Enslaved – Utgard
Merhaba.
Enslaved‘in yıllar içinde geçirdiği değişime tanıklık etmek, bu işin içerisinde bulunmaktan keyif almamı sağlayan şeylerden biriydi. Kariyerine Norveç black metalini şekillendiren topluluğun bir parçası olarak başladı Enslaved. Vikingligr veldi, Eld, Frost gibi albümler İskandinav black metalini 90’ların ikinci yarısında ileri taşıyan önemli yapıtlardı örneğin. Milenyum ile beraber daha progresif ve rafine sulara yelken açtıklarında Below the Lights, Isa ve Ruun gibi, bence İskandinav usulü Viking soslu black metal ile bugünün Enslaved vizyonunun en dengeli birleştiği albümlerden bazılarına imza atıp zamanının ötesinde işler çıkardılar. 2010’lar itibariyle ise tamamen kendilerine has bir tını yakalayıp hem açık fikirli black metal severleri hem de aslında o kadar da sert şeyler sevmeyen, yoğunluğu düşük metallerden hoşlananları cezbetmeyi başararak daha entel, hatta metalin üzerinde bir konuma yerleştiler piyasada.
Birden fazla değişim geçirip tümünde alnının akıyla çıkmayı başarmak, 30 yıla yaklaşan bir kariyere onun yarısı kadar albüm sığdırıp hiçbirinde yerden yere vurulmamak büyük bir başarıydı. Fakat bu onlara yetmedi ve son iki-üç albümde (benim için kırılmanın yaşandığı albüm, çok beğenmeme rağmen, RIITIR‘dı) bir kez daha direksiyonu kırıp yeni bir yola saptı grup. Black metal, viking metal; adına ne derseniz deyin ama o ekstrem metal kökleri zaten giderek zayıflıyordu ve birçoğunu kesip atmaya karar verdi Enslaved. In Times‘ı da bağrıma bastım bir noktaya kadar; evlattır, ayırt etmek olmaz dedim ama E çıkınca, aynı LEPROUS gibi, aynı GOJIRA gibi artık Enslaved de benim tanıdığım, bildiğim ve sevdiğim grup olmaktan çıktığı için beklentilerimi sıfırlamaya karar verdim. O yüzden de Utgard, 2020’nin en önemli, en beklenen albümlerinden biri olmasına rağmen biraz da iş icabı dinledim. Tabii benim grupla ilişkim, Utgard değerlendirmesinde bir noktaya kadar önemli ve her zamanki gibi mümkün olduğunca uzaktan bakıp değerlendirmeye çalışacağım 2020 model Enslaved’i.
Kurucu ikili Ivar ve Grutle, özellikle son yıllarda ilham kaynakları arasında krautrock türünün, TANGERINE DREAM gibi grupların yer aldığından sık sık söz eder hale gelmişti zaten ve Urjotun ile bu ilhamın yeni albüme ne kadar etki ettiğine de önceden tanık olma fırsatı bulmuştuk. Utgard, metalin herhangi bir türünden ziyade rock tabanlı türlere daha yakın duruyor gerçekten de. Zaman zaman elemanların içlerinden minik birer titan çıkıp tanrılara kafa tutacakmış gibi iddialı çıkışlar yaparak Enslaved’in bir zamanlar sert bir grup olduğunu hatırlatsalar da artık bu yaşlı titanların derdi sanki tanrılarla dövüşmekten ziyade gökyüzüne bakıp “vay anasını lan yıldızlar filan ne biçim,” diye muhabbet etmekmiş gibi hissettiriyor. Utgard‘ın değer aralığı ise bu muhabbete ne kadar dahil olmak istediğinize bağlı biraz da.
Uzun süredir masabaşında grupla çalışan, artık davul kitinin başında da yer alan yeni davulcu (hey gidi Cato) Iver Sandøy dışında kadro aynı. Bunun dışında müzikal olarak da E‘nin bıraktığı yerden devam ediyor Utgard. Açılıştaki Fires in the Dark, Flight of Thought and Memory (şarkının başındaki gitarlar BURZUM – Belus albümünden fırlamış gibi) ve diğer parçaların orasına burasına savrulmuş birkaç kısa andan ibaret metal muhteviyatı, çoğunluğu oluşturan progresif soslu, kozmik sevdalı uçucu bölümler nedeniyle ağırlığını yitiriyor. Downbeat davullar ile coşulan anlar ya önündeki veya arkasındaki hülyalı kısımlar nedeniyle değersizleşiyor, ya da prodüksiyon tarafındaki yumuşak, köşesiz tercihler sayesinde zaten baştan pek bir anlam ifade edemiyor, kıpırdatamıyorlar insanın içini. E çok matah bir şeymiş gibi onun da sulandırılmışını, onun da light versiyonunu yapmış Enslaved bize sağ olsun. Ha sıçam.
Tabii Enslaved hakim olduğunuz bir topluluk değilse, aranızda bir bağ yoksa ve son yıllarda İskandinav tarafındaki modern progresif metal/rock türündeki işleri seviyor, örneğin düzenli olarak IHSAHN övmeden duramıyorsanız Utgard hızla yükseltebilir puanlarını. “Enslaved yapmamış olsa aslında iyi albüm ha,” gibi bir yerden girip sonsuz olasılıklar evreninde yürüyüşe çıkarmayacağım sizi ama özellikle her elemanından gelen katkıyla dallanıp budaklanan katman katman vokaller, grubun keskin geçişlerle bambaşka türlerde partisyonları arka arkaya sıralamakta hiçbir çekincesi bulunmaması ve PINK FLOYD vari enstrümantal meziyetlerle ayaklarımızı rahatlıkla kesebilen karakteri, Utgard‘ı değerli kılan etmenler. Zirvesine ikinci parça Jettegryta ile ulaştığını düşündüğüm (bu yüzden de albüm boyu beklentiye sokuyor insanı) Grutle’ın bas gitarı da, en azından kendi adıma, Utgard‘ı bir-iki tur daha fazla dinlememi sağladı.
Ayrıca ilginçtir, barındırdığı tüm kopukluklara rağmen Utgard, Enslaved’in bestecilik açısından en profesyonel işlerinden biri. Şarkı başına çalma süresi anlamında grubun en kısa albümlerinden biri olmasının yanında hiçbir parçada o atmosferik, progresif, kozmik, deneysel bölümler insanı asla hadi kardeşim noktasına getirmiyor. Özellikle Discord’da, okuyucularla dinlerken fark ettim bu durumu: Tam birileri çıkıp yakınacak gibi olduğunda yeni yollara sapıyor şarkılar. Üstelik tek tek karşılaştırında dokuz parçanın tamamında farklı bir odak olduğunu göreceksiniz. Bu da, her ne kadar tekil anlamda parçaların etkileyicikleri hayli sorgulanabilir olmaya devam etse de, bütüne olumlu yansıyor. Şöyle karşıma alıp konuşabilsem şikayet edeceğim ama tam kızacakken tası tarağı toplayıp kaçıyor sanki Enslaved oradan. Tabii bu işin şakası; tavuk dider gibi besteleri kurcalamaya başladığınızda arkalarındaki zekayı, müzisyenliği görmek, müziği yalnızca dinleyici olarak tüketen biri için bile çok zor değil. Enslaved, yılların birikimini cömertçe dökmüş bestelerinin üzerine.
Zorlaya zorlaya sinekten yağ çıkardığımın farkındayım, o yüzden uzatmayacağım. Çünkü aslında Utgard, ne kadar dinlersem dinleyeyim, ne kadar elemanların zengin (gerçekten zengin) müzikal becerilerini takdir etmeye çalışıp Enslaved’in süregelen gelişiminden ve progresif bakışından yola çıkarak bir sonraki mantıklı adımın Utgard olmasının isabetliliğini kendime kabul ettirmeye çalışırsam çalışayım, zayıf bir albüm ama bu büyük oranda benim Enslaved ile olan ilişkimle alakalı. Deneysel olmak uğruna deneysel, progresif olmak uğruna progresif olmak da çok onayladığım bir motivasyon olamadı hiçbir zaman ve günün sonunda Utgard bize ne anlatıyor diye kendime sorduğumda net bir cevap bulamıyorum ben. Ne hissettiriyor dediğimde ise yüzyıllar önce zengin hristiyan topraklarını yağmaya gidip kalkan duvarlarında omuz omuza dövüştüğüm, beraber yediğim, beraber içtiğim Viking kardeşim sanki hristiyanlarla pazarlık yapıp Sakson olmuş, tüm kardeşlerini satmış da artık adını haykırdığımda sanki beni hiç tanımıyormuş gibi boş boş suratıma bakıyormuş gibi hissediyorum. Evet, tam olarak böyle hissediyorum. O yüzden de hak ettiğinin altında gibi gelebilir size bu puan ama neyse ki burası, benim çöplüğüm.
65/100
Metalperver’e destek olmak için aşağıdaki düğmeye tıklayıp Patreon sayfamıza gidebilir, o işlerin nasıl şeyolduğuna bakabilirsiniz:
Göte göt diyen bir kritik. Gereksiz heyecanlanıldı bu albüme karşı. Pek bir şey hissettiremeyen bir 45 dakikadan fazlası olmadı benim için.