Klasik Bir Cumartesi: Bolt Thrower – Realm of Chaos: Slaves to Darkness
Merhaba.
Dilimize yerleşmiş, kimi zaman stadyumlarda taraftarların hep bir ağızdan haykırdığı, bazen de özel günler ve törenlerde duygu seline neden olacak şekilde, tutkuyla okunan bazı dizeleri sizlerle paylaşmak istiyorum değerli dostlar:
Birmingham’de doğdu,
Dünyaya mal oldu!
Death metalin çocuğu,
Canım Bolt Thrower! Canım Bolt Thrower! OooOooOoo!
Özelikle okullarımızda, minik kardeşlerimizin ağızlarından düşmeyen bir tane de:
Bolt Thrower yoktu,
Düşman çoktu.
Bolt Thrower geldi,
Düşmanı yendi.
Bu güzel müziği,
Bizlere verdi.
Kişisel favorilerim arasında yer alan bir başka örnek:
Dün sabah anneciğim
Öperek, dedi: Uyan.
Bugün senin bayramın,
Kalk bak, süslendi her bir yan.
Baktım her taraf süslü,
Sokaklar dolu insan.
Dedim: Anne, bu kutlamalar neden?
Dedi: Bolt Thrower evladım, işte bu yüzden.
Son olarak da naçizane kendi denememi de paylaşmak isterim sevgili gönül dostlarımla:
Düşman yenildi,
Dönüyor evine tırıs tırıs.
Kutlu olsun kardeşim,
Nihayet geldi Realm of Chaos:
Slaves to Darkness!
İşte böyle kıymetli dostlar; Bolt Thrower sevgisi öyle bir işlemiştir ki içimize, söküp atmak hiç kolay değildir. 1986’da, Birmingham’da fitili ateşlenen bu sevda, dalga dalga tüm dünyaya yayılıp kavurmuştur aleviyle. Savaşta, çarpışmada kanunun olmadığını söyleyen ilk albüm, savaş ile aşkın ne kadar birbirine yakın olduğunu düşününce daha da anlamlanır; bitmeyecek bir savaştır Bolt Thrower aşkı! İşte Eternal War da bunu anlatır:
Hadi yeter bu kadar şamata, normal insan gibi Bolt Thrower konuşmaya devam edelim artık.
Grubun ilk gününden son ana kadar yer alan, bütün albümlerde çalmış ve ekstrem metal tarihinin ilk kadın müzisyenlerinden kabul edilen bas gitarist Jo Bench’i kadrosunda barındırmasıyla yenilikçi ve ilerici tavrını çok takdir ettiğim bir isim Bolt Thrower. Konuya buradan girmek istedim, çünkü neredeyse her gün başka bir zümrenin terörist ilan edildiği veya yok sayıldığı, kabullenilemediği ülkemizde metalin cinsiyetsizliği üzerine bu tip örneklerle karşılaştığımızda bundan bahsetmenin kıymetli olacağı düşüncesindeyim. Yarın bir gün dinlediğiniz bir şey için “bu ılık müziği,” demeden, “mosh-pit’te kadının ne işi var?” diye sormadan veya birtakım başka örümcekli cümleleri ağzınızdan etrafa saçmadan önce hem aklınıza Jo Bench gelsin hem de bu bakış açısna sahip olduğunuzda beğenmediğiniz o insanlarla aranızdaki farkın ne kadar hızlı bir şekilde kapanabildiğini fark edin istiyorum. Böyle de bir anda vitesi değiştirip bambaşka bir yere getiririm yazıyı, ona göre hahaha.
500 – 1000 kopya tükendiğinde başarı addedilen yeraltı metal ortamında daha kimsenin doğru düzgün tanımadığı, bilmediği bir grup olarak 2. albümünde 50.000 kopya satıp müthiş bir başarı elde eden Bolt Thrower’ı bugün bildiğimiz o efsane grup haline getiren albüm aslında Realm of Chaos: Slaves to Darkness. Ekstrem metaline gelişimine katkısı tartışılamaz Earache Records çatısı altına girip (grubun ilk albümünü basan şirket saf bir hardcore şirketi bu arada) aynı şirketle çalışan NAPALM DEATH, MORBID ANGEL ve CARCASS ile beraber Grindcrusher Tour‘a dahil oluyor Bolt Thrower. Grindcrusher Tour da metalde yaşanacak kırılmanın en büyük habercisi olarak tüm zamanların en acayip turlarından biri ve Bolt Thrower bu yedi konserlik turda Eternal War gibi, Through the Eye of Terror ve World Eater gibi savaş çığırtkanı canavar bestelerle adını tüm İngiltere’de duyurmayı başarıyor. Bu nedenle de fitili yakan albüm olarak en önemli Bolt Thrower albümü Realm of Chaos: Slaves to Darkness.
Eğer ilk defa dinleyecekseniz kulağınıza çok tanıdık gelebilir, çünkü biraz daha cilalı, temiz ve hatasız çalınmış olsaydı, bugün old school death metal diye pazarlanan modern albümlerden pek bir farkı, haliyle yeni dinleyiciler için çok da takdir edilecek bir tarafı kalmayabilirdi. Ne var ki Bolt Thrower çoktan dağıldıysa da hala deliler gibi dinlenen, bilinen ve öğrenilen bir grup. Zaten tüm mesele de bu: Bugün yeniden elde edilmek istenen şey, Realm of Chaos: Slaves to Darkness‘ın ta kendisi. Çeşitlilikten bu denli uzak besteler ve hijyenden nasibini almamış çamurlu bir prodüksiyonla yakalanmış o benzersiz ruhu teknolojik cihazlara sokup uyduruk kanvaslar üzerinde dijital boyalarla yeniden üreterek çeyrek fiyatına satıyorlar. Biz de bugünün lokantalarında yediği hiçbir şeyi beğenmeyen ninelerimiz, dedelerimiz gibi “Nerede o eski tereyağları, nerede o eski peynirler, domatesler,” diye hayıflanıp duruyoruz. Neyse ki onlara nazaran daha şanslıyız, çünkü biz bu organik lezzetlere hala ulaşabiliyoruz. Organik domatese mi benzettim ben şu an albümü? Hayırlısı olsun ya.
Bugünlerde yeniden gündeme gelen (Total War: Warhammer III) Warhammer serisinden esinlenmiş kapağı (ki sonraki basımlarda grubun merchandise işleri, yeni baskıdan elde edeceği gelirler, görsellerin kullanım hakları derken karışıyor ortalık kötü kötü), aynı zamanda Games Workshops’ın bastığı kural kitabından birebir alınan albüm adı, savaş çığırtkanlığı seviyesindeki agresif müziğin altını dolduracak konsepti de belirlemelerine yardımcı oluyor. İç organ veya karanlık diyarlardaki korkunç varlıklardan ziyade bütünüyle kitlesel yıkıma ve yaklaşmakta olan çöküşe odaklanılmış durumda, bu da ister istemez askeri tempo ve ritim kullanımını çok arttırarak albümle bağ kurmayı kolaylaştırıyor aslına bakarsanız. Yine de biraz Warhammer evreni okursanız çok daha fazla keyif alırsınız Bolt Thrower’dan ve şiddetle öneririm bunu yapmanızı. Karl’ın vokalinin ne kadar kısa bir süre içinde, mermiler altında askerlerini doğru şekilde komuta etmeye çalışan bir komutana dönüştüğünü görüp şaşırabilirsiniz.
İlk albümdeki grind ve crust unsurlarını da barındırdığı için grubun sonradan yapacağı daha ritmik albümlere nazaran brutallik düzeyi de hayli yukarıda. Albüm boyu bir an olsun ciddiyetini, ölümcüllüğünü kaybetmiyor Bolt Thrower; hiç tutukluk yapmıyor grubun silahları. Tabii bu gücü yaratan en büyük etmenin aslında A Standard seviyesine çekilmiş gitarlar olduğunu söylemeden olmaz. Ağırlıktan yerlerde sürünen betonarme gitarlara ise hücum kayıt seviyesinde metronom kaçıran (güzelliği de o bir yandan) canavar davullar eşlik ederken kariyerinin hiçbir noktasında bir daha bu kadar derine inemeyen performansıyla Karl Willetts, death metal vokalistliğinde standart belirleyen adamlardan biri olacağının sinyalini kulakları sağır edecek bir seviyede gönderiyor dinleyiciye.
Bazı atonal sololarındaki SLAYER etkisi dışında thrash metalin gölgesi altından kolayca sıyrılabilen bu albümün death metal konusunda bir ölçüt haline gelmesi kaçınılmazdı tabii. Ölüleri sayıp yaralıları topluyoruz havasında, sonradan VADER ve benzerlerinde defalarca göreceğimiz, doom atmosferine sahip düşük tempolu anlardan tutun da SUFFOCATION önderliğindeki New York groovy death metal işlerinin çıkış noktası olan basit, net ve ritmik çılgınlıklara kadar Realm of Chaos: Slaves to Darkness‘ın ilham vericiliği tartışılmaz bir noktada. Her death metal manyağının bilmesi, öğrenmesi, hatmetmesi, dinleyip kendinen geçmesi gereken bir klasik bu nedenle de. İçimdeki o adamı tutamıyorum, yine bir dörtlükle kapatacağım galiba:
Death metalin çocuğu gül, sevin!
Yaşa yurdunda kendinden emin!
Albümlerini an, bayram et,
Bolt Thrower senindir, senin!
100/100
Metalperver’i desteklemek isterseniz aşağıdaki düğmeye tıklaıp Patreon’a göz atabilirsiniz:
Bazen ne dinlesem diye düşünüp milyon tane seçenek arasından dinleyecek bir şey bulamazsınız. Sonra ne zorluyorum ki diyerek garanti bir seçime gidersiniz. Bolt Thrower benim için o klasmandaki gruplardan. Her dinleyişimde tekrardan sarıyor, pişman etmiyor.