Architects – Holy Hell
Merhaba.
Geçtiğimiz haftalarda yayımlanan WHITECHAPEL kritiğinde olduğu gibi bir kez daha çok az umrumda olan bir metal alt türünde, hakkında etraflıca bilgi sahibi olmadığım bir grubun yeni albümüyle huzurlarınızdayım. Aslında Whitechapel incelemesinin görüntülenmesine bakarak (gerçekten uzun zamandır bu kadar az umursanan bir yazım olmamıştı, haha) Architects yazısından vazgeçecektim ama geçenlerde Twitter‘da yaptığım ankette Architects açık ara önde çıkınca el mahkum durumu oldu biraz da. Olsun, çeşitlilik iyidir.
Architects, 2004 yılında Brighton’da kurulmuş bir metalcore grubu. Metalcore ibaresi görür görmez canı sıkılacaklar için Architects’in biraz daha kaotik, kompleks ve THE DILLINGER ESCAPE PLAN ekolünden geldiğini, türün dinamiklerine göre progresif bir tabanı olduğunu söyleyebilirim. Uzun bir süredir yeni grup aramayı/dinlemeyi bıraktığım bir tür olduğu için ismini ve bir-iki şarkısını duyduysam da Architects’e ciddi anlamda ilk defa 2016 yılında, kurucu ikiz kardeşlerden Tom Searle’ın 2016 yılında kansere yenik düştüğü haberini aldıktan sonra eğilmiştim. Henüz 30 yaşına bile gelemeden, üç yıl boyunca kanserle boğuştuktan sonra yaşam mücadelesini kaybeden Tom için gerçekten söyleyecek bir şey yok ne yazık ki sevenlerine başsağlığı dilemek dışında.
Açıkçası grubun bu kadar kısa bir süre içerisinde toparlanmasını beklemiyordum ama Holy Hell, şüphesiz bu trajik olay sebebiyle de herkesin daha da ilgi gösterdiği bir albüm olarak, Kasım 2018’de yayımlandığında bir anda ortalık yıkılmıştı ve kafamı ne tarafa çevirsem Architects’i görüyordum. Fakat albüme odaklanacak motivasyonu bulamadım kendimde uzun bir süre; bir noktada epey dibe çekeceğini biliyordum ve nihayet Holy Hell‘i hakkını vererek dinlediğimde olmasını beklediğim şey oldu gerçekten. Holy Hell, insanı perişan eden bir albüm.
Albümün kimliğinin, grubun motivasyonunun beyanı ve bir tür kabullenme olarak gördüğüm açılış parçası Death is Not Defeat sonrası giren ilk tekli Hereafter, sözleriyle gerçekten hırpalıyor insanı. Metalcore türü duygusal anlarla kontrolsüz gibi görünen kontrollü patlamaların hassas dengesiyle etkileyici olabilen bir tür ve Hereafter, bu açıdan baktığımda gerçekten insanın hafızasına kazınabilen bir şarkı. Müthiş nakaratı bir yana, sonlarındaki break-down kısım benim gibi kolaylıkla bu işe burun kıvırabilecek olanların bile içinde bir şeyler kabartıp çıldırtacak cinsten.
Bu noktada biraz yanlış da anlaşılabilecek bir konuya girmek istiyorum. Metalcore’u çok ciddiye alamama sebeplerimin başında grupların şarkı sözlerinin sığlığı ve çocuksuluğu geldi her zaman. Elbette bir ekstrem metal dinleyicisi olarak en son benim şikayetçi olmam lazım ama metalcore biraz da sözün öne çıktığı bir tür olduğu için bir içselleştirme olmadan türe bağlanmak zor oldu benim için biraz. Fakat Holy Hell o kadar gerçek ve o kadar trajik bir kaynaktan besleniyor ki dinlediğim her vokal melodisini, her cümleyi Tom’a bağlıyor zihnim ve dinlediğim şeyin etkileyiciliği katlanıyor. Bir albüm dinlemeden önce ille tüm önbilgilerine sahip olmak zorunda mıyız? Tabii ki hayır. Üstelik bunu bilince otomatikman daha vurucu bir hale geliyor albüm ve objektiflik de kayboluyor biraz ama yapacak bir şey yok; Holy Hell‘i Tom’un ölümünden bağımsız düşünemiyorum asla. Kaldı ki her şarkıda belli oluyor grubun da henüz bu olayı atlatamadığı. Hele ki Modern Misery‘de, güya insanlıktan bahsedilirken vokalist Sam Carter’ın a parasite killing its host haykırışında gerçekten hay sıçayım böyle işe, noktasına geliyorsunuz ister istemez. Zaten biraz da kardeşi Dan ve diğerlerinin Tom’a vedası bu albüm aslında. Tabii ki sırf bu yüzden daha iyi olduğunu iddia etmiyorum, ancak gözardı etmesi imkansız bir etkisi olduğunu da unutmamak gerek.
Neyse, bu küçük parantezi kapatıp devam edelim. Başta belirttiğim gibi Architects külliyatına hakim olmamakla beraber kendi bilgisizliğim içerisinde gruptan böylesi güçlü bir gitar işçiliği beklemiyordum. Hereafter‘dan Doomsday‘e ve hatta albümün gizli forvetlerinden Mortal After All‘a kadar birçok şarkıdaki gitarlar daha ilk dinlemeden vuruyor. Tabii ki fazlasıyla standart, tembelce yazılmış ve haddinden fazlaca sağa sola serpiştirilmiş break-down kısımlar ile palm-mute rif olayının suyu çıkıyor yine bir noktada ama genel olarak tatmin eden, kalabalık bir gitar işçiliğinden söz etmek mümkün gayet.
On bir şarkıyla kendi şeytanlarıyla savaşıp son iki yılda yaşadığı katarsis halini müziğe dökerek bir nevi terapi bulmuş Architects. Albümün her anı kalp kırıklığı, mutsuzluk ve isyan ile dolu ve bunu ergen metalci coşkusuyla değil, gayet olgun ve farkında olarak hissettirebiliyor olması Holy Hell‘in en büyük gücü kesinlikle. Güçlü davullar ve gitarlar bir yana, Sam Carter’ın baz anlarda gerçekten ses tellerinin parçalanması görüntüsünü hayal ettiren performansı da albümü yukarı taşıyor kesinlikle. Grubun yaşadığı bu travmayı en net şekilde yansıtan/yansıtması beklenen enstrüman vokal elbette ve Sam’in şarkıları seslendirirken yaşadığı duygu yoğunluğunu hayal etmek ile insanın içini ürpertiyor. Adam paralamış kendini resmen, helal olsun yahu.
Kısacası çıktığı dönemde yarattığı heyecana pek aldırış etmediğim için pişman olduğum bir albüm Holy Hell. Açıkçası daha önce deneyip de metalcore türüne ısınamadıysanız Holy Hell sizi aksine edebilecek kadar güçlü bir albüm değil. Zaman zaman fazlasıyla standart şeylerle de karşılaşmanız mümkün ama çıktığı dönem gözardı ettiyseniz -Metalperver’de sıkça belirtmeye çalıştığım gibi- en azından kültür açısından zararın neresinden dönülse kar olacağını unutmayın ve Architects’e bir kulak kabartın. Çünkü gerçekten de sıradan bir metalcore grubu olmanın ötesinde bir müziği var grubun. Holy Hell fazlasıyla güçlü ve duygusal, müzikal açıdan da dolu bir albüm; şaşırtıcı ve keyifli bir keşif olabilir pek çokları için.
Gece gece ne gaza getirdi yine ya. Harika album, harika. Bir an once 26 Subat gelsin.
Albüm düşmüş çeşitli ortamlara. Dinlemedim ama şu linkteki yorumlara bakınca dev bir hayal kırıklığı olacak gibi duruyor :/.
https://rateyourmusic.com/release/album/architects/for-those-that-wish-to-exist/