Klasik Bir Cumartesi: Cattle Decapitation – Monolith of Inhumanity
29 Kasım’da çıkacak ve büyük ihtimalle sene sonu listelerinde üst sıralarda kendine yer bulacak yeni Cattle Decapitation albümü Death Atlas‘ın beklentisiyle giderek artan heyecanımı bir şekilde boşaltmam gerekiyordu. Ne yapsam, ne etsem diye düşünürken sitede henüz Monolith of Inhumanity‘yi incelemediğimi fark ettim ve ellerimi ovuşturup “Güzeel!” diyerek bilgisayarın başına oturdum. Merhaba.
Bazı albümler hakkında yazacağım yazıları ben de merak ediyorum gerçekten. Ruh hastası bir cümle olduğunun farkındayım ama kafamda bir taslak olmadığı için neresinden gireceğimi, akışı nasıl sağlayacağımı merak ederek kendi düşüncelerimle eğleniyorum. Zaten başka türlü de yapılacak bir iş değil bu ama işte o bazı albümler var ki insan kendiliğinden, sayfa sayfa yazmak istiyor. Bir yandan da arkada albümü döndürdüğümden vakit geçtikçe hem yazı ilerleyip bir şeylere dönüşmeye başlıyor hem de arka arkaya çalan canavar şarkılarla iyice çıldıracak gibi oluyorum. Neler diyorum yine kim bilir ama eminim hak vereceksiniz ki Monolith of Inhumanity gibi bir şaheseri dinlerken insan düşüncelerini toparlamakta zorlanıyor biraz.
Futbolda kimin kim için söylediği ve benim nereden duyduğum hakkında hiçbir fikrimin olmadığı bir söz var: “Sağ ayağına 500 sayfa kitap yazılır, sonunda da sol ayaklı olduğu söylenir,” diye. Cattle Decapitation için de benzer bir durum söz konusu, şöyle ki: Gelmiş geçmiş en yaratıcı, cephanesi en zengin ekstrem metal vokalistlerinden biri, hatta belki de en iyisi, sayılan Travis Ryan hakkında uzun uzun konuşabilir, özellikle de neresinden nasıl çıkardığına akıl sır erdiremediğim o sapkın temiz vokaline kitap yazabiliriz. Bestenin, sözlerin gerektirdiği ölçüde metale dair bilinen tüm vokale yöntemlerini kullanabilen ve hepsinde de ilk sıralarda yer alabilecek kadar başarılı bir vokalist Travis Ryan. Onun dinamik performansı sayesinde çeşitlenen Cattle Decapitation müziği çok daha uzun süreler dinlenebilir bir hale gelerek türün içinde sıkışmaktan kurtuluyor. Grubun kabaca brutal death metal gibi sınırlı bir kitleye hitap eden bir türü icra etmesine rağmen edindiği büyük şöhrette aslan payı Travis’in kesinlikle ve böylesine hayvani bir müziğin içine kattığı kırılganlık, melankoli, çaresizlik gibi duygular Cattle Decapitation’ı çok daha katmanlı, çok daha derin bir hale getiriyor. Üstelik de vahşet temasına (Gristle Licker diye şarkı var; daha ne olsun) zerre zeval getirmeden yapıyor tüm bunları…
Fakat Monolith of Inhumanity, Travis Ryan’ı hiç duymayıp salt müziğe odaklanıldığında da kusursuz bir albüm ve işin esas manyakça tarafı bu biraz da.
İnsanlığın gezegeni paylaştığı diğer canlılara çektirdiği eziyeti konu alan, kendiyle birlikte çevresindeki her şeyin sonunu getirecek insan türünün virütik tabiatını eleştiren sözlerine (albümü dinlerken bazen hayal ediyorum: 2001: A Space Odyssey‘de olduğu gibi gökten düşen bir monolit ile akıllanıp ayaklanan inekler belamızı… Neyse şimdi, haha) ve Travis Ryan’ın kusursuz anlatımına (Lifestalker‘daki “Look!” çığlığı, ya da bu kelimeyi ağzından tükürüşü diyelim, mükemmel değil mi?) rağmen gerçekten de Monolith of Inhumanity‘nin güçlü olduğu tek alanın bu olmaması muazzam bir hadise. The Carbon Stampede itibariyle başlayan müzikal taarruz, Kingdom of Tyrants‘ın sonuna kadar aralıksız devam ediyor.
Her şarkının özgün bir karakteri var ve akılda kalıcılık noktasında bu türün kutsal kitabı olarak gördüğüm albümlerden None So Vile ile kapışacak seviyelere çıkıyor Monolith of Inhumanity. Virtüözlük ile akılda kalıcı ritimler arasında kurulan güçlü denge, evin içindeki tek kişilik circle pit‘leriniz içerisinde koşturup dururken lan ne yapıyor bunlar ohaleyo, şaşkınlığını da aynı anda yaşamanızı sağlıyor. Tabii dönem itibariyle gruba yeni girmiş, şarkı yazımına da katkı veren bas gitarist Derek Engemann’ın etkisini yadsımamak gerek bu noktada. Gitar-davul iklisinin dakikada 1000 mermi sıkan yapısının arkasındaki mekanik deha olarak Engemann’ın bas gitarına işaret etmek şart. Ayrıca madem isimlerden bahsediyoruz, Sunn O))) ile abuk sesler çıkarma konusundaki hünerlerini defalarca kanıtlamış John Wiese’in atmosfere katkısını da atlamayalım. Ha bir de hazır makineli tüfeklerden bahsetmişken, Dave McGraw’un kulakları sağır eden davulları özellikle A Living, Breathing Piece of Defecating Meat veya Do Not Resuscitate gibi şarkılarda hakimiyeti tamamen ele geçiriyor. Hayvan birisi kendisi.
The Carbon Stampede, Forced Gender Reassingment, Gristle Licker, Lifestalker ve Do Not Resuscitate, bu türde hiçbir zaman dinlemekten bıkmayacağım şarkılar ama albümdeki şarkıların birini diğerinden ayırmak kolay değil aslına bakarsanız. Örneğin favorilerim arasında saymadığım Projectile Ovulation‘a konuk olan eski DEVOURMENT vokali Mike’ın (The Carbon Stampede‘de de bütün CEPHALIC CARNAGE elemanları konuk bu arada) performansına, A Living Breathing Piece of Defecating Meat’teki Dave McGraw – Travis Ryan şovuna bile ayrı ayrı parantezler açmak lazım mesela. Manyaklık ya Monolith of Inhumanity; öve öve bitiremedim yine gördüğünüz üzere.
Son 10 yıla damgasını vuran albümleri tartıştığımız bu günlerde Monolith of Inhumanity bütün listelerde yer alıyor neredeyse ve bu bir tesadüf değil gerçekten. Detaylardaki farklılıklar veya kişisel tercihlerle değişebilir belki en çok sevilen Cattle Decap albümü ama grubun magnum opus eserinin bu olduğu net şimdilik. Kariyerine grindcore ile başlayıp ortalama işler yaparken çok yerinde bir kararla ağırzlık merkezini kaydırarak groove odaklı, progresif bakışlı ve kendine has bir şeye evrilen Cattle Decapitation’ı modern bir efsane haline getiren albüm zaman geçtikçe daha da büyüyor ve eğer metalin ekstrem taraflarını kaldırabilecek, müzikte neler olup bittiğini kavrayabilecek kulaklara sahipseniz mutlaka duymanız gereken eserlerden biri Monolith of Inhumanity.
I have spoken.
Magnum opus ifadesini birkaç gün sonra yeni albüm için kullanmak gerekecek bence. Çıtayı çok insafsız yerlere çıkarmışlar. Genel anlamda bir ekstrem metal grubuna dönüşmüş adamlar.
Son günlerde metal adına çoğunlukla bu albümü dinliyorum. Ne zaman The Carbon Stampede şarkısı açsam kendimi Kingdom of Tyrants şarkısında buluyorum. Ayrıca sözler(özellikle Forced Gender Reassignment’inkilere kitap yazılır) gerçekleri olabildiğince iğrenç çarpıcı ve ironik ele alıyor ki bu benim için mükemmel yapıyor işleri. Özellikle bir kısımdan bahsetmek istemiyorum çünkü tek tek tüm şarkıları yazarım büyük ihtimalle ama en en en sevdiklerim The Carbon Stampede outrosu A Living… nakakısmıve solosu Forced Gender Reassignment’te Hristiyan abinin ağzından konuştuğu kısım Gristle Licker’daki sweep kısmı Lifestalker’ın solosu ve Your Disposal’ın Introdaki tremolo riffi. Aşağı yukarı bütün albümü yazmam ne kadar iyi olduğunu anlatıyordur umarım.
Daha önce hiç Cattle Decapitation dinlemedim, grindcore ile de alakam yok. İlk izlenime göre sanki biraz Rust in Peace thrash’ı alıp ne yaptıysa bu da death ile benzer bişey yapmış gibi (bu gayet iyi bişey). Ama hazmetmek için biraz zaman lazım.
Grindcore ile bir alakaları kalmadı zaten ama teknik/progresif death metal ve biraz da KIYAMET GELİYOR AZ YİYİN LAN ARTIK azarı işitmek fikri hoşuna gidiyorsa Cattle Decapitation’dan daha iyi bir grup yok dünyada bu konuda hshaha. Bu albümden itibaren sırasıyla günümüze doğru gel. \m/
Geri bildirim: 2010’ların En İyi 10 Albümü – Metalperver