Asphyx – Necroceros
Merhaba.
Hollandalı Asphyx’in bir tanıtıma ihtiyacı yok ve henüz grubu bilmiyorsanız bu Metalperver’in veya Asphyx’in kabahati değil, o yüzden doğrudan albüme geçiyorum izninizle:
Üç aşağı beş yukarı böyle bir albüm Necroceros; her biri en az bir diğeri kadar cevval bestelerden oluşan bir death/doom albümü. Burada anahtar ve Asphyx’i salt death metal grubu zannedenleri şaşırtabilecek ifade ise death/doom. Çünkü portakallar bir kez daha hem dövüp hem de üzüyorlar.
Aslına bakarsanız Asphyx zaten her zaman için klasik death metal anlayışından biraz daha farklı bir müzik üreten, kendi özgün konumunu belirleyebilmiş gruplardan biri oldu. 80’ler sonunda DEATH, MORBID ANGEL, OBITUARY gibi isimlerle çılgın atan Florida sahnesinde olan biteni dinleyen her dört genç müzisyenden beşi, bu isimlerle benzeşen tınılar ve thrash köklerine bağlı yapılara sahip albümler üretme yarışına girerken (AUTOPSY‘i ayıralım hemen bir kenara) Asphyx daha ilk albümünde bile Hollanda death metalinin daha farklı bir yönde ilerleyeceğinin habercisi gibiydi. Bildiğiniz üzere hardcore punk ile doom metali birleştirdiğinizde ortaya çıkan sludge türüne daha yakın bir doom anlayışını kök death metale yediren Asphyx, gaddar death metal işlerinin yanında yıllar içerisinde pek çok ağır besteye de imza atıp brutal bir yıkım ve hüzün dalgasıyla tsunami etkisi yaratarak hatırı sayılır bir tahribata yol açtı bünyelerde. Diabolical Existence, Last One On Earth, The Rack gibi parçalar hala hafızalarda nitekim… O yüzden aslında Necroceros‘un orta-tempo tercihleri, doom ağırlıklı yapısı ve atmosferi, Asphyx’i iyi bilenler için bir sürpriz olmamalı. Adamları Hammer of Doom gibi, Doom Over London gibi ortamlara boşuna çağırmadılar, diyerek bu parantezi kapatalım ve Necroseros’a dalalım:
Necroceros fikri, sadece gezegenleri yutmak için var olan, evreni anlamsız bir boşluğa çevirerek sonsuz bir rotada dönüp dolaşan bir bilim kurgusal / fantastik yaratık üzerinden şekillenmiş. Albümle aynı ismi taşıyan parça, tamamen bu varlığın gezegeni tüketmesi üzerine örneğin. Haliyle böylesi geniş bir ölçekteki yıkımı tasvir etmek için doom unsurlarından fazlasıyla faydalanmalı ve Asphyx de bazen çok bildiğimiz yerlerden, bazen de insanı çok şaşırtan ilginç tercihlerle, Covid-19 ortamına da uygun bir biçimde, köklemiş doom atmosferini. Grubun 10. albümü olması vesilesiyle de biraz daha ciddiye almışlar sanki bu sefer ve Asphyx’in zaman zaman kendini gösteren şakacı ve nüktedan tavrı, yerini çok daha ağırbaşlı ve ciddi bir duruşa bırakmış.
Pek çokları için esas mesele müzik ama Necroceros‘un söz tarafında da eli hayli güçlü. Alan Turing ve ekibi tarafından kırılmasaydı özellikle İngilizler adına II. Dünya Savaşı’nın çok daha vahim sonuçlar doğurabileceği Alman mesaj şifreleme sistemi Enigma’nın çözülmesiyle savaştaki etkisi fazlasıyla düşen U-bot’lar ve onların müttefiklere yardım taşıyan gemilere yaptıkları korkunç saldırılar üzerinden yola çıkan In Blazing Oceans, demin bahsettiğim gezegenler yutan, akıllara H.P. Lovecraft‘ı getiren Necroceros, büyük bir tarım toplumu yaratacağım derken aldığı birbirinden saçma kararlar sonrasında finali milyonlarca hayvanı (serçe, fare, sinek, yarasa…) katlederek yapan, bu nedenle de ekolojik dengeyi bozup tarım arazilerinin bozulmasına, ona bağlı olarak da yaklaşık 20 milyon vatandaşının açlıktan ölmesine neden olan süper zeki insan Mao Zedong’un tarihe geçen Dört Zararlı Kampanyası üzerinden enfes bir eleştiri sunan, aynı zamanda da albümün ve kimse kusura bakmasın ama şimdiden 2021’e damga vuran, gönüller fetheden Three Years of Famine gibi şarkıları sözlerinden bağımsız değerlendirmek, hamburger isteyip içine köfte koydurmamak gibi bir şey. Yapmayın. Et yemeyen insan bile bir şekilde koyuyor o köfteyi oraya.
Müzikal tarafta ise Asphyx, orta-tempo dışına pek çıkmıyor. Hatta çoğu şarkıda iyice doom tempolarına kadar düşebiliyor. Betonarme rif yazma konusunda yaratıcılık sıkıntısı çektiğini henüz görmediğim gitarist Paul Baayens, daha geçen sene THANATOS ile death metal besteciliğini konuşturmasına rağmen Asphyx’e de yeterince fikir bulmuş ve Necroseros, devamlı değişip dönüşebilen enfes riflerle bezeli, death metal gitarı duymak isteyenleri fazlasıyla tatmin edecek bir albüm; bu konuda da bir eksiğimiz yok. Bir tek Knights Templar Stand‘in fazla standart, fazla heyecansız gittiği notunu düşmek lazım. ENTOMBED vari bir death ‘n’ roll ve BOLT THROWER‘ın askeri havasını almak mümkün ama temelde tekdüze gitarlar ve sabit ritmin akışına fazla bel bağlaması, albümdeki en zayıf ve tek doldurma (filler) parça gibi gösteriyor bu parçayı. The Nameless Elite de benzer bir formülden ilerliyor hatta. Kötü şarkılar olduklarını söylemiyorum ama biraz daha kolay tüketilecek, çıtır çerez işler olduklarını Asphyx elemanları da fark etmiş olacaklar ki single olarak bastılar önden. Zaten bu iki şarkı olmasa ne yapacaktım bilmiyorum; herhalde basacaktım 95’i.
Prodüksiyon tarafında ise ilk defa böylesi üst düzey bir grupla çalışan Sebastian “Seeb” Levermann’in sınıfı geçtiğini söylemek gerek. Gümbürtülü, cızırtılı ve hacim olarak gayet etkileyici ve tok bir miks & mastering sayesinde o doom havası daha da boğucu ve baskılayıcı şekilde insanın üzerine biniyor adeta. The Nameless Elite zaten hem klibindeki tankla hem de beste yapısıyla zaten selamı ayan beyan çakıyor ama Bolt Thrower vari bir ses duvarı inşasında Seeb’in katkısını da gözardı etmemek gerek. 90’ların death ve doom arasında gidip gelen işçiliğini çok iyi uyarlamış 2021’e. Tabii burada uyarlamadan kastım daha temiz, daha pürüzsüz bir işçilik; bu sterillikten şikayetçi olacak, daha çepelli bir prodüksiyon arayacaklar çıkacaktır mutlaka ama 80’ler sonunda yaşamadığımızı da unutmamak lazım artık. Kısacası Seeb’in bu albümden sonra işleri açılır gibi geldi bana; ileride tekrar duyarız adını iyi bir albümde.
Three Years of Famine için ise ne diyeceğimi pek bilemiyorum. METALLICA seven her insanın kısa sürede yakalayacağı üzere enfes bir benzerlik ve Metallica’nın enstrümantal işlerinde olan o epik, dramatik kurgu üzerinden ilerleyen bu parça, sadece albümün değil, 2021’in en ağır toplarından biri olmaya aday benim için. Enfes solosu ve bol tuşeli davulları dışında şarkının ortasında bulunan akustik kısım da çok etkileyiciydi gerçekten. Ayrıca ikinci tekrarda alarm veren solo gitar girmeden hemen önceki (sonra da benzerlerinden bolca mevcut zaten) davul atağı da çok açık bir Metallica selamı olsa gerek. id Software böyle Doom yapmadı be kardeşim; helal olsun sana Asphyx!
Tabii merkezi doom türüne kaydırdığında böyle müthiş bir beste çıkarabilmişken death metal kanadında da şöyle akıl alacak, kamyon çarpmışa çevirecek bir şarkı çıkar mı diye hevesleniyor insan ama Necroceros, bu konuda çok cömert değil. Açılıştaki The Sole Cure is Death gibi selamsız sabahsız dalan, Botox Implosion gibi yine taşı gediğine koyan (bir tek bu parça özelinde, yukarıda bahsettiğim o nüktedan ve mizahi tavrı bulabilirsiniz) güçlü parçalara rağmen death metal açlığını bütünüyle giderip dayağa doyduran bir parça yok albümde. Ben geneldeki müthiş denge ve dikişini belli etmeyen enfes geçişler sayesinde hiç takılmadım bu duruma ama bir eleştirmen olarak değinmem şarttı.
Sadede gelirsek uzun yıllar sonra nihayet iki albümdür sabit bir kadroyu koruyabilen Asphyx, bunun da ekmeğini yiyerek Necroceros ile kendi ortalamasını daha da yukarı çekecek, enfes bir albüme imza atmış. Martin van Drunen‘in kariyerinin en başarılı vokal performanslarından birini gösterdiği albümde sıra ona gelmedi mesela bir türlü; gerisini siz düşünün artık. O yüzden eğer death/doom denilince aklınıza sadece kemanlı, klavyeli, kadife perdelere sarılıp ağlamalı bir şeyler geliyorsa kağıdınızı kaleminizi hazırlayın ve öyle oturun albümün başına; Asphyx resmen ders veriyor, ders!
87/100
Asphyx kalitesine yakışan bir albüm yine. 8/10
Martin van Drunen’in askerleriyiz. 😛