi; birkaç düzine direk, kar ve buz parçalarından oluşan mezarlarından doğrulmuşlardı sanki. Hiçbir limanın, tek bir köy kalıntısının bile bulunmadığı bir yerde, kıyıdan birkaç deniz mili ötede, devasa bir kayanın altında koca bir filo… Bu gemiler, buraya nasıl geldiler?”
Merhaba.
Çocukluğumdan beri hikayelerin gücüne inanan biriyim. Rol yapma oyunlarıyla, fantastik ve bilim-kurgu sineması/edebiyatıyla büyüyüp gerçekten çok hayale meraklı biri oldum hep. Bugün bile her hafta masaüstü oyunlar oynamaya devam ediyor, Star Trek ve benzeri şeyler izliyor, birbirinden enfes hikayeler anlatan albümler dinliyorum. Bu nedendir ki Rus temelli, Fince sözlü ve elemanları Estonya’da ikamet eden Kauan’ı her zaman çok yakından takip etmişimdir.
Geçtiğimiz, görece hayli sakin haftanın içinde kaynayıp gidecek bir albüm gibi görünüyordu Ice Fleet ve açıkçası buna üzülüyordum biraz. Neyse ki önce Metalperver’in Nasıl Olmuş serisine ait Discord etkinliğinde, çoğu grubu dahi ilk defa dinleyen arkadaşların yarı-şaşkın heyecanı, sonra da yavaş yavaş sosyal medyada gördüğüm birkaç paylaşım sayesinde ağır ama emin adımlarla yükselmeye başladı Kauan. Ben ise bu hafta CANNIBAL CORPSE‘tan canımın içi BEWITCHER‘ıma kadar pek çok muhteşem gruptan yeni albümler gelecek ve yoğun bir döneme gireceğim, o yüzden mümkün olan her boşlukta Ice Fleet dinleyip deyim yerindeyse stok yapıyorum. Neden mi? Çünkü Ice Fleet, muhteşem bir albüm.
Folk/doom gibi başlayıp post-rock/metal’e kayan kariyerinde Aava tuulen maa ve Sorni Nai gibi pırıltılı albümlere imza atan grubun birden fazla türe hakim olduğunu söylemek gerekiyor. Önce temasını, konseptini, hikayesini buluyor Kauan ve sonra o hikayenin hissettirdiklerine göre bir soundtrack yazıyor aslında. Gerçek bir kompozitör gibi hikayenin o anı, filmin o karesi neye ihtiyaç duyuyorsa ona göre bir müzik yapıyor yani. Buzulların arasında kaybolmuş, kayboluşunun altında da gizemli ve hayli ilginç şeyler yatan bir filoya odaklanan Ice Fleet de haliyle buz gibi melodilere, buzul ıssızlığının verdiği ürkütücü bir atmosfere ve ani patlamalarla, hezeyanlarla, deliliklerle ve derin bir yalnızlık hissiyle sarmalanmış melankolik anlara sahip, inişli çıkışlı bir eser.
Bu tür çağrışımcı, insanın zihnine hayal dünyasını besleyen tohumlar bırakan albümlere karşı büyük zaafım bir yana, Kauan’ın zengin müziğiyle yarattığı atmosferin gücüne karşı koymak çok zor. Ağır ağır açılan, sanki sakin sakin ilerleyen bir yolculuğun sonunda varılan yerde beklenilenin aksine gizemli ve ürkünç bir şeyler karşılaşılmış hissi veren o finaliyle (sonar sinyal sesleri müthiş değil mi?) Taistelu‘ya (kavga) bağlanan Enne (-den önce veya alamet olarak çevirebiliriz), gereken bütün konsantrasyonu sağlayıp dinleyiciyi albümün atmosferine çekiyor hızla. Post-rock ağırlığına rağmen zaman zaman CULT OF LUNA vari patlamalarla tansiyonu çok iyi dengeleyen grubun basit melodileri küçücük dokunuşlar ve eklemelerle devasa buzdağlarına çevirişine tanık olmak müthiş bence ve bunun için de çok beklememiz gerekmiyor; Maanpako (sürgün) ve onun arkasından gelen, günlerdir dilimden düşüremediğim ve kısa sürede bir post-rock klasiğine dönüşebileceğini düşündüğüm Kutsu (çağrı/davetiye) ile Kauan albümün ortasına doğru tamamen ele geçiriyor insanı. Şu son birkaç günde kaç defa Kutsu dinledim gerçekten bilmiyorum ama şu bahsettiğim kök fikre minik eklemelerle yüceltme işinde (post-rock zaten böyle bir şey hemen hemen) Kauan’ın ne kadar becerikli olduğunu görmek adına müthiş bir parça Kutsu.
Albümde vokale nadir denk geliyoruz ama girdiği her anda da laf olsun diye değil, müziği bütünüyle başka bir yere çeken temel bir parça olarak devreye giriyor. Kaiho ile iyice yumuşayan ve keskin, acımasız yönünü biraz kaybeden grubun Ice Fleet hikayesi sayesinde yeniden o merhametsiz metal partisyonlarını da müziğe dahil ettiğini görmek güzel. Ana besteci Anton Belov’un hem Fince tercihi hem de vokalinin tonu sayesinde TENHI‘yi anımsatan (neredesiniz insafsızlar?!) temiz vokali yine fazlasıyla duygusal (Kutsu‘nun sonu). Anton ve Alex Vynogradoff ikilisinin birlikte yaptıkları brutal/kirli vokaller ise zaman zaman müziğin agresiflik düzeyini artırarak yeni bir katman oluşturuyor (Maanpako mesela). Ana göre klavye olan Alina Belova ise bu buzul atmosferi, sonar ses duvarı kurgusuna inanılmaz yakıştırdığım sesiyle vokalden ziyade ek bir enstrüman olarak insanın içini parçalıyor. Özellikle Hauta‘daki (mezar) vokalini dinlerken nedense aklıma yapayalnız, bedeni çalışsa da ruhu kırılmış bir varlığın ağıtını dinliyormuş gibi hissediyorum.
Birbirine bağlanan parçalardan oluşan tek bir beste halinde aslında Ice Fleet ve bu nedenle de bütünüyle dinlendiğinde etkisi artıyor. Kendi içinde de ağır inşalar ve ani yıkımlar eşliğinde başı sonu belli besteler gibi görünmelerine karşın birbirlerinden güç aldıkları da bariz fazlasıyla. Örneğin tek başına da fazlasıyla etkili olan Ote (tutunma), Alina’nın Hauta‘da iyice çıldıran o minicik vokal melodisinin en zarif hallerini verdikten sonra albümün en atmosferik anlarıyla devam edip etkisini kaybedecek gibi oluyor; oysa ki Hauta da yükünü alıp 2. dakikasına doğru ulaştığında Alina bir kez daha aynı melodiyle girdiğinde, Kauan’ın on dakika önce ektiği tohumun ne kadar çabuk filizlendiğini fark edip şaşıracaksınız eminim.
Hikaye dallanıp budaklanıyor ve ilk bölümünü yazının başında paylaşmaya çalıştım ama Ice Fleet‘i bağımsız olarak da dinlemek, sevmek mümkün ki bence albümü bu kadar güçlü yapan şeylerden biri de bu. Bazı albümlerden konsepti çıkarınca bir şey kalmayabiliyor geriye ama Ice Fleet için böyle bir durum söz konusu değil. Nadir kullanılmış vokal de Fince olduğundan, aslında kendi hikayenizi, anılarınızı albüme dahil edebilir, çağrışımcılık üzerinden yeni bir tecrübe yaratabilirsiniz. Yine de ben Ice Fleet‘in hikayesine de mutlaka bir göz atmanızı önereceğim; The Thing gibi filmleri, H.P. Lovecraft eserlerini, Dyatlov Pass gibi gizemli olayları seviyor ve biliyorsanız eminim çok coşacaksınız bu hikayeye de. Ayrıca grup tüm bunların gerçek olduğu iddia ediliyor ve mektuplardan, bilim dergilerine yazılmış çeşitli makalelerden derlenen bir hikaye olduğunu söylüyor. Tıpkı Necronomicon gibi pseudotarih olma ihtimali var tabii; hemen atlamayın.
Son olarak albümün yanında 40 sayfalık bir de masaüstü rol yapma oyunu kitabı olduğunu belirteyim. Eh, benim gönlüme girmek isteyen bir grubun bundan daha fazlasını yapmasına gerek yok zaten. Türü itibariyle ekstrem çılgınlıklar ile kıyaslamak doğru olmaz belki ama ne olursa olsun Ice Fleet, 2021’de dinlediğim açık ara en iyi albümlerden biri.
90/100
Metalperver’e destek olmak için aşağıdaki düğmeye tıklayıp bir göz atabilirsiniz:
Güzel albüm, güzel kritik. Yakın tarz müzik olarak ”Über den Sternen” ile birlikte yılın sevdiğim işlerinden biri oldu. Şehir hayatında anca elektrikler kesilince fark ettiğimiz uzayın büyüsünü fısıldıyor sanki. Yani hayal kurduruyor.
Bildiğim bir gruptu ama diskografisine hakim olduğum söylenemez. Geriye dönüp önceki albümlere eğileceğim biraz. Ha bu arada oyun denmişken ”The Long Dark” oynarken çok iyi gider bu albüm.