Klasik Bir Cumartesi: Darkthrone – A Blaze in the Northern Sky
Merhaba.
Haziran ayında yayımlanan ve her zamanki gibi hayranlarını bölmeyi başaran Old Star sonrasında bir süredir yine Darkthrone konuşasım vardı açıkçası. Klasik Bir Cumartesi için ne yazacağımı düşünürken Fenriz ve Nocturno Culto ikilisini bu köşede en son 2017 yılında ağırladığımızı da fark edince bıçak kemiğe dayandı; tarihin en etkili, en yenilikçi, en çirkin, en köp-pek black metal albümlerinden birine dalıyoruz hazırsanız. Tabii herkes Darkthrone’u Fenriz-Nocturno Culto olarak belledi ama aslında o yıllarda grup dört kişiden oluşuyordu: Ortalama black metal albümlerinin aksine çok net hissedilen bas gitardan sorumlu Dag Nielsen ve hem ilk üç Darkthrone albümünde (Goatlord ile dört) çalıp hem de albüm kapağında yer alıp durduk yere tarihe geçen Zephyrous rumuzlu Ivan Enger’in ritim gitarının da hakkını teslim etmekle birlikte, bu trivia bilginin çok da üzerinde durmadan devam edelim biz. Tam da 26 Şubat 2020’de, yani A Blaze in the Northern Sky‘ın 28. yıldönümünde yazıyorum bu arada. Ben de böyle şeylerle mutlu olan bir insanım, ne yaparsın.
Bir death metal albümü olan Soulside Journey ile kariyerine başlayan Darkthrone’un ilk black metal eseri A Blaze in the Northern Sky, 1992 yılında yayımlanıp Darkthrone’u black metal sahnesinin en önemli gruplarından birine dönüştürdü. Grubun HELLHAMMER, CELTIC FROST ve BATHORY gibi isimlerden esinlendiği müziğiyle olabilecek en leş kaydı almaya çalışan (ki aslında ince elenip sık dokunulmuş bir kayıttır ve onlar gibi olmaya çalışıp sadece lo-fi kasanları bozguna uğratır her defasında) Fenriz-Nocturno Culto ikilisi, jilet gitar tonları ve zengin müziğiyle gelmiş geçmiş en serseri black metal albümlerinden birine (aslında birkaç tanesine de, bugün içlerinden bir tanesini konuşuyoruz) imza attı.
Dönemdaşlarının aksine Darkthrone, bir yandan yükselmekte olan black metal akımı içinde kendine bir yer ararken bir yandan da dinleyenin aklında yer edebilecek, o kadar da düşmancıl tınlamayan bir şeyler yapmaya çalışıyordu ve onları farklı kılan da bu zaten. Black metalde bugün bile kendine güçlükle yer bulabilen gitar soloları, devamlı değişip dönüşen tempo ve ritim ile sağlanan groove ve grubun o dönem aklınıza gelebilecek black metal gruplarının büyük bölümünden daha iyi müzisyenlerden kurulu olması, A Blaze in the Northern Sky‘ı çok daha farklı bir pozisyona getiriyor. Ças ças bir albüm bekliyorsanız yanılıyorsunuz.
10 dakikalık Kathaarian Life Code ile açılan albüm, Darkthrone’un Bathory’den ne kadar etkilendiğinin en net ispatı herhalde. Tabii henüz toy müzisyenler olarak denge kurma, trafiği düzenleme, beste yazımı gibi konularda tepe noktasında değiller henüz ve bazıları için bu uzun açılış, albümden direkt soğutan bir unsur ama açıkçası ben hem bu parçayı hem de genel olarak albümü Darkthrone’un etrafında olan bitenin farkında bir halde kendi bildiği yolda yürüme çabası olarak görüyorum ve bu kesinlikle takdire şayan bir hareket. Norveçliler, plak şirketleri daha rahat satabilecekleri işler istediklerinde onların suratlarına leş gibi gibi albümler fırlatma konusunda uzman sayılırlar zaten ve Darkthrone da Peaceville’e bu albümü verip direksiyonu bırakmayacağını çok iyi gösteriyor.
Death metal ve 2. Dalga Black Metal rifleriyle yoğrulmuş şarkıların hiçbiri birbirine benzemiyor. In the Shadow of the Horns ise punk kökleri ve rock ritimleriyle Darkthrone’un geleceği hakkında ipuçları veriyor. Bu arada Nocturno Culto’nun çığlıkları muazzam olsa da albümün yıldızı Fenriz’in, sanki hemen yanıbaşındaymışsınız gibi tınlayan, albümün lokomotifi görevindeki davulları. Standart black metal davulları istiyorsanız aradığınız Fenriz değil tabii ama müthiş bir performans ve bugün bile etkileniyorum onun albümdeki bu etkin rolünden. Kayıtta öne alınmış olmasını da atlamayalım. Arkada cazırdayan gitarlar bir yana, vokal ve davulun, yani Fenriz ile Nocturno Culto’nun albümü bu.
Gitarlarında bir tutam speed metal olduğuna inandığım Paragon Belial sonrasında ise Darkthrone’un black metalin ilk dalgasına vedasını görüyoruz. Son üçlü, grubun yaptığı en iyi parçalardan bazılarını barındırıyor ve herhangi birini diğerini ayıramadan çok seviyorum… Zaten sizi bilmiyorum ama “bilmem neyin ortasında”, “bazı şeylerin yaşandığı yerde”, “karanlık bir şeylerin bir şeyi”, “bir yerdeki bir şey” gibi isme sahip albümlerde veya parçalarda özel bir hikmet, bir nur var. Şöyle bir düşünün, doğru olduğunu göreceksiniz. Bir çırpıda aklınıza gelenleri yorumlara yazın hatta… Darkthrone’un ilk black metal başyapıtını da böyle piç etmeseydim iyiydi sanki ama aradan 28 yıl geçmiş ya; ne diyeyim ürpertici gitarlar, çok soğuk atmosfer, bu ne vahşilik kardeşim, üf şeytanı içimde hissettim mi diyeyim? Bu ana kadar iyi bile korudum ciddiyetimi bence.
Bestelerdeki çeşitliliği, ilk dalga esintileri taşıması nedeniyle black metal olarak görülmediği bile oldu aslında ama sonradan anlaşılacağı üzere black metal icra değil niyettir ve A Blaze in the Northern Sky, bu anlamda black metalin sözlük anlamı kadar net, ikonik bir eser. Albüm kapağı ayrı, Nocturno Culto’nun gırtlak söken vokali ayrı, içerdiği tonla referans ayrı (In the Shadow of the Horns‘un başında Nocturno’nun Tom G. Warrior taklidi çok iyi değil mi?), Fenriz’in tahmin edilemez davullarıyla insanı diken üstüne tutması ayrı… Uzar gider böyle kısacası. Devir değişiyor olabilir, müzik evriliyor ve black metali bugün keşfedenler bambaşka bir müzikle karşılaşıyorlar ama bazı kökler o kadar derinde ki onları koparmak, toprağın ruhundan ayırmak imkansız. Darkthrone da böyle bir isim ve eğer black metal sevdiğinizi iddia edip Unholy Trinity hakkında bir fikriniz yoksa, bu albümleri dinlemiyor, detaylarını fark edemiyorsanız burada bir şeyler çok yanlış demektir… Kim bilir ne zaman ama bir gün mutlaka yazılacak olan Under a Funeral Moon yazısında görüşmek üzere.
Daha fazla cowbell!!