Cattle Decapitation – Death Atlas
Merhaba.
Tabiat olarak adaptasyona açık bir tür olmamız bazen içinde bulunduğumuz durumun gerçeklerini görmemizi engelleyebiliyor. Varlığımıza yüklediğimiz büyük büyük anlamlar ve türümüze atfettiğimiz önem, gerçeklik algısını çarpıtıp hallederiz kral, gibi bir bakış açısıyla yaklaşmamıza neden olabiliyor her konuya. O nedenle kişisel olarak da kitlesel açıdan da bokun içine battığımız durumlarda bunu göremeyecek, koklayamayacak, hissedemeyecek kadar salaklaşabiliyoruz çoğu zaman. Birilerinin dışarıdan bakıp sen boku yemişsin, kendine gel! diye bağırması gerekiyor suratımıza. Dilediğimiz şekilde örneklendirebiliriz bunu: Zehirli bir ilişkinin içinden çıkabilmek için en yakın dostumuza, içimizdeki hayvanı zincir altında tutmak için ahlaki kodlara veya yasalara ihtiyaç duyuyoruz.
Tabii konu insan türünün çevreye verdiği, geleceğimizi tehdit edecek boyutlara ulaşan zararı olduğunda Cattle Decapitation kadar yüksek perdeden bağırıp yanlışı gösteren, su alacağınızda dur bu sefer cam şişe alayım, dedirtebilen (anca o kadar, haha) çok az isim vardır herhalde metal dünyasında. Fakat onları son on-yirmi yılın değerli metal oluşumlarından biri yapan şey yalnızca önemli mevzulara dikkat çekmeleri değil; mesajı aktarabilmek için daha dinleyici dostu olmaya çalışmakla uğraşmadan, ekstremlik sınırlarını zorlayarak yapmayı başarmış olmaları. Monolith of Inhumanity de The Anthropocene Extinction da birbirinden sert, hızlı ve ortalama metal dinleyicisi için bile zor albümler ama grup bir şekilde dengeyi tutturup herkese ulaşmayı başarıyor. Düşünsenize, Manufactured Extinct gibi, sadece ismiyle bile insanın yüzünü ekşiten Forced Gender Reassignment gibi şarkıları bugün Spotify’da iki milyonun üzerinde dinlenebiliyor. Bu biraz inanılmaz bir şey.
Grindcore ile başlayan kariyerinde giderek teknik/progresif death metale kayan ve günümüzde baskın bileşenin ne olduğunu tespit etmekte zorlanılabilecek, kabaca ekstrem metal şeklinde nitelendirmenin daha doğru olacağına inandığım Cattle Decapitation müziği, yılın en çok beklenen albümlerinden biri olan Death Atlas ile doğal devinimi içerisinde gelişmeye devam ediyor. Onları durduracak hiçbir şey yok gibi zaten.
Travis Ryan, 2000’ler sonrasının etkili ekstrem vokalistlerinden biri olma yolunun sonuna çoktan gelmişti ve Death Atlas itibariyle tüm zamanların en manyak ekstrem metal vokalistlerinden birine dönüşmüş durumda. Altından kalkamadığı hiçbir teknik yok neredeyse ve onsuz bir Cattle Decapitation, Jordan’sız Bulls gibi bir şey gerçekten. Grubun arka planda her daim hissedilebilir olan melankolik tarafı, Travis Ryan sayesinde daha da ön plana çıkıyor ve her üç şarkıda bir ortaya çıkan atmosferik geçiş parçalarıyla anlatıdaki görkemin boyutları iyice genişleyerek Death Atlas‘ı epik bir esere dönüştürüyor. Her şarkının öne çıkan nakarat kısımlarında Travis Ryan’ın yarı temiz, goblin vokaliyle yaptığı kıyamet tellallığı sayesinde Cattle Decapitation artık daha da melodik, daha da melankolik ve daha da büyük bir müzik yapıyor.
Tabii müziği esas satan prodüksiyon biraz da ve Dave Otero’nun modern güçlü prodüksiyonu, zaman zaman hız bariyerlerini aşan müzikte her şeyin pırıl pırıl duyulmasını sağlıyor. CRYPTOPSY ve NEURAXIS gibi azmanlıklarda yer alan Olivier Pinard’ın özgür bas gitarını ve Dave McGraw’un uçan davullarını tek tek duyabilmek, ayrıştırıp özümsemeyi kolaylaştırıyor dinleyici açısından.
Aslına bakarsanız Death Atlas‘ın iyi olmasını sağlayan şeylerin birçoğu, aynı zamanda onun grubun son iki albümünden geri kalmasına da neden oluyor ve grubun yansıtmayı çok iyi başardığı o (insanoğluna dair) umutsuzluğa rağmen her şarkının belirli kalıpları takip edip benzer yerlere çıkması, maalesef tekdüze bir hale getiriyor albümü. Evet, belki çok alıştık Cattle Decapitation’ın her maçta gol atmasına ve suç bizde belki ama Cattle Decapitation’ın da bir konfor alanı bulduğu, maalesef net bir gerçek.
Bu düşünceye yol açan en büyük etken Travis Ryan’ın vokali. Kusursuz bir vokalist Travis ve mutlak bir hakimiyetle inanılmaz bir performans sergiliyor her zamanki gibi. Fakat neredeyse her şarkıda sırtını Travis’e yaslıyor grup ve Cattle Decapitation’ın kaotik, yıpratıcı yönü fazlasıyla törpüleniyor bu yüzden. Başka birinin yapamayacağı, imza bir hareket belki ama yine de bariz fazla kullanılmış. Her şarkı dönüp dolaşıp Travis’in o kendine has vokaliyle bir taburenin üzerine çıkıp insanlığa bağırmasına bağlanıyor. Ayrıca ilk defa bu albümde kullanılan çift gitarın da Cattle Decapitation müziğine ne kattığı, tartışmaya fazlasıyla açık bir konu sanki.
Aynı şekilde bir yandan övülebilecek prodüksiyon, diğer yandan mekanize bir tınıya (özellikle davulda) yol açıyor. McGraw insanüstü hızlarda blast-beat atabiliyor ve atakları da çoğu davulcunun iki katı hızında. Onu dünyaya çekmesi gereken, gerçeklik sınırlarında tutması gereken prodüksiyon performansını makineleştiriyor ve bu benim tercih ettiğim bir şey değil pek. Ayrıca ilk bir-iki dinleme sonrasında kıyametin ne kadar yakında olduğunu vurgulayan atmosferik geçiş kısımlarının hepsini atlamaya başladığımı fark ettim; Cattle Decapitation zaten şarkılarıyla istediği mesajı rahatlıkla verip belirli bir atmosfere dinleyiciyi oturtabilen bir grup iken bu kısımlara ne gerek var, bilemiyorum.
Madalyonun öbür yüzünde ise benzer şarkılar, müthiş nakaratlar, net prodüksiyon ve melodik gitarlar Death Atlas‘ı özümsemesi ve sevmesi kolay bir albüme çeviriyor tabii. Bu da ortaya bir ikilik çıkarıyor: Yazının başında söylediğim gibi eğer grubun taviz vermeyen, insan (ve otomatikman dinleyici tabii) düşmanı, kaotik ve ekstrem metalin sınırlarında gezen halini seviyorsanız Death Atlas geçmişe nazaran biraz can sıkıcı olabilecekken grubun daha melodik ve vokal ağırlıklı bir yapıya bürünmüş olmasına, nakarata abanmasına fazlasıyla yükselebilebilirsiniz de.
Death Atlas‘ın ne kadar mahir, profesyonel ve hakim müzisyenlerin elinden çıktığını anlamak için alim olmaya gerek yok. İki haftadır dilimde, zihnimde dönüp duran vokal melodilerini bile düşününce, albümün ne kadar tesirli olduğunu da tartışmanın alemi yok zaten. Fakat önceki albümlere nazaran bir şeylerin değiştiği açık ve o hassas denge biraz da olsa bozulmuş gibi hissediyorum. Death Atlas öyle bir albüm ki benim de dengemi bozdu; karman çorman ve durduk yere uzun bir yazı oldu. Tabii Cattle Decapitation olmadığım için mesajımı onlar kadar net veremiyorum belki ama grubun Death Atlas kadar olmadığına inanıyor ve bu albüme razı olmak istemiyorum açıkçası. Cattle Decapitation’ın Death Atlas‘a hakim olan anlayışa indirgenmesini görmeyi hiç isteyeceğimi sanmıyorum. Eğer ağır hayran değilseniz, dinle geç abi ne anlatıyorsun, kafasındaysanız bir saattir şu yazdıklarımın bir anlamı olmayabilir ama azınlıktaki arkadaşlarla birbirimizi anlayacağımızı hissediyorum.
82/100

Metalperver’i desteklemek isterseniz buraya bir bakın.
Bu albüm benim için senenin hayal kırıklığı olmak üzereydi. CD’yi çok sevmeme rağmen ne kadar dinlersem dinleyeyim albüm gereksiz uzatılmış, eski heyecanı vermeyen ve tahmin edilebilir geliyordu. Ta ki geçen hafta bir nöbet çıkışına kadar. Bütün geceyi hastanenin genel cerrahi servisinde geçirmiştim. Başta buraya gördüğüm bazı şeyleri yazmaya niyetlendim ama gereksiz uzatma dedim kendi kendime. Sabah çantamı alıp eve giderken albümü açıp kulaklığı taktım ve bambaşka geldi. O sabahtan beri ayıla bayıla dinliyorum. Teşekkürler karaciğer kanseri.
Bu albüm bana göre son üç albümde ikinci sırada. Açıkçası Anthropocene…’deki clean kullanımı biraz garip geldi Monolith…’de daha iyiydi. Aradaki garip sampleların boşuna olduğunu düşünüyorum (Ayrıca Intro) ben de birkaç dinlemeden sonra onları atlamaya başladım. Doom(en azından atmosfer açısından) Black ve Death metal’ın karışımı olarak görüyorum. Vokaller ayrıca hoşuma gitti kullanımlar iyi oturuyor. Ancak yazıda belirtildiği gibi grup sırtını Travis’e yaslıyor e bu büyük bir sorun oluşturabilir. Sonraki albüm de bunun gibi vokale dayalı olursa büyük ihtimalle doğru düzgün dinlemem. Umarım yeni şeyler denerler ve mutheşem bir albüm daha dinleriz. Benim puanım 95/100.
Kendileriyle yeni tanıştık. Aslında cattle decapitation’ı Death Atlas albümüyle tanıdım. Tabi evveliyatını bilmeden taze bir kulak ile dinleyince kıyas yapmak yerine kendimi savaşın içinde buldum. Bir süre daha beraberiz gibi görünüyor.