V – Led into Exile
Merhaba.
2006 Ankara – Saklıkent konseri öncesinde, Olgunlar tarafından yürürken kaldırımın kenarına oturmuş, bağıra çağıra telefonda kavga eden yabancı bir adamı görür görmez onun KATATONIA davulcusu Danile Liljekvist olduğunu anlamıştım. Kız arkadaşıyla tartıştıklarını fark edip fırsattan istifade sırada beklerken gömmek için aldığım biralardan birini çakırmadan yaklaşıp ona uzatmıştım. Telefonu kulağından uzaklaştırıp “Thank God, man!” deyişi hala hatırımda. Bir süre sessizce yanında oturup biramı yudumladıktan sonra telefonu kapadı ve devamlı turlayan bir müzisyen olarak aşk hayatını, aile yaşantısını korumanın zorluklarından bahsedip kız arkadaşının triplerini anlattı. Millet Akay’da kapının önünde sıra olmuş beklerken, biz bir sokak arkada yolun ortasına oturup bira içip dertleşiyorduk. Bu vesileyle konser sonrası kulise girmiş, bu defa Daniel’ın ikram ettiği biraları gömüp diğer elemanlarla da laflama şansı yakalamıştım… Hey gidi hey.
Peki bunu niye anlattım? Çünkü ben Daniel’ı ta o zamanlardan severim. Katatonia’daki rolünü ise çok kritik bulanlardanım; kendini çok geliştiren bir davulcu ve özellikle The Great Cold Distance‘tan itibaren iyice ağırlığını, karakterini ortaya koyarak Katatonia’yı bir yere getirdiğini düşünürüm. Haliyle gruptan ayrılması üzmüştü. Üstelik kendisiyle bu keyifli anımın üzerinden geçen sekiz yılın ardından gruptan ayrılma nedeni yine iş ve ailesiyle Katatonia’yı bir arada sürdüremiyor olmasıymış… O kadar anlattım halbuki ama dinlememiş demek.
Şaka bir yana, tabii ki Katatonia kalibresinde bir grupta olmak hiç kolay değil ama yılların müzisyenliğini de bir çırpıda kenara bırakmak da öyle; daha rahat, daha beklentisiz ve profesyonel olmayan bir grupta çalma isteğini tamamen anlıyorum ama bula bula bu V denen grubu mu buldun be Daniel?!
Sludge/doom/post-metal/hardcore etiketleri (lüks karışık kuruyemiş misin sen kardeşim?) altında faaliyet gösteren, Daniel dışındaki elemanlarını zerre tanımadığımız İsveçli bir grup V ve ikinci albümleri Led into Exile, insanın kulaklarını sürgüne gönderiyor gerçekten de. Albümün sonuna gelirken afakanlar basıyordu artık.
Sludge/doom hissi yüksek bir albüm Led into Exile ama bu his ezici bir atmosfer ve güçten ziyade boğuk prodüksiyonla birleşen ağır tempo riflerin Daniel’in diğer projelerine nazaran bir gözü ve eli bağlı çalıyormuş hissi veren sıradan davullarıyla ruhunuza fenalıklar getirmesinden kaynaklı bir his maalesef. Bir de Hostage of Souls gibi şarkılarda sözüm ona atmosferik bölümleri uzattıkça uzatmışlar ki gözü kararıyor, başı dönüyor insanın.
İlk dinlemelerde müziği cazip kılan bir etken, bas gitarın tamamen başka bir alemde takılıyor olması. Grup alabildiğine vasat bir post sludge doom hardcore… Her ne boksa onu yaparken bas gitar eğlenmiş kendi kendine adeta. Caz hisli yürüyüşleri bile var alakasız anlarda. Zaten bu kafa albümle aynı adı taşıyan kapanış şarkısının orta yerindeki, albümden ve şarkıdan tamamen kopuk ve anlamsız caz bölümden de anlaşılıyor sonradan. Ha, bu arada bir tane akustik, temiz ama detone vokalli (Bir just deyişi var ki evlerden ırak) bir şarkı da var. Gerçi albümdeki vokalin her türlüsü rezalet zaten ve ne, niye var belli değil pek; yadırgamıyorum None Shall Rise Again’i de o yüzden.
Bu ara bir dünya albüm çıkıyor ve şu sırada eminim sitede okumak isteyeceğiniz son inceleme buydu ama Daniel ne yapıyor diye bakarken karşılaşıp yediğim bu büyük kazığı sizlerle paylaşmam gerekiyordu. Simetrik kapağına, her telden çalan tür etiketlerine ve Daniel’e aldanmayın sakın; Led into Exile büyük bir vakit kaybından başka bir şey değil maalesef.
Amma gömmüşsün herifleri, neyi bu kadar beğenmedin diye açtım beğendim ben sanki haha. böyle 90 sonlarında ne bulursak en underground’u ben bulacağım ilk ben hüzünlenirim mallıkları dönemi karşına çıkan 10 üzerinden 6,5lık albümlerden. Beni prodüksyonu ve o uyduruk akustik şarkısıyla falan 2000lere sürükledi, ama ben antropoza mı girdim nedir her şey nostaljik geliyor saçlarımı uzatıp, kulağımı deldirip, motorda alırsam saga’yı tamamlarım. Yalnız cidden o akustik olan şarkının vokalleri nedir öyle yaa :)).
Pek bir post-metal ile sludge’ın harmanlandığı dünyaya hakim değilim gerçi bana o yüzden fena değil gibi gelmiş olabilir. bu ebowlu gitarlarda so 90 sonrası amjelika ve takipçisi hareketleri o da antropozumu azdırdı. Baslar fena değil, iyi.
Albümü arada 2 kere daha çeviririm yeter işte. Uzattım çenem düştü Juuusssttt (zakkum vokalisti gibi okunur) if I suicide ile bitireyim :)) olm ne s..k bir söz yazımı lan lame oğlu lame.