Mare Cognitum – Solar Paroxysm
Merhaba.
BURZUM ve sayısız klonu tarafından oluşturulmuş, tek kişilik black metal denildiğinde akıllara yer etmiş o basit ve primitif müzik algısı günümüzde yavaş yavaş kırılmaya başladıysa da boğazına kadar metale batmış biri olarak bazen öyle albümler çıkıyor ki ben bile dinlediğim şeyin tek kişinin marifeti olduğuna şaşırıyorum hala. Jacob Buczarski, bu konuda algıların değişmeye başlamasında önemli rolü bulunan bir müzisyen ve her yeni eseriyle beni şaşırtmaya devam ediyor.
Kendi eşekliğimden (biraz da okunmayacağını bildiğimden) gözardı ettiğim Wanderers: Astrology of the Nine adlı Split çalışmasını incelemediysem de 2020’de Buczarski’nin müziğine hatırı sayılır bir zaman ayırmış, Portland, Oregon çıkışlı bu genç müzisyenin melodi ve dinamizmi merkeze oturtup devinime odaklandığı müziğinde nasıl böylesi yekpare, değişmez bir atmosfer kurgulamayı başardığını sorgulayarak pek çok uykusuz gece geçirmiştim. Mare Cognitum da SPECTRAL LORE da geçen sene bu kadar güçlü bir işe imza attıktan sonra durmayıp 2021’de yeni eserler sunacaklarını duyurduklarında Buczarski’nin neler yapabileceğin iyi bildiğim için Solar Paroxysm‘e karşı savunmamı hazır tuttuğumu sanıyordum ama gökyüzünü kaplayan dev bir meteorla ne savunma dinledi Buczarski ne de başka bir şey. Yaklaşık iki haftadır ne zaman kendim için müzik dinleyecek olsam, elim Solar Paroxysm‘e gidiyor.
Bunun iki sebebi var: İlki, tahmin edeceğiniz üzere Solar Paroxysm‘in harika bir albüm. İkincisi ise Buczarski’nin ağırlık merkezini iyiden iyiye melodiye kaydırıp şarkı trafiklerini ve genel atmosferi daha gelenekselci bir kalıpta sunması. Mare Cognitum, atmosferik black metalin kozmik tarafında ve haliyle de sıkça kafa bulandıran yenilikçi beste yapılarıyla atmosferini oluşturmayı tercih eden bir isim olmasına karşın, Solar Paroxysm çok daha direkt ve net bir black metal perspektifi sunuyor. Buzcarski zaten Mare Cognitum kariyerine başladığı 2011’den beri neredeyse her yeni eserinde müziğinde bir şeyleri değiştirip dönüştürmüş bir isim. Ayrıca kendini bir kamu spotuna dönüştürmeden, müziği ikinci plana atmadan da sosyal sorumluluk üstlenip albümünü ölmekte olan bir gezegenin sonunu hızlandırmak için elinden geleni yapan gelişkin primatlara verip veriştiriyor bu albümde ve şu sıralar şeytan övmeli, akraba üzerine işemeli black metalden daha ciddi bir şeyler dinlemek istediğim için Solar Paroxysm‘e ekstra coşuyorum.
Gökleri yırtarak giren açılış parçası Antaresian itibariyle hem melodi hakimiyeti hem de bahsettiğim bu mesaj kaygısı ayyuka çıkarak albümün nerede durduğunu net bir şekilde gösteriyor. Şiirsel bir detaylandırma eşliğinde her şarkıda bir başka kitlesel felaket senaryosunun olasılığını yüzümüze vuran Buzcarski, bir yandan da black metali olmazsa olmaz nefretini, insanlığa karşı duyduğu hayal kırıklığını da açıkça ifade ediyor. Albümün ortasında yer alan ve diğer parçalara nazaran düşük temposu, daha durağan gitarllarıyla diğer bestelerden sıyrılan Terra Requiem, anlatı bakımından albümün zirvesi. Elektrikli araba kullanır ve koltuk altımıza roll-on deodorant sürersek her şey düzelecek gibi papatyacı bir yerden yaklaşmıyor yani konuya ve karamsarlığını, umutsuzluğunu jilet keskinliğinden sözlerle aktarıyor müziğe:
“so great is the debt we have incurred
So too will we wilt and fade into dust
We’ll pay with the ashes of our humanity
And cease to walk upon this earth
And the earth will forget our name!”
Albüm için hayli önemli bir role sahip olsa da beste açısından bakınca farklı yapısı nedeniyle ayrıksı duran enfes Terra Requiem parçası haricinde ise Buzcarski’nin gitar işçiliğinin iyice bütüncül bir şeye dönüştüğünü, adamın olgunluğunun doruğunda olduğunu görmek mümkün. 10 dakikayı aşan parçaların her biri sanki dikişle birbirine tutturulmuş gibi ve bir bütün halinde akıp, albüm kapağındaki kan nehirleri gibi farklı kollardan dağılarak tüm yüzeye nüfuz ediyor. Daha önceki göksel, kozmik işlerinde olduğu gibi insanı uzay boşluğunda sürüklemek yerine bu defa müziğindeik 90’lar melodik black metali etkisini bir kademe daha arttırarak ayaklarını toprağa basan bir black metal tercih etmiş Buczarski. ENSLAVED‘den WINDIR‘e, EMPEROR‘dan ve biraz daha güncele yaklaşmak gerekirse BLUT AUS NORD gibi isimlere kadar pek çok önemli grubu referans olarak kullanabileceğimiz harika bestelerle akıcı ve aslına bakarsanız bu akışkanlığıyla da yine hipnotize edip insanın kafasını bulandırmayı başaran bir albüme imza atmış.
Özellikle kapanış parçası Ataraxia Tunnels‘ta sözlerle de çok uyumlu bir şekilde tırmanan, tekrar eden bir melodinin üzerine oturtmuş müziği ve hiçbir heyecan veya zihin etkisiyle uyarılmayan ruh dinginliği, acıya olduğu kadar kıvanca karşı da ilgisizlik hali olarak açıklayabileceğim ataraksinin buz gibi tünellerinde boş boş dolanırken arkada kendini tekrar eden o enfes melodiyle, yavaş yavaş perdeyi kapatıyor Buczarski. Zaten melankoli ve epik tatlara sahip bir müzik yapıyordu her zaman ama Ataraxia Tunnels bu anlamda şimdiye kadar Mare Cognitum’dan duyduğum en iyi şeylerden biri kesinlikle.
Tabii ne kadar melodik ve 90’lar öykünmeli tercihlerde bulunsa da özünde ilerici, devinimci bir adam Buzcarski ve ister albümün sağına soluna serpiştirdiği hariak gitar soloları olsun (black metalde gitar solosu mu olur diyenlere giderek tırmanan muhteşem Terra Requiem solosunu ve Luminous Accretion‘ı yazıyorum birer doz; sabah-akşam alınsın!), ister albüme acelesi karakterini veren, ancak geleneksel black metal davulculuğundan çok daha dinamik davullar olsun, yine müziğini bu yüzyılda tutmayı başarıyor. Bir önceki albüm Luminiferous Aether, uzayda başıboş halde takılan dağınık bir gaz bulutu gibiydi ve odaksızlığı, yoğunsuzluğu (böyle bir kelime var mı?) beni bir süre sonra baymıştı açıkçası ama Solar Paroxysm bu gaz bulutunun tam merkezinde duran parlak, yoğun ve göz alıcı bir yıldız gibi. Umarım bu yönde devam eder Buzcarski, çünkü Solar Paroxysm, bu sene dinlediğim en güçlü black metal albümlerinden birisi.
87/100
Patreon’da hedef: 27/35
Metalperver’e destek olmak için aşağıdaki düğmeye tıklayıp bir göz atabilirsiniz: