Dark Tranquillity – Moment
Merhaba.
Takvimler 1999 yılını gösterdiğinde İsveç melodik death metali, çoktan Avrupa’yı ve dünyayı kasıp kavurmuş, büyük bir fenomene dönüşmüş durumdaydı. IN FLAMES, AT THE GATES ve DARK TRANQUILLITY (DT) üçlüsünün Göteborg şehrinden yaydığı sonik dalgalar, özellikle de The Gallery, The Jester Race ve Slaughter of the Soul gibi albümlerle dünyaya kalıcı hasar vermiş, sonraki yıllarda bu grupların ve onları takip eden diğer İsveçlilerin (ARCH ENEMY, SOILWORK, AMON AMARTH ve niceleri) artçılarıyla da iyice izini bırakmıştı.
Dark Tranquillity 1999 senesinde Projector‘ı çıkarmış, müziğe temiz vokali, piyanoyu ve dramatik ögeleri sokup deyim yerindeyse davayı satar gibi olmuştu. Bariz DEPECHE MODE (bu grubun metale etkisi gerçekten inanılmaz) öykünmeleri, popüler müziğe uygun bir prodüksiyon ve düzenlemeler ile DT ellerinde tırpan ve meşalelerle yürüyüşe geçmeye hazır kalabalıkların dikkatini çekmeyi başarmıştı. Ben ise tüyü bitmemiş bir ergen olarak tüm bunlardan habersizce, Projector ile keşfettiğim bu mükemmel grubun her notasını, her melodisini ezberlemeye çalışıyordum. 1999 nere, 2020 nere ya…
Sonraki dönemde At the Gates dağılıp birleşti, Arch Enemy garip bir şeye dönüştü, Soilwork metalcore oldu ve In Fla… Neyse, hepimiz biliyoruz onlara ne olduğunu. Ne var ki Dark Tranquillity Göteborg tınılarından hiç kopmadı… Neredeyse hiç: Klavyeci ve aynı zamanda son on beş yıldır grubun prodüktörü Martin Brandstörm’ün gruba katıldığı yıl çıkan (Martin’in getirdiği dört parça var ve albüm de onlara göre şekillendirilmiş), en elektronik DT albümü Haven, grubun en çok eleştirilen eseri omuştu. Yine de grubun en dramatik değişimini yaşadığı 2000 yılında bile genlerinde melodik death metal hücreleri ışıl ışıl parlıyordu. Minimal değişiklikler, heyecanı diri tutan eklemeler haricinde Dark Tranquillity, son yirmi-yirmi beş yılın en güvenilir, en istikrarlı melodik death metal grubu olarak saygınlığını korudu kısacası.
Buna rağmen grubun 2010’larda düşüşe geçtiği, en azından önceki iki on yıldaki görkeminin gölgesinde kaldığı su götürmez bir gerçek. We are the Void‘i çok içselleştirmiş ve sevmiş biri olarak hem onu hem de sonraki Construct‘ı geriye doğru atılmış adımlar olarak gören binlerce hayranın ve yazarın arasında ben de varım elbette. Ayrıca Atoma‘yı hala bir silkelenip kendine gelme olarak görüyor ve DT için 2010’ların zirvesi şeklinde değerlendiriyorum ama o da bir önceki on yıl içerisinde çıkmış herhangi bir DT albümü ile kapışamaz kolay kolay. Kısacası çok itiraf etmek istemesek de işler o kadar da güllük gülistanlık değil Moment‘a gelirken.
Tabii bir de yaprak dökümünden bahsetmek gerek: Ben daha rastalarını kestirişini kabullenememişken Martin Henriksson’un gruptan ayrılışı, 2008-2020 arasında bas gitarda üç defa eleman değişikliği ve son olarak da grubun kurucu gitaristlerinden, beste yazımında ve görsel tasarımdaki baş aktör Niklas Sundin’in ayrılışıyla Mikael, Anders ve Martin üçlüsünün eline kaldı Dark Tranquillity. Kısacası grupta söz sözleyebilecek bir gitarist ve gitar bestecisi kalmadı. Gitar demişken…
Kariyerinin 12. stüdyo albümünde Dark Tranquillity, bir kez daha gitar odağından çıkıp klavye ağırlıklı bir albümle karşımızda. Moment öncesi Niklas Sundin’in ayrılığı ve hemen akabinde iki yeni gitaristin (ki birisi ARCH ENEMY eski gitaristi ve ünlü Amott kardeşlerden Christopher Amott) katılımıyla albümünü duyurunca acaba? demiştim ama albümün yıldızı açık ara Martin Brandstörm. Hem prodüksiyon hem de klavye kullanımı açısından Moment‘ın karakterini tek başına belirlemiş adeta. Son yıllarda Martin’in yumuşak, köşesiz ve sterilize prodüksiyon tercihlerini eleştirenlerin sayısı çok fazla ve bu albümün de metal metal tınlamamasının en büyük nedeni yine Martin’in bu tercihleri.
Melodik death metal etiketinin melodik kısmına %90, death metal kısmına ise %10 civarında ağırlık veren Moment, bu özelliği ve yumuşacık prodüksiyonuyla DT diskografisinin Haven ile birlikte en rahat dinlenebilir albümü. Tüm zamanların en anlaşılır brutal vokallerinden Mikael Stanne yine gerekli anlarda kükrüyor elbette ama onun vokalinin de mezar hırsızı death metal vokali olmadığı aşikar. Haliyle Dark Tranquillity’den şöyle ortalığı ateşe verecek bam-güm bir metal albümü bekleyenler için büyük hayal kırıklığı Moment.
Madalyonun diğer tarafında ise sıkça gündeme getirdiğim DT istikrarı 2020’de de kendini gösteriyor yine. Üç buçuk ila beş dakika arasında sürelere sahip parçaların tümünde benzer kalitede işçilikler bulmak mümkün. Progresiflik aranacak albümler değil DT albümleri ve o nedenle de güçlü, tutan bir ritim formülü benimseyip her parçada benzer yollardan hedefe ulaşma çabalarını yadırgamayı anlamsız buluyorum. Sıkı taramalar, melankolik ve bir parça da mistik bir atmosfer yaratan enfes klavye düzenlemeleri ve işi renklendirmek için her defasında ceplerinden başka bir numara çıkarabilen ikinci gitar eşliğinde, her parçanın dörtlük ve köprü kısımları, Isildur’un canına mal olan Anduin’in suları gibi gürül gürül akıyor. Nakarat tarafında ise sazı Mikael alıyor ve neredeyse fısıldıyormuş gibi yaptığı brutal vokaliyle veya temiz vokaliyle (Atoma‘da olduğu gibi yine sıkça başvurmuş o bas tonlu temiz vokaline) alıp götürüyor şarkıları. Amott ise sololarıyla çeşitlendirip zenginleştiriyor parçaları. Formül sabit olsa da mutfağında tadı değiştirebilecek pek çok baharat ve sos var ve onlarla Moment‘ı tekdüzelikten kurtarıyor Dark Tranquillity.
Yine de elindeki bütün silahlara rağmen bazı şarkılardaki baskın kabak tadı, hiçbir eklemeyle geri plana itilemiyor maalesef ve doldurma ya da filler hissiyatı açığa çıkıyor ister istemez. Böylesi bir müzik için 50 dakika zaten biraz iddialı bence ve Moment da zaman zaman aynı yemeğin üçüncü tabağı gibi hissettiriyor. Yemek güzel evet de üç tabak da yemez kimse kolay kolay. Özellikle Martin’in A Drawn Out Exit, Remains in the Unknown ve Eyes of the World‘ünü daha 4-5. dinlemeden sonra bile atlayasım geliyorsa (ki Amott soloları nefis aslında), bir-iki ay sonra herhalde dönüp yüzlerine bakmam örneğin. Ya bu arada Atoma‘nın açılış parçası Encircled ile A Drawn Out Exit‘in girişi aynı? Bizi mi yiyorsun Martin?
Neyse, beste demişken Anders, Martin ve ANDROMEDA‘dan tanıdığımız yeni gitarist Johan üçlüsünün elinden çıkan bestelerde hangi müzisyenin dokunuşunun fazla olduğu anlaşılıyor hemen. Özellikle Anders’in besteleri çok daha ritmik ve albümün tempo kazandığı anları oluştururken Martin daha atmosferik ve melankolik takılıyor. Johan ise küçük dokunuşlarla ilk dörtlünün parlamasında önemli rol oynamış ve yoğun progresif metal geçmişini göstermekten çekinmiyor. Yine de katman katman klavye-gitar sıkışıklığındansa onun çalacağı sıkı bir rifi duymayı daha çok isterdim ben. Mikael’in dörtlükleri arasındaki cıncırılar bir noktadan sonra batıyor kulağıma ister istemez. Yazdığı enfes sözlere (her zamanki gibi) de mutlaka göz atın bu arada.
Martin – Niklas ikilisinin ayrılmasıyla Dark Tranquillity epey bir şey kaybetmiş görünüyor açıkçası. Metal tarafından bakacaksak (ki ya nereden bakacaktık başka?) bestecilik anlamında Moment‘ın geçmişe kıyasla daha heyecansız, daha ilhamsız bir albüm olduğu anlaşılıyor ilk dinlemelerde ve dinledikçe de bu durum değişmiyor pek. Hele ki Niklas Sundin gibi birini de kaybettikten sonra Dark Tranquillity’nin çok daha cesur davranmasını beklerdim ben. Son iki-üç albümdeki o karanlık atmosfer yerini biraz daha uçucu bir melankoliye bırakıyor ve klavye ağırlığıyla çok daha melodikleşmiş, temiz vokal ve orta-düşük tempo eksenine geçişle 2000’lere dönmüş gibiler. Yani bir değişim söz konusu, evet ama bu cesur bir değişim mi? Heyecan uyandıran bir değişim mi? Pek değil.
Anders, Mikael ve Martin üçlüsü ya yeni gitaristlerine daha fazla alan açmalı ya da beste yazımında bakış açılarını değiştirmeli gibi hissediyorum. Biz eski hayranlar bu şekilde de bağrımıza basarız belki ama Moment gibi albümlerle grubun geleceğinin çok parlak olabileceğini düşünmüyorum artık. Moment iyi bir albüm ama tıpkı Construct gibi, tıpkı We Are the Void gibi kısa sürede unutulacak ve Dark Tranquillity diskografisindeki ışıl ışıl albümlerin arasında kaybolacak gibi hissediyorum. İlk dört parça, muhteşem kapanış In Truth Divided ve biraz da Standstill… Neyse, umuyorum önümüzdeki on yılda çok daha güçlü, tutkulu, heyecanlı albümler dinleriz; hala bu müziği en yüksek seviyede yapacak durumda çünkü Dark Tranquillity, orası kesin.
71/100
Metalperver’de olan bitenden memnunsanız aşağıdaki düğmeye tıklayıp Patreon’a göz atabilir, destek olabilirsiniz:
Phantom Days ilk yayınlandığında albüm için çok heyecanlanmıştım ancak diğer şarkılarda bu kaliteyi koruyamamışlar. Nerdeyse her şarkıda solo var ve biraz zorlama olmuş çoğu sıkıcı bunların. Mikael’ın clean vokalleri harika ama bu albüme pek gittiğini düşünmüyorum yer yer pop vari bir şeye çok fazla kayıyor tam ısınamadım. Atoma’da ki cleanleri tercih ederim. Tüm bunlara rağmen içinde güzel şarkılar da barındırıyor işte tam bu yüzden DT her zaman hayranların gönlünü bir şekilde kazanmayı başarıyor.
Albümdeki favori şarkılarım Phantom Days, Identical to None, Transient, Failstate.
İlk üçlü (hatta Projector dönemini sevenler için The Dark Unbroken ile beraber dörtlü), grubun bu albümdeki yaklaşımının en lezzetli meyveleri bence de.
2 tane canavar gibi bonus şarkı varmış 😀 albümüde ki çoğu şarkıdan daha iyi ikisi de hahaha albüm puanını 5-10 puan arasında yükseltebilir bence 😀
Evet, Time in Relativitiy ve Silence as a Force. İlki yine full klavye gidiyor, diğeriniyse ben de sevdim epey.
Albüm içinde yer almadıkları için puana bir etkileri olmamalı. Tatlı çok iyiydi diye ana yemeğin puanı nasıl değişsin, değil mi? 😀
Sen de haklısın tabii 😀
Fiction’dan sonra çıkan en dengeli dt albümü. Atoma kadar sevilmeyecek olsa da ondan da iyi olduğunu düşünüyorum.
Denge, bütünlük vb. noktalarda bu yoruma katılıyorum kesinlikle. Özellikle Atoma’ya kıyasla monoton buluyorum ama fazlasıyla.
Atoma çok gereksiz derecede elektronik bi albüm olarak kaldı ben de. Moment’ta klavye çok daha yerinde kullanılarak şarkılara yön vermek için kullanılmış. Baya eski albümleri andıran riffler varken modern dt soundu içindeyiz. Grubun artık başka albümleri yokmuş gibi havena öykünmesinden vazgeçmesi lazım. Bu ilk adım olabilir.
Moment’a kıyasla daha sert prodüksiyonuyla saklıyor o hallerini belki de, olabilir. Bir de en azından Atoma’da birkaç tane yüksek tempolu, hakikaten İsveç melodik death metali diyebileceğimiz rifler önderliğinde ilerleyen şarkılar vardı gene (When the World Screams geldi aklıma mesela). Neyse, beste yükü Anders – Martin ikilisinden biraz daha gitaristlere doğru kayarsa bir sonraki albümde daha heyecanlı bir şeyler dinleyebiliriz diye umuyorum ben de açıkçası. Fakat böyle giderse konfor alanına sıkışmış, turlamak için albüm yapan, her şarkısı üç aşağı beş yukarı birbirinin aynı bir gruba dönüşecekler iyice. Üzülüyorum.
Gene dinler miyim? Dinlerim ya. IN FLAMES DEĞİLLER NETİCEDE hshahahsa.
Kritik çok güzel olmuş, elinize sağlık. Ama bize de konuşacak bir iki nokta bıraksaydın keşke. 😀
Grubun We Are The Void ve sonrasında gelen albümlerle değişen gidişatını sevmeyen biri olarak bu albümü de sevemedim haliyle. Tahmin edilemez bir durum değildi aslında ama gittikçe yımışayan (evet yımışak) bir müzikalite eksenini bu albümle kırarlar ve geçmişte olduğu gibi yeniden sertlikleriyle kafamıza kafamıza vururlar diye bekledim bir yandan. Albüm kapağı öyle bir beklentiye girme diye bağırıyordu aslında, neyse.
Kesinlikle kötü bir albüm değil ama DT standardında vasat bir albüm diyebilirim. İlk üç şarkı ve sonrasında bir iki şarkı daha yaşam emaresi gösteriyor o kadar. Seveni çıkacaktır elbet ama beklediğimi alamadım şahsen. Bundan sonra daha kaç DT albümü dinleriz orası da bilinmez. Dönüp dolaşıp (eskimeyen)eskileri döndüreceğiz yine.
Geri bildirim: PozKes #10 – Metalperver
Albümü özeyleyecek olsam: Yapılabilecek en kaliteli düz (ama dümdüz) melodic death metal derim herhalde.
Şahsen ben çok beğendim, ama yapılan eleştirilerin çoğunda da doğruluk payı olduğunu düşünüyorum. Kendi notum 4/5.