Orbit Culture – Nija
Uzun bir süredir sinirliyim. Ne zaman geçeceğini bilmediğim gibi ne zaman başladığından da emin değilim üstelik. Maslow’un işaret ettiği temel ihtiyaçları karşılamayı başardığınız (ki buralarda en büyük mesele hala bu) veya bir şekilde kişisel sorunlarınızın ötesini düşünmeye, gözlemlemeye başladığınızda sinirlenmemeniz mümkün değil zaten. Bildiğim şey ise içimde birikmeye devam eden yoğun bir öfkeyi bastırarak yaşamak zorunda oluşum her zaman. Ölçek önemli değil; ağzından çıkanı kulağı asla duymayan arkadaşlarımın bomboş lafları, torunları tutturdu diye aldığı kedi hastalanınca gözüne masraf gibi gelen, bıraktığı veterinerden geri almayan dayaklık bir kadın, sosyal medyada kendi havasını atmak için devamlı benim içeriğimi kullanan ve buna rağmen Metalperver yokmuş gibi davranan hayalet okurlarım, sadece insanlar takip etmeye devam ettiği için etki gücünü sürdüren bir figürün çağdaşlık ve meta eleştiri kisvesi altında ahlak polisliği yaparak ana akım medyadan kaçıp kuytu bir köşede kendine yer bulmaya çalışmış bir eseri yayından kaldırtması, bir distopya romanında okuyunca inandırıcılığını sorgulatabilecek (“deli mi ya o kadar insan, biri çıkıp bir şey der yani gerçekte olsa,”), fakat maalesef iliğine kadar gerçek kimi uygulamalar, satın aldığım her şeyden en az bir tane de hayali, zorba ağabeyime alıyor olmam, temsil aracından tecrit muhafızına dönen büyük patronlar ve yanlış ne varsa hepsine birden…
Şimdilik öfke; belki yarın öbür gün işler biraz daha sarpa sardığında korkuya dönüşmesi de hayli olası tabii. Olmaz olsun böyle iş diye çıkıp bir bira alayım desem önce cüzdanıma, sonra saate, sonra güne, hepsinde tuttursam dahi son saniye golü yemeyeyim, yeni bir emir var mı diye sosyal medyaya bakmalı. Hangi dükkanda neyin ne zaman satılacağına ben karar verecek değilim ya! Ha tabii, tüm bu esnada da sevdiğim bir sürü insan, yahut onların sevdikleri bir sürü insan, çarklar durmasın diye bitirilemeyen bir salgının pençesinde, yaşamları için mücadele ediyorlar. Neyse ki maske dediğin sadece bir buçuk milyon dolar! İyisi mi açıp yeni bir albüm daha dinleyeyim…
Merhaba.
Kafa dağıtma amacıyla yazılarıma gelen ekip kaçtı gitti zaten bu girişin ardından ama bu ara doluyum biraz. Biz bize kaldığımıza göre devam hadi.
Şöyle biraz içe dönüp yeni Orbit Culture albümü Nija‘dan neden bu kadar keyif aldığımı düşünürken bir çırpıda yazdığım bu birkaç cümle, son dönemde ruh halimi ve motivasyonsuzluğumun en kaba özeti herhalde. Neyse ki metal diye bir şey var ve en çaresiz, en keyifsiz anınızda bile doğru bir metal albümü ilaç gibi gelebiliyor gerçekten. Birkaç insanın toplanıp büyük gürültüler kopararak ortalığı ayağa kaldırması, insanın içinde de bir kıpırdanma sağlıyor. Bu açıdan uzun zamandır gündemimde olan Nija için doğru zaman nihayet gelmiş; yeni bir motivasyonsuzluk dalgası çarpmadan hemen incelemeye geçelim:
2013’te kurulduğundan beri yeraltı piyasada adından söz ettiren İsveçli Orbit Culture, üçüncü albümü Nija ile yavaş yavaş etki alanını genişletmeye başladı diyebiliriz kabaca. Grubu ilk defa duyanlar için IN FLAMES‘in (adı batsın) Clayman ve sonraki bir-iki albümüyle iyice ayyuka çıkan, melodik olduğu kadar da ritmik İsveç death metali kalıplarını sürdüren, groove ağırlıklı ve agresif bir metal yapıyor Orbit Culture; baştan sona agresif, sık sık 2/4 davul ritimleriyle ve hızlı, kesik çifrkrosoğlu davullarıyla marş yapısına bürünen, zaman zaman death metal tarafı öne çıkan, hayli keskin bestelerden mütevellit, paldır küldür bir müzik bu kısacası.
Melodik death metalin bu tarafında bütünlüklü bir iş çıkarmak kolay değil ve Nija da ilk birkaç dinlemede çok kopuk, sanki her biri ayrı bir single gibi tınlayan şarkılardan oluşuyor hissi verebilir. Buna karşın müzikal, tematik ve yapısal olarak her şarkıda aynı aslında Orbit Culture ve şarkılar arasında bir bağlantı kurmak zor olsa da her birinin verdiği his üç aşağı beş yukarı aynı sayılır. Ne peki bu his? Bir ayının ağzının içinde oturduğunuzu ve o ayının an ciğerlerindeki tüm nefesi boşaltarak bağırdığını düşünün mesela. Ne bileyim, ırkçılığa açtığı savaşta onu hayal kırıklığına uğratan Muhammad Ali’nin tüm benliğiyle savurduğu yumruklarla cezalandırılan Ernie Terrell‘i düşünün. Öyle bir his işte.
Ayrıca grubun öyle bir vokalisti var ki bir süre sonra albüm bütünlüğüyle ilgili düşünceler ortadan kalkıyor (ki zaten açıp baştan sona albüm dinlemediğinizi de biliyorum) ve Niklas Karlsson hangi ruh haline doğru çekerse ona sürüklenir bir halde, hangi şarkı ne ara başlıyor, ne ara bitiyor kaybediyorsunuz kontrolü. Muazzam bir gırtlak, oktav oktav ses, tüyleri diken diken eden bir yorum gücünden bahsedemeyiz tabii. Çatır çatır metal söylüyor Niklas günün sonunda ama bunu öyle bir yapıyor ki hakimiyetini kabullenmemek imkansız hale geliyor. Temiz vokali de brutali de, araya eklediği kirli, tükürüklü vokalleri de enfes doğrusu ve Orbit Culture’ı taşıyor net şekilde. Ayrıca besteleri birbirine tutturan en önemli unsur da vokaller.
Temiz vokalin nadiren de olsa melankoli taşıdığı anlar ise Nija‘nın zirvesi. Eğer baştan sona aynı agresifliği sürdürse bir süre sonra çok yorucu ve yıpratıcı olabilirdi ama Niklas’ın temiz-brutal konusundaki dengeli yaklaşımı ve kısacık anlardaki melankolik yorumu Nija‘yı daha uzun süre dinlenbilir kılıyor. Agresif açıdan Nensha gibi parçalar topuyla tüfeğiyle üzerinize üzerinize geliyor ve tüm albüm böyle devam etse can dayanmazdı. Böyle söyleyince suratı ekşiyecekerler vardır mutlaka ama Niklas’ın tam dozajında eklediği nu-metal duygusallığı, Nija‘yı ruhsuz bir iş olmaktan kurtarıyor. GOJIRA ilhamlı gitar numaraları (söz açısından da etkilenmiş olacaklar ki farkındalığı yüksek, ciddi ve önemli laflar ediliyor hemen hemen her şarkıda) ve albümün bel kemiği seviyesinde, kondüsyon şovu davullar da işin içine girince Orbit Culture 2020’den geriye kalacaklar arasında sağlam bir yer ediniyor kendine.
Bu türde çok fazla albüm dinlediğimi söyleyemem ama Nija, kesinlikle senenin en iyilerinden. Open Eye‘ın wah pedal işleri dışında birkaç ufak solo daha yerleştirilse çok daha akılda kalıcı bir hal alabilirmiş yalnız. Tamamen devinim odaklı kalınması, tekil olarak parçaların akılda kalıcılığını düşürüyor biraz. Sırf epik synth eklemeleri sayesinde Rebirth‘ün ne kadar kolayca diğerlerinden sıyrıldığını fark edince hak vereceksiniz eminim. Eh, zaten her şey doğru olsa bile neden her şey doğru ulan burada, demek ki bir şeyler yanlış demek benim işim biraz da, haha. Melodik death/groove metal seviyorsanız kaçırmayın.
gelmiş geçmiş en iyi metal albümü