Aseitas – False Peace
Merhaba.
Merhaba.
Konuk yazarlarımızdan ve PATREON destekçilerimizden Duodenum, yeni Aseitas albümü False Peace ile bir kez daha karşımızda. Buyursunlar:
GORGUTS, THE DILLINGER ESCAPE PLAN, JUTE GYTE, MESHUGGAH, PYRRHON. Bu isimler ilginizi çekiyorsa False Peace’i dinleyin.
Yazıyı bu şekilde bitirebilirdim ama üzerine konuşulacak bu kadar malzemenin olduğu bir albüm sık sık karşıma çıkmıyor. Fırsatını bulmuşken yarı bilgili, dolayısıyla yarı-bilgisiz fikirlerimle gevezelik etmek istiyorum.
Aseitas avangart tanımının içini dolduran, lafta değil icraatta yenilikçi bir grup. Deney alanı bellediği müziği False Peace boyunca (yani 11 şarkı, 71 dakika) eğip büküyor. Bu uzun sürenin ne kadar hakkını verdiği tartışılır, ama deneysel müzik sevenler için sevilecek çok şey var False Peace’te. Yavaştan girelim.
Yakın zamanda Metalperver – Discord sunucusunda tonalite üzerine bir konuşma dönmüştü. Sanırım bir şarkıdaki notaları dört kategoriye ayırabiliriz: Konsonant/tonal, konsonant/atonal, disonant/tonal, disonant/atonal. Dinlediğimiz müziğin çoğu 1. kategoriye giriyor. 3. ve 4. kategorilerden notaları da malum grubun öncülük ettiği 3. nesil black metal gruplarında sıkça duyuyoruz. Konsonant/atonal notalar ise metal müzikte pek keşfedilmemiş bir alan olarak duruyor. Klasik müzikte Anton Webern tarafından sıklıkla kullanılan bu garip notaların metaldeki yerini düşününce aklıma gelen ilk gruplar Obscura albümüyle hala sayısız müzisyene ilham olan Gorguts ve beynimizi söküp kıyma makinesinden geçiren Pyrrhon. Aseitas Pyrrhon düzeyinde akıl sökmese de konsonant/atonal notaları sık sık kullanarak “Ne dinliyorum ben şimdi?” hissi yaşatmayı başarıyor. Daha spesifik olmak gerekirse majör 6 ve majör 7 aralıklarının bu kadar baskın kullanılması müziğin uzaylılaşmasını sağlıyor. Ritmik boyutta ise değişen zaman kalıpları üzerinden vertigo hissini yaratıyor Aseitas.
Fularımı ve kemik çerçeveli gözlüğümü bir kenara bırakıp asıl önemli soruya geçeyim: Albüm güzel mi? Aseitas yazının girişinde saydığım grupların hepsinden ilham alıyor ama hiçbirinin gittiği mesafelere gitmiyor. False Peace’de ne Pyrrhon/Gorguts düzeyinde bir atonallik, ne Meshuggah/The Dillinger Escape Plan düzeyinde bir ritim bükücülüğü ne de Jute Gyte düzeyinde bir acayiplik var. Her şeyden biraz biraz. Arada sırada ilham kaynakları arasında belirttikleri GOJIRA’yı akıllara getiren melodiler de kullanıyor; Lyra-8, perdesiz gitar, flüt, piyano gibi değişik enstrümanları da müziğine yediriyor; cazımsı davullar da kullanıyor. Daha da güzeli bunları kullanırken müziğin bütünlüğünü bozmuyor, “aha bu kısmı da Lyra-8’e ayırmışlar” gibi düşünceleri akıllara getirmiyor. Üzerine harika gitar tonu ve Luc Lemay’den ilham almış vokalleri de ekleyerek bütünlüklü bir müzik sunuyor.
6. şarkıya kadarki kısım görece daha lineer bir yapı sunarken Spite/Sermon ile birlikte Aseitas’ın gerçek yüzünü görüyoruz. 10 dakikayı aşan üç şarkıdan ilki Spite/Sermon ve bittiğinde biraz nefes almamız için Crucible arasını koymuş grup. Albüme dair tek şikayetimse bu uzunluğunun hakkını ne kadar ver/eme/diği. Bunun farkında olan grup, aralara biraz soğumamızı sağlayacak ara faslı (interlude) parçaları koymuş. Tek tek her şarkı gayet güzel fakat 71 dakikalık bir albümde özellikle sonlara doğru artan chugging kısımları dikkati dağıtıyor ve tecrübeden kopmaya sebep oluyor. İlk 6 şarkıyı bir oturumda, kalanını diğer bir oturumda dinlediğimde çok daha keyif aldım False Peace’ten. Baştan sona dinlemelerde ise Behemoth’s Dance manyaklığı müziğe dair tüm fikirlerimizin üzerinde dans ederek parçalara ayırdıktan sonra ardından gelen adeta huzurlu Pieces kapanışı her bittiğinde şaşkın ve iyi anlamda yorgun kaldım.
Sadede gelirsek albümden alacağınız keyif tıpkı diğer her albümde olduğu gibi müzikten beklentilerinizle alakalı. Birçok metal dinleyicisinin iki şarkı bitmeden albümü kapatıp müziğin nasıl olması gerektiğiyle ilgili ahkam keseceğinden eminim. Henüz tam olgunlaşmamış olsa da Aseitas duyduğu şeyi yargılamadan anlamaya çalışan dinleyiciler için çok şey vaadediyor ve metal müziğin hiçbir zaman eskimeyeceğini doğruluyor. Grubun geleceğine dair umutlu ve meraklıyım. Umarım uzun süre aramızda olur ve bizi şaşırtmaya devam ederler.
85/100

“Sanırım bir şarkıdaki notaları dört kategoriye ayırabiliriz: Konsonant/tonal, konsonant/atonal, disonant/tonal, disonant/atonal.” Bu konuda 10 saat falan konuşabilirim ama elimden gelince kısaltmaya çalışacağım. Aslında notaları değil aralıkları ayırıyoruz çünkü müzik olması için en az 2 nota gerekiyor [Bir his(veya hissizlik) veya ilerleme olması için]. Bu aralıkları da 2 farklı özellik ile değerlendirebiliyoruz: Uyumluluk/Uyumsuzluk(Consonance/Dissonace) ve Yumuşaklık/Keskinlik(Soft/Sharp).
Bir diğer mesele atonal ile disonans(uyumsuzluk) kavramlarının farklı ve bağımsız(biraz bağımlı) olması
“Konsonant/tonal, konsonant/atonal, disonant/tonal, disonant/atonal.” bu kısım üstteki bilgiyle birleşince daha anlam kazanıyor. Atonal müzik genelde kaotik ve uyumsuzdur ancak hala bir tona bağlı kalmayıp gayet de uyumlu müzikler yapabilirsiniz. Tam tersi şekilde tonal müzikle de disonans ve kaotik bir atmosfer yaratmak -Her ne kadar kısıtlılık olsa da- mümkün.
O kadar kritik yazmışsın bir de gruba değineyim en azından hahah. Dysjsjasdasd ve Gorguts gitaristi Kevin Hufnagel bir şarkıda eşlik ediyordu o şekilde keşfettim grubu. İlk dinlediğimde aklımda beliren şey direk şu oldu: Deneysel.
Gerçekten ilginç bir anlayışları var -yine yazıda bahsedildiği gibi- müziği deney alanı olarak kullanmaları ve bunu kötü müziğin bahanesi olarak kullanmamaları süper bir şey diyorum ve bu sonsuza uzayan yorumu bitiriyorum.
Eline sağlık güzel bir katkı olmuş. Discord’daki konuşmamızın üzerine biraz düşündüm bütün bu kavramları nasıl nicel bir şekilde ifade edebileceğimizle ilgili ve şöyle birkaç yöntem geldi aklıma:
Önce müziğin baskın tonunu (kök notasını) belirliyoruz. Ardından bu kök notaya göreli mesafeler üzerinden müziğin yazıldığı gamı belirliyoruz. Tabii bir şarkıda farklı kök notalar olabilir, gam değişebilir.
Gamı belirlemek için kullanılan objektif bir metod var mı bilmiyorum ama ben olsam istatistikteki lineer regresyon metodunu adapte ederdim. X şarkısının gamı öyle bir gamdır ki diğer gamlara kıyasla içinde minimum atonal (gamın dışında) nota bulunur. Atonal notalar lineer regresyon metodundaki residuallara (artık?) karşılık geliyor. Böylece elimizdeki modelle açıklayamadığımız bilgi minimum oluyor. Hatta bu metotla farklı müzik parçalarındaki kök notaları da bulabiliriz. Tek tek her notanın bütün gamlarını müziği modellemek için kullanırız ve en az rezidüye sahip model kazanır, ardından diyebiliriz ki X şarkısı F# anahtarında ve minör gamdadır. Hatta bir adım daha ileri gideyim: şarkının içindeki anahtar değişimlerini nasıl anlayabiliriz? Sliding window denen bir metotla. Keyfi belirlenmiş bir pencere uzunluğu seçeriz, sallıyorum 15 olsun. Önce 1. nota ve ardından gelen 14 notaya bahsettiğim yöntemi uygularız, ardından 2. nota ve ardından gelen 14 notaya, böyle böyle şarkının sonuna kadar gideriz. Bu şekilde içindeki farklı anahtarlar bulunabilir. Hatta ve hatta biraz daha ileri gidelim: bir şarkının ne kadar atonal olduğunu rezidü notaların sayısını toplam notaların sayısına bölerek hesaplayabiliriz. Bu şekilde bir atonalite endeksi belirleyip farklı müzik türlerini bile inceleyebiliriz. Eğlenceli aktiviteler.
Tonalite/Atonaliteyi böyle oturttum ben kafamda. Disonans ise bir arada çalınan notaların sinyalin fazını ne kadar değiştirdiği (phase shifting). Keyifli bir mühendislik problemi. Bu şekilde her 2’li, 3’lü ve bilimum bir arada notalı kombinasyonun disonans değeri nicel bir değer olarak ifade edilebilir.
Notaları değil aralıkları ayırdığımız tespitin çok doğru. Difference-based coding ve predictive coding kavramlarını şimdiye kadar incelemediysen eğer çok hoşuna gideceğini düşünüyorum. Orijinal olarak beyin aktivitesini açıklamak için geliştirilmiş bu konseptler muhtemelen müzik beyin tarafından üretildiği ve algılandığı için müziği de açıklamada çok güçlü. Zaten temelde beyin aktivitesi de müziğin kendisi de birer sinyal ve bu sinyali farklı şekillerde inceleyebiliriz. Müzik fark-temelli, yani notaları tek tek değil de birbiriyle ilişkisi içinde anlaşılırken beyin de tek başına uyaranları değil sürekli uyaranların birbiriyle ilişkisini algılıyor. Beynin sonraki aktivitesini öncekilerine kıyasla tahmin edebiliyoruz (yani t anındaki beyin aktivitesi t+n anındaki aktivitenin alabileceği değerleri kısıtlıyor), müzikte ise t anına kadarki notalar t+n anındaki notaların alabileceği değerleri (eğer Webern değilseniz) kısıtlıyor. IV-V akor ilerlemesinden sonra (genelde) I akoru geliyor. Çok kaba bir şekilde bu şekilde ifade edebilirim ama analojiler bunlarla sınırlı değil. Beyin sürekli kendi müziğini üretiyor ve bu müziğin atonal/disonant olması psikopatolojilere sebep oluyor.
Dan Lloyd adlı bir filozof/bilim insanı üç farklı modalitede (beyin, dil ve müzik) difference based codingi incelemiş ve çok ilginç sonuçlara ulaşmış. Lloyd’a göre beyin aktivitesi ve müzik ağırlıklı olarak fark-bazlı (çok girdi ==> bir temsil) kodlanırken dil ağırlıklı olarak lokal kodlanıyor (bir girdi ==> bir temsil). İddiasına göre düşüncenin bir dili (language of thought) yok, bir müziği var (music of thought). Okumak isteyen olursa diye makaleyi buraya bırakıyorum: https://www.researchgate.net/publication/51232856_Mind_as_Music
Fark-bazlı kodlamanın beyin ve müzik arasındaki ortak payda olabileceği düşüncesi üşenmeyip bu uzun yorumu yazmamdan da anlaşılabileceği üzere çok heyecan veriyor bana. Madalyonun öbür tarafında “fark” kavramını ontolojik düzleme taşıyıp varlığı bununla açıklamaya çalışan filozoflar da var ki oraya da girersem hiç çıkamam işin içinden.