Véhémence – Par le Sang Versé
Merhaba.
2020 Sohbeti yazısını hazırlarken elbette hem bakıp biraz ilham almak (motive olmak kolay değil bazen) hem de geçen seneyi kabaca tekrar hatırlamak için 2019’un En İyi 20 Albümü yazıma göz gezdirdiğim esnada hatırladım Véhémence’u. Fransız üçlünün black metal ile Orta Çağ müziğini birleştirmek gibi pek özgün olmasa da tazeliğini koruyan bir bakışla kullanmayı başardığı iyi bir fikri var ve dinleyip ilgi duymama rağmen yeterince vakit ayıramadığım, inceleyemediğim için cidden üzüldüğüm bir albümdü Par le Sang Versé. Aradan bir koca yıl geçti, fırsat buldukça geri dönülüp dinlendi ve nihayet Véhémence’a hak ettiği saygıyı göstermenin zamanı geldi.
Orta Çağ denilince insanların aklına parlak zırhlar, görkemli şatolar, zaferin sarhoş edici coşkusu ve el değmemiş doğal güzellikler geliyor çoğunlukla. Popüler kültür çoğunlukla böyle göstermeye çalışıyor o dönemi ve haliyle insanların algıları bozuluyor. Halbuki biraz kurcalayınca, tarihçilere sorduğunuzda veya en basiti tuvalet kağıdı denilen zımbırtının hayatlarımıza daha anca 85 sene önce girdiğini bile düşündüğünüzde, Orta Çağ’ın o kadar da masalsı olmayabileceği fikri belirmeye başlıyor insanın zihninde.
Bulduğunuz herhangi bir tasa ya da direkt yola, kaldırıma sıçtığınız, uyumak için kullandığınız dandik şiltenizi hastalık yayan farelerle ve kim bilir ne menem böceklerle paylaştığınız, çevrenizdeki her şeyin kelimenin gerçek anlamıyla bok koktuğu, karınızı doğsun diye çocuğunuza, çocuğunuzu da vebaya, su çiçeğine veya her halttan kurtulup güzel bir kıza (ya da erkeğe; fark etmiyor pek) dönüştüyse derebeyine kaptırdığınız, çok yetersiz beslendiğiniz, her beladan kurtulsanız bile bir gece ansızın “Taş üzerinde taş, omuz üzerinde baş bırakmıyoruz beyler; taktik maktik yok bam bam bam!” düsturuyla yola çıkmış haydutlar, akıncı birlikler veya beyinizin açgözlü akrabasının askerleri tarafından öldürülebileceğiniz, hakkın hukukun pek olmadığı kaotik ve her anlamda karanlık bir ortam Orta Çağ. Say say bitmez. Soyluysanız bile çok bir şey fark etmiyor üstelik. Tüm bunlar yetmezmiş gibi bir de ejderhalara, geceleri dolaşan habis varlıklara ve kötü tabiatlı tanrısal varlıklara inanıp kuşlar bu sabah sağdan sola değil de soldan sağa uçtular diye, efendinizin öldüğü toprağın üzerinde bir alıç çiçek açtı diye hayata bakışınızı değiştiriyorsunuz mesela. Zıttı taraftaysanız da iyi bir Hristiyan olmazsanız başınıza geleceklerin korkusuyla (daha ne gelecekse) bulduğunuz ilk haç sembolüne sarılıp dualar ediyorsunuz her fırsatta…
Bir balkon çocuğu olarak büyümedim, yirmi yıldır da SİNCAN gibi sadece güçlünün ayakta kaldığı bir coğrafyanın sınırında yaşıyorum ama doğrusu tüm bunlar bana pek cazip gelmiyor ya, haha. Peki niye anlattım uzun uzun? Çünkü Véhémence müziğindeki Orta Çağ bu Orta Çağ değil. Söz konusu Orta Çağ olunca bir black metal grubundan daha çok karanlık ve mistik taraflara odaklanmasını beklersiniz ama Par le Sang Versé‘yde konumuz kılıcının ucunda düşmanlarını dize getiren, düşmanın elinden sevdiği kadını kurtarmak için dünyanın sonuna kadar at sürebilecek, ejderhaların karşısına dizleri bile titremeden çıkabilecek asil şovalyeler ve tüm diğer zırvalar…
…Ve çok güzel her şey.
OBSEQUIAE ismini bilenler bu tür black metale aşinalar zaten ama Obsequiae kadar yumuşak ve pastoral değil Véhémence. Elbette çeşit çeşit folk enstrümanını yedirmişler müziğe ve hatta akustik besteleri de mevcut. Ancak ağırlık hala melodik black metalde ve o tarafta da çok başarılılar. Zaten tüm bu -biraz da bayık- romantik Orta Çağ vurgusuna rağmen albüme bu kadar bağlanabilmemi sağlayan da grubun black metal tarafında gayet sert ve çiğ kalmayı başarması. Keskin geçişler yerine çok daha homojen, bestelerin bütününe yayılmış bir Orta Çağ havası hakim olduğu için zeytinyağı ve su gibi birbirinin içine geçmeden, alakasız alakasız takılmıyor Par le Sang Versé”i bir araya getiren unsurlar.
Az sonra olacakların habercisi tangırtılar ve demir ökçelerin toprağı döven seslerini andıran kısa girişinden sonra aradaki mesafeyi kapatıp nidalar eşliğinde birbirine saldıran iki düşman ordusunun çarpışma anı gibi patlayan enfes açılış parçası bir yana, Par le Sang Versé‘in zirve anı La Sorcière du Bois Lunerive bile grubun ne kadar keskin bir black metal yapabildiğini gösteriyor fazlasıyla. Manik çığlıklar ile derin böğürtüler arasında iyi bir denge tutturan vokalist Hyvermor’un performansını ne dolu dolu zil oyunlarıyla davul, ne de melodik olacağım derken şiddetinden, saldırganlığından yitiren müthiş gitarlar gölgeleyebiliyor zaten. Enfes La Derniére Chevauchée‘ın temiz ve hafif kirli vokal kısımlarını da not edelim bu noktada. Ayrıca melankolik melodileriyle albümün daha derin kısmını oluşturan La dernière chevauchée‘nin (Son Yolculuk) çırpınan, yıkık haykırışları ve kabullenen temiz vokalleri de enfes. Tek mesele vokalin genel olarak beni hiç çekmeyen meselelerden bahsediyor olması ki hem şarkı sözü Fransızca hem de büyük çoğunluk metalde söze pek odaklanmadığı için kişisel bir eleştiri olarak kalacak muhtemelen.
Akılda kalıcı bulmakta hiç sıkıntı çekmiyor Véhémence. Neredeyse At the Heart of Winter kadar, kendi teması içinde tabii, akılda kalıcı ve melodik olmayı başarmışlar. Davul ve vokal çılgın atsa da önüne geçmiyor gitar melodilerinin ve bu da bir artık kesinlikle. Hem yukarıda bahsettiklerimde hem de Passage dans les douves gibi (tümü akustik ve kılıç çarpışma sesleriyle atmosferik geçişi saymıyorum bile) gibi bestelerde kullanılan flüt, trompet ve bilimum metal dışı enstrüman da sosu bağlayan nişasta gibi grubun black metalini Orta Çağ temasıyla bütünleştiriyor.
Şeytani veya tekinsiz tınlamaya çalışmamış Véhémence ve yüksek tempolu melodik black metal ile Orta Çağ’ı hem müzikal hem de tematik bir noktada birleştirmeye çalışmış. Bunu da şu ana kadar gördüğüm, duyduğum en iyi şekilde başaran birkaç işten birine imza atmış. Biraz geç oldu belki ama eminim Par le Sang Versé‘ye gerektiği kadar önem vermeyenler vardır. Vesile olsun; kendinizi mahrum bırakmayın bu enfes albümden.
Geri bildirim: Véhémence – Ordalies – Metalperver