Kritik

Paradise Lost – Obsidian

Merhaba.

Tanıtıma ihtiyacı olan bir grup değil aslında Paradise Lost ama geçen hafta Discord etkinliğimizde gördüm ki hayatında Paradise Lost’u hiç dinlememiş hiç duymamış insanlar var, o yüzden kabaca bahsetmek lazım galiba.

Müziğin en büyük kalelerinden Birleşik Krallık’ta, 1988 yılında kurulan Paradise Lost, Anathema ve My Dying Bride ile birlikte death/doom türünü şekillendiren, ekstrem metal adına mihenk taşı önemindeki özel isimlerden biri. Fakat diğer iki grubun aksine Paradise Lost aynı zamanda tarihin ilk gotik metal gruplarından biri olarak da kabul ediliyor. 30 yılı aşan kariyerlerinde 16 stüdyo albümüne sahipler ve işin ilginç yanı bu 16 albümden yalnızca 1-2 tanesinin tartışmalı olup diğerlerinin metal toplumu içerisinde her zaman el üstünde tutulmuş olması. Evet, yeni albüm Obsidian da dahil.

İki türe can vermiş, 32 yıldır saygınlığından bir şey kaybetmeden yoluna devam bir grubun yeni albümünün nasıl olmasını bekliyorsanız, öyle bir albüm aslında Obisidian. Grubun farklı dönemlerinden tatlar barındıran parçalar, dinledikçe yeni katmanlar keşfedebileceğiniz, ustasından sofranıza gibi bir sloganla pazarlanabilecek türden profesyonellik, ustalık ve özgüveni hissettiren türden. Bir önceki Medusa‘nın aksine sadece death/doom türüne odaklanmış, ağır tempolu ve boğucu bir iş de değil üstelik; özellikle gotik metal severler için hoş sürprizleri var.

Bunların ilki Ghosts, diyerek dalalım hemen. SENTENCED, MOONSPELL, TYPE O NEGATIVE gibi gotik metalin daha maskülen temsilcilerini seviyorsanız Ghosts ile kendinizden geçeceğinize eminim. Gotik, doom ve alt tonlarında pop dokunuşları barındıran Ghosts, öyle yakıp yıkan ağır bir şarkı değil belki ve hatta kimileri için metal bile olmayabilir ama Paradise Lost bu tür giriş seviyesi şarkılarla dinleyiciyi yakalama konusunda uzman gerçekten ve albümdeki ilk favorilerimden biri Ghosts kesinlikle. Benzer yapılara sahip ve albümün gotik metal tarafını besleyen ikinci Obsidian hoşluğu ise Forsaken ve eminim o da gotik metal seven herkesi cezbedecektir ilk dinlemeden. Nick Holmes’un hep son heceye basan vurguları, basit vokal melodileri ve Gregor’un kolayca hafızaya kazınan melodileri, bu türde Paradise Lost’u çok özel kılıyor zaten senelerdir.

Medusa‘nın bıraktığı o ağır, yoğun ve içine girmesi zor death/doom taraflarında ise Fall From Grace, Ravenghast gibi şarkılar bir anda havayı değiştiriyor… Bu noktada dinamizmini övmekle birlikte bütünlük konusunda biraz eleştiriye açık olduğunu düşünüyorum Obsidian‘ın. Bütün parçalar ana hatlarıyla benzer bir ruha sahip olsa ve tematik sözlerle desteklense de şöyle tam manasıyla iki yönde de etkileyici (gotik ve doom diyelim bunlara kabaca) olamıyor bence. Yine de iki taraftan da birer parmak bal çalıyor ağızlara ve kimileri için bu da yeterli olabilir gayet.

Fakat özellikle albümün 2. yarısında daha yoğun bir şekilde hissedilen, son Katatonia albümünde de şikayetçi olduğum bir nereye gidiyoruz? sorunu, Obsidian‘da da var bence. Ya grupların yaşlanmalarıyla, ya şarkı sıralamalarıyla ya da müziğe aktardıkları duyguların samimiyetiyle ilgili bu durum. Ending Days, Hope Dies Young, Hear the Night gibi şarkılarda bildiğimiz, sevdiğimiz bütün Paradise Lost unsurları orada olmalarına rağmen donuk, hissiz ve amaçsız geliyor bana fazlasıyla. Paradise Lost müziğine çok yakıştığını düşündüğüm keman bile, Gregor’un melodik solosu bile bir anlam katamıyor bazen. Özellikle bu tür daha duygusal türlerdeki filler işler, başka türlerideki ortalama parçalara göre çok daha batıyor galiba insanın kulağına. Serenity nefes aldırır gibi olsa da bütün şarkıların aynı (geleneksel verse-nakarat-solo üçlüsü) yapıda olması da yardımcı olmuyor pek.

Son paragraf kişisel yorumum tabii ve şu an metal toplumu nezdinde Obsidian‘ laf söylemek galiba kanun hükmünde kararname ile yasaklanmış durumda, o yüzden doğru söyleyeni kovmasınlar diye temkinli yaklaşıyorum ama durum böyle kabaca. Obsidian, özellikle müziğe odaklanıp parçalarda olan bitenleri kurcaladıkça değerleniyor ama ben Paradise Lost’u bu şekilde dinlemek istediğimden çok emin değilim. Aynı şekilde grubun 30 senedir yaptığı yüzlerce şarkı içinde Fall From Grace gibi, Hope Dies Young gibi, Defiler gibi o kadar çok şarkı var ki galiba her ne kadar bu parçalar tekil olarak zayıf olmasalar da aklımı alamıyorlar. Bu, grubu veya türü çok tüketmekle ilgili de olabilir, o yüzden çok üzerinde durmayacağım. Serenity ise albümdeki ender yeniliklerden bu anlamda, not edelim.

Nick Holmes’un vokalleri, albümdeki genel dinamizm ile birlikte Obsidian‘ın en büyük gücü. En kötü BLOODBATH vokali ünvanını korusa da Holmes müthiş bir death/doom ve gotik vokali ve bu albümde de tüm cephaneliğini seriyor önümüze. Diğer elemanlar da (kadro koruma konusunda da alkışlıyoruz Paradise Lost’u bu arada) her zamanki gibi zaten ama Nick Holmes taşıyor Obsidian‘ı, net. Fakat artık 30 senedir bu müziği yapıp hala Ghosts ve The Devil Embraced‘deki gibi etrafından dolaşan sözler yazmak yerine biraz daha derin, biraz daha güçlü ve özgüvenli biçimde haykırsa şu düşmanlıklarını, çok daha etkili olacak belki de.

Sanırım düşüncelerim üç aşağı beş yukarı bu kadar. Obsidian iyi bir albüm, fakat şu an Paradise Lost etrafında oluşan heyecan dalgasına kapılmamı sağlayacak kadara etkili olduğunu düşünmüyorum pek. Fall From Grace, The Devil Embraced, Ghosts ve Ravenghast, albümü üst seviyelere taşıyor gerçekten ama 2015’ten akıllarda kalan Beneath Broken Earth, tek başına Obsidian‘daki her şarkıya tek atar bana sorarsanız… Yine de 2020’de death/doom ile gotik metali Obsidian‘dan da iyi harmanlamayı becerebilmiş bir albüm dinlemediğimi belirtmem lazım. Puanının bir kısmını da buradan topluyor zaten. Yoksa 80 puanlık bir albüm değil Obsidian.

80/100


Metalperver’e destek olmak için aşağıdaki düğmeye tıklayıp Patreon sayfamıza göz atabilirsiniz.

Become a patron at Patreon!

Korhan Tok

Üniversiteden sonra metali bırakmadım.

2 thoughts on “Paradise Lost – Obsidian

  • Özgür Oral

    On üç yıllık bir PL fanı olarak bu albümü orta karar buldum doğrusu. Her PL albümü gibi içinde yine aşırı iyi şarkılar da var, filler’lar da var… Yine de bu yılın iyileri arasında gösterilmeyi hak etmiyor değil ama Obsidian’ın önüne yazacağım 6-7 tane PL albümü vardır net bir şekilde. Albümü bu derece ortalama bulmama rağmen metal çevrelerinde epey övülmesi de bir fan olarak hoşuma gitmedi desem yalan olur şimdi ama. 🙂

    Grubun geleceği hakkında da birkaç şey söylemek lazım. PL bir albüm yapacağı zaman, hali hazırda son çıkan albümlerinden bir parça seçip, yeni albümü o şarkıyı baz alarak inşa etmeye başlar. Mesela Medusa’yı yazmaya başlamadan önce The Plague Within’de yer alan Beneath Broken Earth’ü baz almışlardı. Ben grubun 2-3 sene sonra çıkacak albümünde ve hatta 2020’li yıllarda daha çok gothic metal/rock sularına yelken açacağını ve Ghosts minvalinde şarkıları daha fazla duyacağımızı tahmin ediyorum. Ghosts bu anlamda bir “dönüm noktası” olabilir. On senelik köklere dönüş/sertleşme muhabbeti ve nihayetinde doom-death temelli şarkı yazımının grubun son 5 senesine damga vurması gibi, önümüzdeki birkaç albüm de daha yumuşak tarzlara sahip olacaktır. Mackintosh usta, aynı tarzı birkaç yıldan fazla sürdürmek istemeyen bir müzisyen olduğu için bu kadar iddialıyım aslında, göreceğiz.

    Yanıtla
  • Geri bildirim: Draconian – Under a Godless Veil – Metalperver

Bir Yorum Bırakın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.